Gila Benmayor
Yazıya bir soru ile başlıyorum. İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde geçtiğimiz hafta ‘İmge, Metin, Gösterge’ başlıklı sergisi açılan Barselona doğumlu Katalan ressam Joan Miró’nun en iyi tanıdığımız işi hangisidir desem?
İspanya’nın 40 yıldan beri turizm tanıtımında kullandığı ‘Sol de Miró’ ya da ‘Miró’nun Güneşi’ logosu kim bilir kaç kez karşınıza çıkmıştır? Hani ortası kırmızı, çevresi siyah ve yarım sarı bir çemberle taçlandırılmış, altında dans eden harflerle ‘Espana’ sözcüklerinin yazılı olduğu efsane logo.
İspanyol Hükümeti’nin siparişi üzerine Miró’nun 89 yaşında iken tasarladığı bu logo bir ülke ile özdeşleşen ilk sanat eseridir aynı zamanda.
Türkiye’nin ülke tanıtımı için bu kadar etkili bir logoya neden sahip olmadığını hep düşünürüm.
Her neyse Miró’ya dönersem sergi açılışından önce ilk gözüme çarpan Arkas Sanat Merkezi’nin Kordon’daki tarihi binanın ön yüzündeki tanıtım afişi.
Sanatçının 1959 yılında yaptığı parlak yeşilin hakim olduğu ‘Kadın ve Kuş’ tablosu. Birbirine geçmiş düz ve kavisli çizgiler, yuvarlaklardan oluşan bu soyut resme sanatçı neden ‘Kuş ve Kadın’ adını vermiş? Serginin küratörü ve dünya çapında bir Joan Miró uzmanı olan Amerikalı sanat tarihçisi Profesör Robert Lubar Messari’ye göre, 1924 yılından itibaren işaretler dilini kullanmaya başlayan Miró’nun tablolarına bıraktığı işaretler bir tür el yazısına dönüşüyor. Hatta şiire dönüşüyor. Bu işaretleri okuduğunuzda tabloda bir kuş ve bir kadın olduğunu anlıyorsunuz. Örneğin sanatçı kadını temsil etmek için yuvarlaklar kullanıyor.
Arkas Sanat Vakfı ve Porto kentindeki Serralves Vakfı iş birliğiyle hayata geçen sergi, daha önce Sabancı Müzesi’nde ve Pera Müzesi’nde sergilenen Miró’nun Türkiye’de hiç görülmemiş, sanatçının 1924’ten 1981 yılına kadar ürettiği 74 eserinden oluşuyor. İzmirli sanatseverler için büyük bir şans.
Serginin açılış konuşmasını yapan Arkas Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas’a göre, Miró eserleriyle şaşırtıyor ve ne anlatmak istediği üzerine düşünmeye zorluyor.
“Sanatçının tam yapmak istediği bu” diyen Lucien Arkas “Miró bana göre sürrealizmi başlatan bir kişi bir öncü. Bu yüzden işleri çok değerli. Sergi Türkiye’de düzenlenmiş en kapsamlı Miró sergilerinden biri” diye ekliyor.
Arkas Sanat Merkezi’nin 13 yılda gerçekleştirdiği 27. sergi olan ‘Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge’ sergisinde de yer alan eserler Portekiz Devleti Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na ait ve 25 yıllığına Porto’daki Serralves Vakfı Çağdaş Sanat Müzesi himayesine verilmiş.
İzmir Belediye Başkanı Cemil Tugay ile birlikte sergi açılışına gelen Porto Belediye Başkanı Rui Moreira konuya aydınlık getiriyor: “Portekiz Hükümeti 2014 yılı finansal kriz sırasında, 2008 yılında devletleştirilen Portekiz BNP Bankası’nın Miró koleksiyonunu elden çıkartmak istedi. 49 milyon dolara satılması için ünlü müzayede evi Christie’s’e başvurdu. Muhalefet olarak karşı çıktık. O dönemde Porto Belediye Başkanı olarak satışa karşı çıkan en güçlü seslerden biriydim. Portekiz Hükümeti değişince eşsiz parçalardan oluşan Miró Koleksiyonu satılmadı. Hükümet satışa karşı verdiğimiz mücadele nedeniyle Miró Koleksiyonu’nun bir süreliğine şehrimizde muhafaza edilmesine karar verdi.”
Moreira, “Finansal krizin pençesinden kurtarılmış bir koleksiyon ile karşı karşıyasınız” diyor.
Bu arada söz konusu koleksiyon, Joan Miró’nun ABD’de galericisi, Henri Matisse’in küçük oğlu Pierre Matisse tarafından bir Japon koleksiyonere satılmış. Portekiz Bankası da yatırım amacıyla zamanında tüm koleksiyonu satın almış ve gün yüzüne çıkartmayarak yıllarca depolarda muhafaza etmiş. Sanat eserlerinin nasıl el değiştirdiğine ilişkin ilginç bir örnek Miró Koleksiyonu.
Sergiye dönersem, Arkas Sanat Direktörü Müjde Unustası, koleksiyonun Miró’nun belli bir dönemine odaklanmaksızın 60 yıllık kariyerini kapsadığına dikkat çekiyor. Unustası’na göre, koleksiyonun bir diğer özelliği de Miró’nun kullandığı teknik ve malzeme zenginliğini ortaya koyması.
