Büyüme üzerine iktisat teorisinde çok farklı yaklaşımlara yer veriliyor. Modern iktisada yönelik ilk düşünceler paylaşıldığında ana olarak mikro düzeyde karlılık, üretim ve maliyet konularına odaklanırken, artan nüfus konusuna da değinildiği görülüyor. Artan nüfusla beraber insanın ihtiyaçları da artıyor ve bu ihtiyaçların nasıl karşılanacağı tartışılıyor. Bazı düşünürler artan insan ihtiyaçlarının karşılanmasını da sermayenin büyümesine bağlıyor. Sermayenin daha fazla büyümesi ise daha çok kaynak gerektiriyor ve bu, enerji ihtiyacını arttırıyor. Bu da temel çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu noktada da “sürdürebilirlik” kavramı öne çıkıyor.
Aslında temel tartışma, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve bu projenin içinde yer alan sınırda karbon vergisi ile başladı. İktisatçılar uzun süre çevre konusunu büyüme içinde dikkate almazken, çevre ile ilgili düzenlemeler hem devletlerin hem de şirketlerin büyümesi ve sürdürebilir olmaları için öncelikli dikkate almaları gereken temel yaklaşımlar haline geldi.
Roma Kulübü ne öneriyor?
Dünyada sürdürülebilirlik kavramı 1970’lı yılların ortalarından itibaren önem kazanmaya başladı. Çünkü bu zamana kadar insanoğlunun dünyaya verdiği zararın boyutları somut örneklerle ortaya konulamadı. Dünyanın nüfusuna karşılık doğal kaynakların yeterli olduğu düşünüldü. Ancak teknoloji gelişip endüstri ilerledikçe, ürün çeşitliliği ve tüketim arttıkça doğal kaynakların tüketimi hız kazandı. 1960’lı yılların ortalarından itibaren çevre sorunları konusunda kaygılar artmaya başladı. Sürdürülebilirlik konusu kapsamlı şekilde ilk kez Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda gündeme getirildi. 5 Haziran 1972 tarihinde Stockholm’de düzenlenen konferansta doğal kaynakların kullanımına ve gelecek kuşakların haklarına dikkat çekildi. Bu çerçevede sürdürülebilirliğe dikkat çeken bir başka oluşum, 1968 yılında, bilim insanlarının bir araya gelerek kurduğu Roma Kulübü oldu. Roma Kulübü’nün 1972 yılında hazırlayıp sunduğu “Büyümenin Sınırları” başlıklı rapor çarpıcı gerçekleri de gözler önüne seriyor.
Roma Kulübü hazırladığı raporda 5 değişkeni temel alarak bir soru soruyor. Hızlı nüfus artışı, gıda üretimi, sanayileşme hızı, çevre kirliliği düzeyi ve doğal kaynakların tükenme hızı bu seviyede ilerlemeye devam ederse önümüzdeki yüzyıl içinde ekonomiyi nasıl bir gelecek bekliyor? Araştırma sonucu olarak dünya nüfusunda, sanayileşmede, çevre kirlenmesinde, gıda üretiminde ve doğal kaynakların tükenmesinde büyüme eğilimi bugünkü gibi devam ederse dünyadaki ekonomik büyümenin 100 yıl içinde sınıra dayanacağı ve kontrol altına alınamayan bir düşüş yaşanmaya başlanacağı belirtiliyor.
Öneri olarak da üçüncü dünya ülkelerinin sanayileşme ve kalkınmasının dünya doğal ve ekonomik kaynak potansiyeli tarafından karşılanmayacağı belirtilerek “sıfır büyüme” teklifi getiriliyor. Özellikle az gelişmiş ülkelerdeki açlık ve yoksulluğa olan dayanıklılığa işaret ederek büyümeye sınır getirmeyi planlıyorlar. Böylece dünyada doğal çevre düzeninin korunacağı ve kirlilik sorununun önüne geçileceği varsayılıyor. Bu noktada da ciddi tartışmalar ortaya çıkıyor. Çünkü rapor gelişmiş ülkeler lehine sonuçlar içeriyor. Ancak çevre meselesine dikkat çektirmeyi başarıyor.
