Rota değişikliği şart

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Sürekli yenilemek zorunda kaldığımız ekonomi modelleriyle kırılganlığımızı keskinleştirip risklerimize yenilerini eklediğimiz açık olduğuna göre elimize ne geçiyor diye merak etmeden duramıyoruz. Bulduğumuz cevap iktisat biliminin bilinen ilkeleri çerçevesinde pek anlamlı değil ama siyaset zanaatının kuralları içinde yer buluyor: Sürdürülebilir olmasa ve kitlelere yansımasa da, neye mal olursa olsun, kısa vadeli bir büyüme oranını garantilemek. Bunun için de enflasyonun çok altında bir mevduat ve kredi faiziyle üretimi ve ihracatı körüklemek. Hiçbir yapısal düzeltme içermeyen böyle bir politikanın toplumsal maliyeti, geniş kitlelerden belli kesimlere kaynak transferi ve gelir dağılımında bozulma yaratması göze alınmış oluyor. Politikanın yürütülmesinde karşılaşılan aksaklıklar da, “kur korumalı mevduat” örneğindeki gibi mahiyeti tartışmalı taktik enstrümanlarla gideriliyor.

Enflasyonda ipler elden kaçtı

Beterin beteri varmış. Uzun zamandır süren çok eksenli sorunlar yumağımız, son bir yıl içindeki gelişmelerle şekil değiştirmiş, bunların bir tanesi ve bütün toplumu ilgilendirdiği için en önemlisi yani enflasyon öne çıkarak devasa boyutlara varmış bulunuyor. Hiper enflasyon kapıda. Devletin resmi rakamlarına yani TÜİK’e göre Mart ayı itibariyle yıllık yurt içi üretici fiyatları artışı %115’i buldu. TÜFE ise yıllık bazda %61, geçtiğimiz Aralık ayına göre %23. Bu da bir rekora, son 20 yılın zirvesine işaret ediyor. Ayrıca TÜFE ile ÜFE’nin arasındaki farkın hala bu kadar açık olması çok yakında tüketici fiyatlarının da üç haneli olacağının göstergesi. (Tabii bazı bağımsız uzmanların bunun çoktan gerçekleşmiş olduğu yolundaki tespitlerini de dikkate almazsak.) Çok yakın geçmişte yani yaz sonunda yıllık enflasyonun %20’nin altında olduğunu düşünürsek akla ziyan bir ivmelenmeden söz ediyoruz. Kaldı ki o günlerde de biz 2018 ve sonrasındaki ekonomik politika hatalarının bizi iki haneli kronik enflasyona mahkum ettiğinden, tek haneli enflasyona düşürülmesi için radikal politika değişikliklerine gerek olduğundan söz ediyorduk. Yeni durumda , makul düzeyde iktisat bilgisi olanlar için tartışma olanağı büyük ölçüde daraldı. Belli ki risk yönetimini, risk algısını düşürmeyi önemsemeyen, dolarizasyon eğilimine de aldırmayan ve maliyeti ne olursa olsun kredi pompalama ile büyüme amaçlayan, yani sürdürülebilir ve kalıcı değil, kısa vadeli ve günü kurtarmaya dönük başarı arayışındaki bir irade söz konusu.

