Riksbank için küçük eksi getiriler için büyük bir adım

Şant MANUKYAN Ekofobi

Geçen hafta hak ettiği kadar tartışılmayan bir gelişme yaşandı. Dünyanın en eski merkez bankası unvanını taşıyan Riksbank beklendiği gibi faizleri yüzde 0 seviyesine çekti. Son açıklanan imalat PMI 45.4 seviyesinde ve işsizlik oranı da haziran ayından bu yana yükseliyor.
Yani ekonomide ciddi bir ısınma ve kontrolden çıkmak üzere olan bir enflasyon riskine karşı yükseltilen bir faizden bahsetmiyoruz. Bu nedenle merkez bankasının attığı bu adım ya da faiz artışı kararı görünenden daha kritik bir karar. Toparlanmanın momentumuna mı güveniyorlar, yoksa negatif faizlerin verdiği zarar mı öne çıkıyor? Sorunun cevabı çok açık şekilde ikincisi. Kararda 2 şerh vardı ve öngörülen faiz patikasına baktığımızda oran 2021 sonuna kadar yüzde 0.0 olarak görünüyor. Yani reel faizler eksi olmayı sürdürecek. Hane halkı borç oranı yüzde 180 seviyesinde ve merkez bankası bundan rahatsız olduğunu net bir şekilde vurguluyor.
Merkez bankasının negatif faiz politikası, yatay enflasyon ve zayıf ekonomik dinamiklere paralel olarak bir süredir eksi getirilerle işlem gören 10 yıllık İsveç tahvilleri ağustos ayında yükselişe geçtikten sonra aralık başından bu yana artı seviyelerde işlem görmeye başlamıştı. Yani zirvesinde 17 trilyon dolara ulaşmış olan eksi tahvil stokundan çıktılar. Şu andaki stok büyüklüğü 11 trilyon dolar civarında. İsveç Kronu ise eylül ayından bu yana euroya karşı değer kazanıyor.

Peki ne oldu da Riksbank negatif faiz politikasından vazgeçti? Aslında yeni bir dinamik söz konusu değil. Sadece teorinin pratikte çalışmadığını görmeye başladılar. Borçlanma maliyetlerinin düşürülmesinin doğal neticesi daha fazla kredi kullanımı gibi görünse de “bilanço resesyonu” tabir edilen durumlarda bu sav geçersizdir. Nitekim en iyi örnek Japonya’dır. Kriz sonrası bilançosu hasar alan özel sektör ve hane halkı borçlanma maliyetleri çok düşük olsa bile borç oranını artırmayı değil düşürmeyi hedefler. Dahası kredi almak için sadece oranların düşük olması yetmez yatırım fırsatının getirisinin de yüksek olması gerekir. Oysa bugün dünyada hem ciddi bir belirsizlik hem de getiri sorunu nedeniyle yatırımlar genel olarak zayıf seyrediyor. Yani düşük oranlar doğru yerde etkisini göstermediği gibi temelde zayıf olan ekonomik aktörlerin de batmadan hayatını sürdürmesini sağlıyor ve zombi şirket kavramını ortaya çıkartıyor.

Merkez bankası politikasının yarattığı “düşük risk” ortamı normal koşullarda piyasadan borçlanamayacak olan şirketlerin hak ettikleri oranın çok altında kredi bularak hayatta kalmasına neden oluyor. Ancak bu kredilerin geri dönme ihtimali düşük ve bankalar kaynaklarını hatalı yatırımlara yönlendirmiş oluyor. Eksi getirilerin banka bilançoları üzerinde yarattığı hasar da cabası.

İsveç küçük bir ekonomi ve Riksbank’ın kararları da dünya piyasalarını çok fazla sarsamaz. Ancak bu kararın ardından ECB üyeleri de kendisine şu soruyu sormuş olmalı: Negatif faizler işe yarıyorsa neden kredi büyümesi zayıf ve enflasyon yıllardır aynı seviyede duruyor? Şayet ECB, Riksbank’ın peşinden gidecekse başta eksi getirili 11 trilyon dolar olmak üzere pek çok yatırımın fiyatlamasında büyük değişiklikler olacaktır. Bir yılı daha elle tutulmayan fantastik kavramları tartışarak tamamladık. 2020 yılının tüm dünya okuyucularına mutluluk ve huzur getirmesini diliyorum.

Tüm yazılarını göster