Son 20 yılda en önemli olaylar Çin’in yükselişi, AB’nin hem siyasi hem ekonomik güç olarak ağırlığını kaybetmeye başlaması ve Rusya’nın siyasi ve askeri bir “ikincil güç” olarak toparlanması oldu. İkinci derecede bir güç çünkü ekonomisi ve teknolojisi ABD ve Çin’le rekabet edebilecek durumda olmaktan hayli uzak. Esasen Amerikan ekonomisinin Avrupa üzerindeki üstünlüğü 1990’lar boyunca aşikârdı. Clinton’un ilk iki yılından sonra 1980’lerin sonunda olması hayal bile edilemeyeceklerin hepsi yavaşça gerçekleşmeye başladı. Bir anlamda “yeni ekonomi” tartışmasının kaderi 1960’ların neoklasik sentezinin yükselişine benzetilebilir: 1960’ların sonuna doğru Amerikan ekonomisinin artık derin bir kriz yaşamayacağı, kapitalizmin değiştiği ve kontrol edilebildiği dile getirilmeye başlanmışken, aslında iş çevrimi sonuna yaklaşıyordu ve durgunluk geri geliyordu. Hatta sonunda yeni biçimde stagflasyon adıyla isimlendirilecek tarzda geri döndü. Amerikan ekonomisinin nitelik değiştirdiği görüşü giderek daha yüksek sesle dille getirilirken ve Greenspan’ın dahi retoriğine yerleşmeye başlarken giderek daha çok sayıda analist bu görüşe yaklaşırken 2001 resesyonunun geleceği belli olmuştu.
İlginçtir, 2001 resesyonu 2007-09 resesyonundan daha fazla öngörülmüştü; oysa ABD’nin 2001 resesyonu 2008’in ve 2020’nin yanında ancak bir esinti sayılabilir. O dönemde kaybedilen şey temel bir inanç, kapitalizmin dinamiğine duyulan güven değildi. Güven kaybının boyutu asla bu noktaya ulaşmadı. Ama internet, bilgisayar yazılımı, yüksek teknoloji yatırımları, “yeni ekonomi” ve kalıcı olarak artan verimlilik, kalıcı olarak azalan işsizlik teması yerini “dengeyi sağlamak bu kadar da basit değil” görüşüne bıraktı.
Stagflasyon olasılığı tartışılıyor ama bu zaten 2008 sonrası sıklıkla ortaya çıkan bir durum. İlk ve gerçek stagflasyon 1973 petrol şoku tarafından ateşlenen stagflasyondu ve Bretton Woods sonrası sabit kurdan çıkışta ne olacağını anlamakta zorluk çeken, kuru tekrar sabitlemek için çare aramayı düşünen politika yapıcıları için büyük sorundu. Büyük sorundu çünkü reel petrol fiyatları yüze senden fazla bir zaman boyunca kontrol altındaydı. 1970ler bir ilkti. Daha sonraki her kısa süreli emtia fiyatı artışı + durgunluk için stagflasyon dersek bu terimi aşırı kullanmış oluruz. Yine de stagflasyon benzeri bir süreç başlarsa Fed önce enflasyona bakar ve faiz artışını öne çeker diyebiliriz. Bu durumda dolar daha da değer kazanır. Altın zaten dolara bağlı ve dolar değer kazanınca gevşeme eğilimi var. Böyle olursa petrol ve altının –ki daha hızlı hareket ediyor çünkü doların değerine daha bağlı- şu andaki yüksek seviyelerden gevşemesi beklenebilir. Özetle stagflasyon benzeri senaryolarda sistemin içine gömülü bir faiz-dolar-emtia döngüsü var ve bir stabilite mekanizması olarak çalışacaktır. ABD bazlı para sistemi bu anlamda (da) hala çalışıyor.
Örnek vereyim: ABD ekonomisinde iş çevriminin 1980’lerin başında nitelik değiştirdiği tezi büyük isimlerden destek buluyordu ve bu konsensüs 2008’e kadar sürdü. Tartışılan şey bu gelişmenin Fed politikalarının değişmesinden mi, yoksa şans öğesinden mi –örneğin petrol fiyatlarının patikası- kaynaklandığı olup, saptamanın kendisi tartışma konusu değildi. Gerçi “dünyanın en borçlu imparatorluğu” (Ken Rogoff) 12-13 senedir içinden tam çıkamadığı bir sarmala savruldu. Savruldu ama diğer ülkeler ve bölgeler daha da fazla savruldu ve ABD’nin ne teknolojik üstünlüğü ne sermaye gücü ne de politik ağırlığı azaldı.
Aslında son 12-13 senede ağırlığı hızla azalan tek güç AB oldu. Avrupa ABD’nin yanında türevdir. Birliğin ekonomik bir birlik olabilmesinin nelere bağlı olduğu biliniyordu ve para birliği bu yöndeki iradenin bir göstergesi olarak algılanıyordu. Fakat gerçekten birleşen bir ekonomik toplulukta eğilim tek bir iş çevrimi oluşmasına doğrudur. Elbette, ekonomik olarak oldukça bütünleşmiş bir bölgede böyle bir eğilim her zaman var olacaktı. Ancak farklı para ve kamu maliyesi politikalarının, farklı finans piyasalarının, farklı işgücü piyasalarının bulunduğu bir yerde bu eğilime karşı eğilimler de güçlü olabilirdi. Para birliği senkronize bir döngünün önündeki engelleri kaldırmalıydı ama olmadı. Para birliği tek bir Avrupa iş çevrimi ortaya çıktığı ölçüde optimaldir. Gelinen noktada bu iş olmamıştır. Brexit belki de İngiltere para birliğine girmediği anda ima edilen bir sonuçtu.
Özetlersek global stagflasyon bir risktir ama ne 1970lerin stagflasyonu kadar tehlikelidir ne de sürprizdir. Parasal sistem Fed faizleri yoluyla hızla dengeye gelecek ve bu uzun sürmeyecek. Asıl mesele çok uzun süren düşük faiz bol likidite ortamında geliştirilen yeni teknolojilerin ne zaman ve hangi biçimde yaygınlaşacağı.