Vardığımız noktada OECD ülkeleri arasında en yüksek enflasyona sahip ülke, bütün dünyada da en yüksek enflasyonlu beş ülkeden biri durumundayız. Üstelik diğer ülkelerin çok büyük çoğunluğunda, sık sık kendimizi karşılaştırmaktan zevk aldığımız gelişmiş ülkelerin de tümünde enflasyon tek haneli olmasına rağmen %3’ün üstünde ise tehlikeli olduğu kabul edilmekte ve başta faiz arttırma olmak üzere sıkılaştırıcı para politikası uygulanmakta. Nitekim Euro’nun para birimi olduğu AB ülkelerinde emtia ve enerji fiyatlarında ve genel enflasyonda gözlenen ve kaygı uyandıran artışlar, bizdeki artışlarla karşılaştırılamayacak kadar düşük: %7.5 olanTÜFE, enerji ve gıda dışarıda bırakıldığında %3 ve gıda enflasyonu %4.8. Bu rakamların bizdeki karşılıkları sırasıyla %61, %48 ve %72. Elektrik ve doğal gaz fiyatlarındaki artışlar açısından da arada beş kata kadar varan farklar var. Buna karşılık bizde ne enflasyona, ne de dolarizasyona karşı tutarlı ve bütüncül bir önlem demeti günemde değil. TL mevduatta gözlenen erimenin durdurulması için geliştirilen “kur korumalı mevduat” uygulaması da dolara endeksli olduğu için mahiyet itibariyle tartışmalı olduğu gibi, aradaki farkın karşılanması için Hazine ve Merkez Bankası’na çok büyük bir risk yükleme anlamına geliyor. İlk üç aylık vade sona ermekle birlikte, bu hesaplara yatırılmak için bozdurulan dövizler ve Hazine/MB tarafından karşılanan faiz bölümü hakkında ayrıntılı açıklamalar yapılmış değil. Yükselen enflasyon ve yukarı yönlü baskı altındaki döviz fiyatları nedeniyle kamu finansman dengesine eklenecek bu yeni kamburu ölçümleyemiyoruz. Sözün kısası hem enflasyonda, hem de kamu finansmanında risk birikiminde ipler ve kontrol elden kaçmış görünüyor. Bakan’ın şimdi umut bağlamış göründüğü yaz aylarının sağlayacağı nısbi rahatlamanın yıllık enflasyon oranlarında yıl sonuna doğru yol açacağı düşüşün artıştaki tempoda olması da imkansız; olsa olsa baz etkisine bağlı doğal bir azalma sözkonusu olur, o kadar. Belli ki 2024’e kadar  %50’nin üzerinde yüksek enflasyon konjonktürü içinde yaşayacağız.

Büyüme ve refah ufku tıkalı

Enflasyon dışında yeniden artmaya başlayan cari açık, dış borçlar ve dış finansman maliyetleri açısından da başımız dertte. Pandemi’nin hafiflemesiyle artması beklenen turizm gelirlerinin de Rusya- Ukrayna savaşı dolayısıyla sınırlı kalacak olması, enerji ve hammadde ithal maliyetlerindeki geçen yıla göre üç katın üstüne çıkan olağanüstü artışın telafi edilmesini imkansız kılacak. İhracat gelirlerinde artış ta, ekonomik yapının ithalat bağımlılığı sebebiyle, dış ticaret açığının azalması anlamına gelmiyor. Cari açık dışında bir de yıl içinde çevrilmesi gereken yaklaşık 177 milyar dış borç ödemesinin finansmanı için dış piyasalardan yapılacak yeni borçlanmanın maliyetinin eskisinden de yüksek olacağı açık. Hazine’nin son zamanlarda yaptığı yurtdışı tahvil ihraçlarında faizin % 9’a yaklaşması, dış borcun üçte ikisini üstlenen bankaların ve özel kesimin bundan da yüksek bir maliyete katlanması demek. Ülkedeki risk birikimi ve kırılganlık artışı,bu konuda iyimserliği imkansız kılıyor. Dünyada da parasal sıkılaştırmanın başlaması işimizi tümden zorlaştıracak.

Ekim sonu üretici fiyatları endeksine göre belirlenen yeniden değerleme oranının bu defa rekor bir düzeyde, muhtemelen %100’ün üzerinde çıkması, bir dizi vergi ve harcın da büyük ölçüde arttırılması anlamına gelecek. Asgari hayat standartlarını sürdürmekte zorlanan kitlelerin refahı daha da azalacak. Sözün kısası ne büyümenin sürdürülebilirliği, ne de toplumsal refah yönünden ufukta bir ışık görünmüyor. Rota değişikliği şart.

Tüm yazılarını göster