Bay Putin’in Ukrayna’yı birkaç gün içinde fethetme tasavvurları başarısızlığa uğrarken, Rusya’nın lider kadrosu belirli aralıklarla nükleer güç kullanımına atıfta bulundu. Önce Bay Putin nükleer güçlerin hazır duruma getirildiğini duyurarak, gerekirse bu silahların kullanılabileceğini ima etti. Kısa bir süre önce de sözcüsü Peskov, ülkelerinin varlıksal bir tehditle karşılaşması durumunda nükleer silah kullanmakta tereddüt etmeyeceğini Rusya’nın hasımlarına hatırlattı. İyi tasarlanmamış ve zorluklarla karşı karşıya bulunan işgal girişiminde şimdiye kadar sadece konvansionel silahlar kullanıldığı gibi, Rusya’nın sözde düşmanı Ukrayna’nın elinde nükleer silahlar bir yana, yeterli miktarda ihtiyaç duyduğu olağan silah dahi yok. Böyle bir ortamda nükleer silahlardan söz etmek yersiz. Ukrayna ne nükleer silahlara sahiptir, ne de dostları kendisine bu türden silahlar vermeye hazırdır. Bunlara ilaveten Ukrayna’nın Rus kuvvetlerini yenerek ülkesinden kovması ve ardından Rusya’yı işgale başlaması ihtimali de bulunmuyor.
Acaba Rusya neden bu koşullar altında nükleer silahlara başvurma ihtimalinden söz etti? Gerçekten de bu silahları kullanmayı, savaşı nükleer seviyeye tırmandırarak istediklerini elde etmeyi mi düşünüyor? Böyle bir tehdit, küresel istikrar için nasıl bir anlam taşıyor? Bunlar hemen akla gelen bazı sorular. Tartışmamıza, tırmanan bir nükleer savaşın, savaşa katılan veya katılmasalar da etkisi altında kalacak ülkelerin radyokatif döküntüler sonucu uğrayacağı korkunç tahribat nedeniyle, silah sahibi ülkelerin böyle bir çatışmaya girmeyeceklerine güvenebileceğimize kendimizi inandırmış olmamızdan başlayabiliriz. Küresel nükleer felaketten korunmuş olduğumuza ilişkin duyduğumuz bu güvenin altında caydırma teorisi yatmaktadır. Bu teoriye göre, iki nükleer dev ABD ve Rusya arasında karşılıklı yıkım üzerine oturan bir dehşet dengesi kurulmuştur. Denge kavramının merkezinde taraflardan birinin nükleer saldırı başlatması durumunda, diğeri yıkıma uğramakla birlikte sadırgana kabul edemeyeceği kadar büyük zarar verebilecek ikinci darbe kabiliyetini muhafaza edebileceği varsayımı bulunmaktadır. Caydırma teorisi, ABD’nin Avrupa’nın nükleer bir saldırıya uğraması durumunda kendi varlığını tehlikeye atarak Avrupa’nın yardımına koşup koşmayacağı; savaş alanında kullanılabilen nükleer silahların caydırmayı zorlayacağını mı yoksa destekleyeceğini mi; Fransa veya İngiltere gibi küçük bir nükleer gücün bir saldırıyı başlatıp, saldırının ittifaktan mı yoksa bir üyenin kendi insiyatifinden mi kaynaklandığının kestirmeye vakit bulunmaması nedeniyle bir dünya savaşına neden olup olamayacakları sorularına cevap vermiyor. Ancak bu tür soruların cevabının bilinmemesi, caydırma teorisinin savunucularına göre, tarafların ne yapacağının kestirilememesi nedeniyle, caydırıcılığı güçlendiriyor.
Caydırma teorisi bize Rusya’nın Ukrayna’daki hedeflerini gerçekleştirmek uğruna, kendi yıkımını da davet edecek olan nükleer silah kullanımına başvurmaması gerektiğini söyler. Öyle ise, Rusya neden nükleer tehditler savuruyor, yoksa savurmuyor mu? Rus beyanları, ülkenin gelecekte varlıksal bir tehdit karşısında kalması durumunda bu silahlara başvurulabileceğine işaret ediyor. Bu söylenmeler “beni kendimi varlıksal tehdit altında hissedeceğim şekilde köşeye sıkıştırmayın” düşüncesinin bir ifade şekli olarak yorumlanabilir. O zaman Rusya’nın şu anda veya görünebilir gelecekte varlıksal bir tehlike ile karşı karşıya bulunup bulunmadığının göstergelerine bakmamız gerekiyor. Bay Putin ve çevresinin zihinlerinde varlıksal tehlikenin nasıl tanımlandığını bilemeyiz. Ancak herhangi bir uzmanın belirtebileceği gibi, Ukrayna’nın dostlarının bu ülkeye verdikleri silahların savunmaya dönük konvansiyonel nitelikle sınırlı olduğudur; saldırı silahları vermek ya da çatışmalara bizzat katılmak gibi bir düşünceleri olmadığı da gayet açıktır. Çatışmanın tırmanmasını değil, bir an önce barışçıl bir çözüme bağlanmasını istemektedirler. Ukrayna ise artık NATO üyeliğine ilgi duymadığını, Rus nüfusun hakim olduğu bölge sakinlerinin özlemlerine cevap verecek siyasal değişiklikler yapabileceğini ve Kırım’ın statüsünün daha sonra yürütülecek müzakerelere bırakmaya hazır olduğunu açıkça belirtmiştir.
O zaman, Rusya neden nükleer tehditler savuruyor? Anlamlı bir cevap vermek için sanıyorum Rusya’nın iç siyasetine bakmamız gerekiyor. Bay Putin’in Ukrayna’yı kısa sürede işgal planı başarısızlığıa uğramakla kalmamış, dış dünya herkesin korktuğu Rus ordusunun gerçekte öyle korkulacak, işini sonuçlandıran etkin bir örgüt olmadığını da görmüştür. Ukrayna çatışmasını muğlak bir söylem kullanarak varlıksal bir tehdit gibi sunmak ülke içindeki eleştirileri yatıştırmak ve muhalefeti baskı altına almanın bir yöntemi olabilir. Nükleer bir tırmanma arefesinde olduğumuzdan korkmak için yeterli neden bulunmuyor. Dolayısıyla, Ukrayna’nın işgalden kurtulma çabalarına destek vermekten de korkmamak lazım.