Büyüme ve çevre arasındaki çelişki
Uzun süredir iktisattaki genel anlayış, büyüme teorilerinde çevre sorunlarını önceliklendirmeme yönündeydi. Piyasa ekonomisinin temel işleyişinde, çevre yerine daha çok kâra, üretime ve satışa odaklanılmış durumdaydı. Bu yaklaşımda büyüme ile ilgili temel problem olan nüfus artışı hep dikkate alınmış ve kıt kaynaklar ile artan nüfusun ihtiyacının nasıl karşılanacağı tartışılmıştır. Fakat temel makro ekonomik problemler arasında çevre kirliliği konularına yer verilmiyor. Hatta iktisat ders kitaplarınızı bir kontrol ederseniz çevre konusu yine ya son konudur ya çok kısadır ya da bu konuya hiç yer verilmediğini görebilirsiniz.
Aslında Avrupa Yeşil Mutabakatı ile büyüme için de yeni bir yaklaşım hayatımıza giriyor. European Green Deal (Avrupa Yeşil Anlaşması) AB’nin yeni bir büyüme stratejisi olarak açıklanıyor. Bunun ile AB; sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar 1990 seviyesine %50-55 azaltma ve 2050 yılına kadar “karbon nötr” olma hedefi veriyor. Planda, 2050’ye kadar üye ülkelerin karbon nötr olması ve döngüsel ekonomiye geçiş finansmanı ve AB’den karbon kaçağını önlemek için yol haritası ortaya koyuluyor.
Çünkü günümüz dünyasında çevre ile ilgili en önemli konu sera gazı salınımı. Bunu azaltmak ve buna yönelik yeni bir ekonomik sistem planlamak ana hedef olarak karşımıza çıkıyor. AB sera gazı yüksek olan sektörleri belirleyerek bu sektörlerdeki sera gazı azalımı için birtakım iyileştirmeler ve yatırım yapılmasını planlıyor. Bu sektörleri de enerji, bina ve inşaat, endüstri ve ulaşım olarak belirlemiş durumda. Özellikle enerji sektörünün karbon azalımı oldukça önemli. Büyüme ile çevre duyarlılığı bir araya getirilerek yeni bir strateji geliştiriliyor.
Ne yapılmalı?
Yeni stratejiler ile iktisat teorisinde yeni yaklaşımlar da yerini alıyor. Artık çevre konuları makro ekonomik bir sorun olarak düşünülüyor. Nasıl devletler politika oluştururken işsizlik, enflasyon ve büyüme gibi konuları dikkate alıyorsa yeni dönemde çevre de benzer bir ağırlıkta yerini alıyor. Refahın ve büyümenin artması artık devletlerin tek hedefi olmaktan çıktı. Çevre kirliliğine rağmen bir büyüme politikası yürütülmesinin artık bir karşılığı bulunmuyor. Pandemi sürecinin bu yaklaşımı daha da ön plana çıkardığı görülüyor. Bu nedenle hem devletler ve şirketler temelinde hem de bireysel olarak çevre konusuna yönelik stratejiler benimsenmesi gerekiyor.
Roma Kulübü çevre ile ilgili konuları dile getirdiğinde küresel ısınma, küresel salgın ve iklim değişikliği konuları henüz gündemde değildi. Bu bağlamda konuyu gündeme getirmesi anlamında başarıya ulaştığını söyleyebiliriz. Ancak çözüm önerilerinin haklılıklarına gölge düşürdüğünü görüyoruz. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda da ana amacın çevre olması gerekir. Roma Kulübü gibi benzer bir yaklaşımın bu süreçte olmamasını dileriz.