Bugünü anlamak için, yıllar önce yazılan kitaplara da dönülmeli kimi zaman. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bakışıyla “ruhların saklı resimleri” düşünülmeye değmez mi?
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 27 Mart 1889’da doğdu. İkinci Abdülhamid dönemiydi. Uzun ömründe (85 yıl) Meşrutiyet, Trablus Harbi, Balkan bozgunu, göçler, Birinci Dünya Savaşı, mütareke yılları ve Kurtuluş Savaşı gibi büyük hadiseleri yaşadı. Türkiye tarihinin önemli birçok olayının tanığı oldu, Atatürk’ün sofrasında bulundu.
1909’da Fecri Ati’cilere katılarak topluluğun kurucuları arasında yer aldı. Ateşkes yıllarında İkdam gazetesindeki yazıları ile Millî Mücadele’yi destekledi. 1923 yılında milletvekili olarak Meclis’te, 1932’de ise bu kez Kadro dergisinin kurucuları arasındaydı. Buradaki yazıları büyük ilgi çekti, ancak dergi bazı aşırı görüşleri de yayınladığı için 1934’te kapatıldı.
Yakup Kadri, Batı tarzı eğitim aldığı için olsa gerek eserlerinde dönemin Batı’daki edebiyatçıları gibi gerçekçi edebiyata yöneldi… Kitaplarında yazıldığı dönemin toplumsal, siyasal, sosyal ve ekonomik koşulları mutlaka yer aldı.
Bir yandan tasavvufla, özellikle Bektaşilik’le ilgilendi; çok yönlü hayatlar yaşadı. Hem ateistti hem tasavvufçu. Bir milliyetçi olarak batı'ya karşıydı, ancak onu anlamsızca reddetmiyordu. Sonuçta “kendi meselelerine sadık, batılı bir Türk”tü Yakup Kadri.
1942 yılında CHP Roman Armağanı’nı kazanan “Yaban”, yazarın Anadolu köylüsünü anlatırken aydınları eleştirdiği bir yapıttı.
“Sodom ve Gomore”de ise ateşkes döneminin mutsuz insanları anlatılırken arka planda bir devrin anatomisi de çiziliyordu.
“Hep O Şarkı”da mutsuz insanlar vardı, ancak politik yönü diğer kitaplarına göre daha azdı.
1955’ten sonra roman ve hikâyeyi bırakarak anılarını yazmaya yöneldi. 1974 yılının 13 Aralık’ında hayata gözlerini yumana kadar da bu uğraşını sürdürdü.
Benim çok sevdiğim kitaplarından birisi “Kiralık Konak”tır. Romanın kahramanlarından Seniha’nın şu sözleri belleğime âdeta kazınmıştır:
"Nafile başını sallama! Benden belki nefret bile ediyorsun. Sana demin vücudumun güzel taraflarını gösterirken beni seviyordun. Fakat ne vakit ki hayatımın çirkin taraflarını göstermeye başladım, benden tiksindin. Genç iken ve güzelken vücudu soymak iyidir. Fakat hiçbir yaşta ruhu soymaya gelmez. Ve herkes önünde, hatta kendi önümüzde bile, daima giyimli durmalıdır."
Hiçbir zaman hayat adamı olamamış romanın bir diğer kahramanı Hakkı Celis, bu sözleri duymazdan gelecektir. Seniha bireysel olmaya çalışırken gerçekçidir de... Halbuki Hakkı Celis, ona bir tanrıça gibi tapan Hakkı Celis bireyci kişiliği yavaş yavaş değişirken bile ne yaptığının tam farkında değildir.
Seniha, ruhunu Hakkı Celis'in önünde sergilemekten çekinirken, vücudunu savaş vurguncularının önünde soymaktadır. Ancak, onlarla birlikteyken son derece huzursuzdur.
Kitabı anlatmayayım, lütfen okuyun.
Evet, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yapıtlarında ruhları sergiliyordu. Hamdullah Suphi Tanrıöver ona "ruhun ressamı" diyor, şöyle devam ediyordu:
“Okurlarının gönül telini titretirken tam bir psikolog gibidir.”
Rıza Tevfik bir yazısında “Meselâ Yakup Kadri, pek ruh âşina, pek psikolog, pek nezih bir muharrirdir; berrak, ağır başlı bir üslûbu vardır” diye yazacaktı.
Neredeyse bir asır sonra bugün de ruhlarımızın giyimli durmasından başka çaremiz var mı? Kıyafetlerin altında gizlemeye çalıştığımız yalnızca bedenlerimiz, yalnızca cinsellik değil, soyunmaya korkan ruhlarımız da değil mi?
Bugünü anlamak için, yıllar önce yazılan kitaplara da dönülmeli kimi zaman. Yakup Kadri'nin bakışıyla “ruhların saklı resimleri” düşünülmeye değmez mi?