Prof. Dr. Ali KAHRİMAN
Maden Y. Mühendisi /
Siyaset Üstü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
Komşumuz Ukrayna’ya ağır tahribatlar veren savaşın; enerjide dışa bağımlı olan ülkeler başta olmak üzere küresel enerji piyasaları için çok ciddi sonuçları oldu. Ortadoğu’da süregelmekte olan kaosla birlikte enerji özgürlüğünün ulusal güvenlik politikasının temel taşı olduğunu gösterdi. Almanya başta olmak üzere Rusya’ya enerji bağımlılığı çok büyük oranlarda olan ülkeler; yaşadıkları sürpriz karşısında, nükleer santrallerinin daha uzun süre devrede kalması, kömür başta olmak üzere fosil yakıtların yeniden yaygın olarak kullanımı gibi yaklaşımlara daha şimdiden girmiş bulunmaktadırlar.
Ulusal bağımsızlık, kamu çıkarı ve kamu güvenliği açısından yenilenebilir enerji kaynaklarının genişletilmesinde çok daha hızlı yol alınması için yeni teknolojilerin geliştirilmesi yönündeki çabaların artırılması gündemdedir. Ancak bunu başarmak için kapasitelerin muazzam ölçüde genişletilmesi gerekeceği de açıktır. Tüm dünyada rüzgâr ve güneş enerjisinin 15-20 yıl içinde en az üç katına çıkarılması hedefleniyor. Bununla birlikte sadece fosil yakıt kaynaklarının üretimine değil aynı zamanda köy ve mahallelerinde daha fazla geotermal tesisi, rüzgâr türbini, güneş paneli tarlaları yapılmasına çevre fetişizmi seviyesinde karşı çıkanları, bu yönde şuursuzca çaba gösteren popülist politikacıları ikna etmek için, hükümetlerin ve belediyelerin bu tür yatırımlara finansal olarak katılmaları gibi çözüm alternatifleri geliştirilmektedir. Ancak bunların hepsi uzay madenciliği yapmak kadar zor ve ütopiktir. Kısa vadede, Rus enerji kaynaklarının eksikliğini telafi etmek mümkün olamayacaktır. Rusya, Kafkasya, Ortadoğu dışındaki diğer doğalgaz ve petrol üretim coğrafyalarında da her an tetiklenebilecek kriz senaryoları da dikkate alındığında, kesin olan şu ki, üretim ve arz azaldıkça; enerji fiyatları da artmaya devam edecektir. Bu nedenle her ne kadar kömür ve fosil yakıtlar insanlığı boğmaya, denetlenmeyen karbon kirliliği; dünyamızı adım adım yıkıma zorluyor ise de ulusal veya yerel enerji kaynaklarını araştırmak, bulmak ve değerlendirmek kaçınılmazdır. Ancak bu alanda bile kaynaklardan herhangi biri kesintiye uğrarsa veya tükenirse esneklik ortadan kalkacaktır. Bu nedenle tüm dünya enerji kaynaklarının üretimini, lojistiğini ve tedarik zincirini yönetecek, iyi işleyen, adil bir küresel pazarı oluşturacak güvenilir bir Uluslararası mekanizmaya gereksinim vardır.
Hem ülkemiz hem de Avrupa için sorun, Rus doğalgazının boru hatlarına aşırı bağımlı olmaktır. Başka bir sorun ise: politikacıların halk dalkavukluğu ekseninde hareket tarzı benimseyerek, enerji politikasına öncelik vermiyor olmasıdır. Halbuki her ne kadar enerji maliyetleri toplamda büyük görünse de hane halkı aylık harcamalarının yine de küçük bir oranındadır. Buna rağmen yöneticiler, uzun vadede kendileri ve topluma fayda sağlıyor olsa bile, düşük karbonlu alternatiflere kısa vadeli büyük yatırımlar yapmaktan ve risk almaktan kaçınmaktadırlar. Halbuki sera gazı yaymayan, radyo aktif riskleri modern nano teknoloji ürünü malzemelerle giderilebilecek olan nükleer enerji üretimi çözümün bir parçası olabilir. Esasen bunun farkında olan pek çok ülke bu yönde çoktan yatırımlarını yapmış, teknolojilerini geliştirmiş ve enerji kaynaklarını alternatifleriyle çeşitlendirmişlerdir. Bölgemizde yaşanan sıcak savaş sonucunda nükleer konusundaki endişelerine rağmen Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere nükleer santralleri açık tutmak ve yenilerini inşa etmekten bahsedilmektedir. Kömür başta olmak üzere; fosil, yenilenebilir, nükleer gibi enerji çeşitliliği ve büyüklüğüne sahip olmasına rağmen, Ukrayna krizi nedeniyle ortaya çıkan yüksek gaz fiyatları ve enerji tedarikindeki kısmi eksikliği; Almanya'yı nükleer üretim portföyünü yeniden harekete geçirmeye ve artırmaya yöneltmiştir.
