Türkiye’nin füze savunma sistem hikayesi malum...
Daha 1990’lı yıllarda füze alımı için karar alındı ve ihaleye çıkıldı. İhalede öne çıkan şartlar ise;
• Füzelerin ortaklaşa üretilmesi,
• Türkiye’ye teknoloji transferi yapılması,
• Üretimde mutlaka Türk şirketlerin de hem oransal, hem de içerik olarak büyük pay alması olarak belirlendi.
Ancak uzun süre, Türkiye’nin bu şartları karşılanamadığı için -ne Amerikalılar yanaştı Patriot’lar konusunda teknoloji transferi yapmaya, ne de Ruslar S-300 ya da S-400’leri Türkiye ile ortak üretmeye-, füze alımı da kadük oldu.
2010’lı yıllara gelindiğinde, aynı şartname ile yapılan füze alım ihalesinde bu kez Çinliler öne çıktı. Çin, başlangıçta teknoloji transferi yapmayı da vaat etti. Ancak daha sonra yapılan görüşmelerde, Çinlilerin vadettikleri transfer oranının Türkiye’yi tatmin etmeyeceği görüşü hakim oldu. Füzelerin Türkiye’de NATO bağlantılı radar sistemleri ile entegre edilemeyeceği de görülünce, bu ihale de iptal edildi.
Tam da Çin füzelerinden vazgeçildiği dönemde, Suriye krizi iyice ısındı. Ve Türkiye, Suriye üzerinde bir Rus askeri uçağını düşürdü.
Rusya ile yaşanan ağır siyasi kriz, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan imzalı resmi bir özür mektubunun yanı sıra, Rusya’yla girilen yüksek meblağlı ticaret ve yatırım ilişkileri ile aşıldı.
S-400’ler konusundaki anlaşma da Moskova ile işte bu aşamada gerçekleşti. Maliyeti resmi olarak hiç açıklanmasa da, Rusya ile anlaşmanın iki S-400 sistemi için yaklaşık 2.5 milyar dolar olduğu bilgisi basına sızdı. Anlaşma alım şartları da hiç kamuoyuna açıklanmadı. Türk yetkililer, parası ödenen iki sistem için olmasa bile, Rusların gelecekte alınacak olan füze sistemleri için “ortak üretim” sözü verdiğini açıkladılar. Ancak bu müphem “ortak üretimin” tam olarak hangi parçaları kapsayacağı hiç somutlaştırılmadı.
Rus tarafı ise kesin bir dille “teknoloji transferi olmayacağını” açıkladığı için, ortak üretimin de -eğer gerçekleşirse- sadece fazla önem taşımayan, yan parçalar olabileceği ortaya çıktı.
Kısacası, S-400 alımı, 1990’lardan beri devam eden, şartnamelerinde hep teknoloji transferi ve ortak üretim şartları olan ihalelere uygun gerçekleşmedi; Türkiye parayı verdi, iki füze sistemi aldı. Devamının garantisini de ortak üretim vaadini de alamadı.
Üstelik Rusya’dan alınan bu S-400 füzeleri ABD’nin yaptırımlarına takılınca, AK Parti hükümetinden bu kez kullanım konusunda, -Türkiye’nin füzeler üzerindeki milli egemenliğini ortadan kaldıran- “Girit modeli” gibi formüller bile duyulmaya başlandı. Ama bizzat Milli Savunma Bakanı Akar’ın dile getirdiği “Girit modeli” bile ABD’yi yaptırımları kaldırmak konusunda ikna etmeye yetmedi.
Fransa ile barışma, SAMP-T füzesi için mi?
Türkiye, hem S-400 konusunda yaşadığı bu sıkışmışlığı aşmak, hem hava savunmasını gerçek anlamda güçlendirmek, hem de bunu NATO müttefikleri ile sıkıntıya düşmeden yapmak için yeni arayışları hızlandırdı.
Bu aşamada en iyi olasılık ise İtalyan-Fransız ortak yapımı SAMP-T füzeleri olarak öne çıktı.
Avrupalı bir diplomat, SAMP-T füzelerinin Türkiye ile ortak üretim için müzakerelerin yapıldığını, hatta fizibilite aşamasının bile “başarıyla tamamlandığını” söyledi.
Ancak burada da Ankara’nın Paris ile yaşadığı “liderler düzeyindeki” gerginlik yeni bir sorun olarak ortaya çıktı. Fransa’nın Libya’da, Ege ve Doğu Akdeniz’de, Suriye’de hep Türkiye’nin “karşı cephesinde” yer almasıyla gerilen ilişkiler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Fransız mevkidaşı Macron’un kamuoyu önünde karşılıklı sert -kimi zaman kişisel- çıkış ve söylemleri ile iyice krize girdi.
Ancak bu gerginlik, bu yıl başında önce karşılıklı yeni yıl tebrik mektupları, ardından da Erdoğan ile Macron arasında Mart ayı başında gerçekleşen online görüşme ile - şimdilik- aşılmış görünüyor.
Diplomatik kulislerde, Ankara’yı Fransa’yla bu barışmaya iten en büyük gerekçenin, Türkiye’nin S-400 nedeniyle Batı ittifakı içinde yaşadığı sıkışmışlık olduğu ifade ediliyor. Fransa ile düzelecek ilişkilerin, SAMP-T füzeleri konusundaki işbirliğinin de önünü açabileceği vurgulanıyor.
Amerikan yaptırımı altındaki Türkiye’nin şu anda ihtiyacı olan da tam böyle bir açılım; Türkiye, ABD ile yaşadığı gerginliği Avrupa üzerinden aşmaya çalışıyor.
SAMP-T füzelerinin yeniden gündeme gelmesi de,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat açıkladığı insan hakları ve demokrasi paketi de,
Oruç Reis, Barbaros ve Yavuz araştırma gemilerinin Antalya Körfezi ya da Karadeniz’den çıkarılmaması da bu açıdan okunmalı.