Mevcut fosil enerji kaynaklarının ömürlerinin çok kısa olduğu dikkate alındığında, yeni enerji kaynakları teknik ve ekonomik yapılabilirlik ölçüleri içinde devreye girinceye kadar, disiplinli bir biçimde ancak adil bir yaklaşımla tüketilmeleri gerekmektedir. Bu olgu, mevcut kaynakların akılcı ve dengeli bir yaklaşımla yönetilmesini gerekli kılmaktadır. Ukrayna-Rusya savaşı, Ortadoğu, Libya, Venezüella ve Doğu Akdeniz’deki son dönem gelişmelerini dikkatle incelediğimizde; küresel enerji dinamiklerinin arzuları doğrultusunda petrol ve doğal gaz rezervlerinin yoğun olduğu bölgelerin güvenceye alınmasına öncelik verildiği anlaşılmaktadır. Doğu Akdeniz'deki petrol ve doğal gaz keşiflerinin; bu bölgedeki karmaşa ve rekabette yeni fay hatlarının oluşmasına neden olacağı anlaşılmaktadır. Benzer durum Karadeniz havzası için de geçerlidir. Ukrayna krizi daha şimdiden bu durumu teyit etmiştir. Öyle ise Ülkelerin reel dış politikaları da amaçsız, hedefsiz, nostalji ve hamaset duyguları yerine, enerji alanı başta olmak üzere ekonomik çıkarların optimize edileceği bir senaryo ekseninde şekillenmelidir. Bölgenin kıyısı bulunan devletlerinden biri olan Türkiye'nin rolü; yalnızca münhasır ekonomik bölge sınırlarının doğurduğu haklar ve büyük bir enerji ithalatçısı olması yönünden değil, aynı zamanda çıkarılan hidrokarbonların dünya pazarına ulaştırılması için bir ulaşım merkezi olarak hizmet edebileceği için de önemli olmuştur. Bu özellikleri ile Avrupa’nın enerji güvenliği için yapabileceği olumlu etkiye rağmen, Kıbrıs sorunu, “Münhasır Ekonomik Bölge” sınırlarının tasviri konusundaki anlaşmazlıklar, İsrail, Suriye ve Mısır ile donmuş olan ilişkileri, Ülkemizin bölgesel iş birliği fırsatlarını sınırlandırmaktadır. Bununla birlikte, Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde; her iki ülke ile barışa katkı ekseninde geliştirilen yapıcı dış politika çabaları, umarım olumlu sonuçlar doğuracak ve ülkemizin bu kısıtlılıklarının giderilmesine yardımcı olacaktır.
Son dönemde enerji kaynaklarını genişletme yöndeki faaliyetlerini daha az sorunlu görülen Batı Karadeniz dibi hidrokarbon oluşumlarına konsantre eden ülkemiz, bunun semeresini görmüş ve 540 milyar metreküplük bir doğalgaz keşfi; kamuoyu ile en yetkili makam tarafından müjde olarak paylaşılmıştır. Dünya doğalgaz ve petrol rezervlerinin azaldığı bir dönemde, bu büyüklükteki bir keşif elbette çok değerlidir. Bu rezervin yakın zamanda üretilebilir hale gelmesi durumunda, ülkemiz; enerji stratejisinde önemli kazanımlar sağlayacak, küresel dinamikler nezdinde de elini güçlendirecektir. Bu bağlamda Türkiye’nin enerji stratejisinde de yeni yaklaşımlar kaçınılmaz olacaktır.
Yaklaşık bir asırdan beri kullanılagelmekte olan nükleer enerji oldukça önemli bir kaynaktır. Tüm dünyada 450 civarında faal, 50 civarında da inşa aşamasında olduğu bilinen nükleer reaktör varlığı söz konusudur. Nükleer güç santrallerinde üretilen elektrik dünya elektrik arzının yaklaşık %10’unu oluşturmaktadır. Uranyum ve toryum rezervleri yönünden oldukça önemli bir kaynağa sahip olan Türkiye’nin, nükleer güç santrali inşa etme arzusu; çeşitli nedenlerle oldukça gecikmeli de olsa eyleme dönüşmüştür.
Akkuyu’da inşaatı devam etmekte olan Türkiye’nin ilk nükleer enerji santrali üretime geçtiğinde, enerji ithalatçısı olan Türkiye önemli bir alternatif kaynağa kavuşmuş olacaktır. Ülkemiz nükleer enerji hammadde kaynağı konusunda; MTA tarafından yapılan çalışmalar sonucunda önemli rezervler ortaya konulmuştur. Mesleğimin başlangıç yıllarında benim de arama çalışmalarında katkıda bulunduğum, günümüz reaktör teknolojisinde yakıt kaynağı olarak kullanılan uranyum rezervimiz 12500 ton gibi önemli bir miktardadır. Nükleer enerji yakıtı olarak kullanımında teknolojik sorunları henüz tam olarak çözülememiş olmakla birlikte yeni teknolojik gelişmelerle yakın zamanda bu alanda ticarileşme olasılığı yüksek olan toryum hammadde kaynaklarımızın çok daha fazla miktarda olduğu da bilinmektedir. Nükleer santral teknolojisi ile tanışmakta olan ülkemizde bu nitelikteki doğal kaynaklarımızın aranarak bulunması, üretilmesi ve küresel bazda ticarileştirilmesi de gündemde olacaktır.
Özet olarak, yaşanmakta olan krizler teyit etmiştir ki; günümüzün başlıca enerji kaynağı olan fosil yakıtların yoğunlaştığı coğrafya ile tedarik ve ulaşım yolları; uluslararası çatışma alanı olmaya devam edecektir. Öyle ise çok önemli bir jeopolitik konuma sahip olan ülkemiz politik, teknokrat ve bürokrat aktörlerinin; enerji özgürlüğünün Ulusal bağımsızlık ve güvenlik politikasının temel taşı olduğunun farkında olarak çok boyutlu bir “Ulusal Enerji Stratejisi” geliştirmeleri yaşamsal önem taşımaktadır.