“Sanatın estetik bir ifade olmanın ötesinde güçlü bir eleştiri aracı olarak kullanabileceğini vurgulayan ‘Yanık Tuvaller’ de Türkiye’de ilk defa sergileniyor” diyor, Unustası...
Sanatçı tuval, kağıdın yanı sıra, sunta, çuval bezi, gazete gibi çeşitli yüzeylere de çizmiş. Duvar halıları, kolaj, seramik eserler, heykeller üretmiş.
Serginin kürotörü Robert Lubar Messeri’nin ise Miró ile ilgili aktardığı bilgiler oldukça ilginç.
1893 yılında Barselona’da doğan Miró Katalonya’da toplumsal dönüşümün yaşandığı yıllarda büyümüş. Katalan dilinin ulusal bilincin bir aracı olarak kabul edildiği ilk nesil sanatçı ve entelektüellerin arasında Miró. Katalan Rönesansı diye adlandırılan dönemde Miró gibi modernist sanatçıların, Gaudi gibi mimarların isimleri öne çıkıyor. Messeri’ye göre, Miró kendini ressamlardan ziyade yazar ve şairlerin dünyasına ait hissediyor ve eserlerini ‘resim-şiir’ olarak tanımlıyor.
Yüzyıl önce ABD’ye göç etmiş İzmirli bir aileden gelen Robert Lubar Messeri’yle ayaküstü sohbetimizde Miró’nun pek bilinmeyen yönlerini konuşuyoruz. Miró’nun en büyük alıcıları ABD’de zira tablolarını galerici satan kişi Pierre Matisse. Miró’nun en erken alıcısı olan MoMa, sanatçının önemli bir koleksiyonuna sahip. Barselona’daki Joan Miró Vakfı Müzesi’yle birlikte MoMa ve Paris’teki Pompidou Merkezi en çok Miró eserine sahip kurumlar.
Picasso, Dali, Max Ernest gibi sanatları kadar gürültülü yaşamlarıyla da ses getiren Miró özel hayatını sanatından ayrı tutan biri. 1929 yılında evlendiği karısı Pilor Juncossa ile ölümüne dek (1983) birlikte...
“Sevgileriyle, eşleriyle gündeme gelen maço Picasso’nun aksine Miró tam bir aile babasıydı” diyor Messeri.
Küratöre göre, Picasso kübist olarak anılmasına rağmen Miró’ya göre klasik geleneğe, daha yakın bir sanatçı. Miró’nun dili hem daha soyut, hem daha radikal.
“Picasso her ne kadar figürlerini ters yüz etse de formların, figürlerin ressamı. Katalonya’nın kırsalında büyüyen Miró ise toprağın, doğanın ressamı” diyor Messeri.
Yedinci yılına giren ve bienal gibi şehrin çeşitli mekanlarına dağılan 212 Photography İstanbul’un Karaköy Hattı’ndaki sergileri bir şaheser…. Saint Benoit Kilisesi, Galata Rum Okulu, Tophane-i Amire’deki sergiler görsel bir şölen…
Tophane’deki Saint Benoit Lisesi’nin içindeki Katolik Kilisesi’nin varlığından bile haberdar değildim.
Karaköy vapuruna giderken haftada en az iki kez önünden geçtiğim Saint Benoit Kilisesi renkli vitraylarıyla 14. yüzyıldan beri ayakta.
212 Magazine Genel Yayın Yönetmeni Merve Arkunlar eşliğinde, yedinci yılına giren ve bienal gibi şehrin çeşitli mekanlarına dağılan 212 Photography İstanbul’un Karaköy Hattı’ndaki sergilerini geziyoruz. İlk durak Saint Benoit Kilisesi.
İstanbul’un köklü tarihine, hatta Fransız Devrimine tanıklık eden kilisedeki ‘Döngüde Olan’ sergisi Ahmet Rüstem Ekici ile Hakan Sorar ikilisinin dijital eserleri tek kelimeyle sihirli.
Kilisenin estetiğine uygun objeler mesela Faberge yumurtaları, kubbeler, melekler, kadife yastıklar, haçlar, bir tür pervane sistemi olan holofan sayesinde mekâanı dolduran üç boyutlu varlıklara dönüşüyor.
Gözünüzü tavandan, apsisten, duvarlardan ve günah çıkartma kabinlerinden alamıyorsunuz.
Hele kilisenin bir köşesinde duran bir grup rahibe o kadar canlı ki.
İkinci durak Galata Rum Okulu’ndaki iki sergi ‘Spot Işıklarının Ardında: Müzik Dünyasının Hikâayesi’ ve Amsterdam’da yaşayan fotoğraf sanatçısı Viviane Sassen’in sergisi.
Müzik sergisinin küratörü kendisi de fotoğrafçı olan, New York’ta yaşayan Ebru Yıldız.
Çoğunlukla siyah beyaz fotoğraflar 60’lara, 70’lere dayanıyor.
Leonard Cohen, Nick Cave, John Lennon, David Bowie, Patte Smith gibi müzisyenlerin gençlik yılları.
Sassen’in fotoğraflarında çocukken geçirdiği Afrika’nın izleri var. Aynı zamanda geleneğin dışında bir moda fotografçısı olan Sassen’in, çöl fotoğrafları üzerine yerleştirdiği renkli pleksiglas levhalarla yarattığı atmosfer etkileyici.
Tophane-i Amire ise iki ayrı alanda Brezilyalı büyük usta Sebastiao Salgado’yu ağırlıyor. İlk bölümde Brezilya’nın Minas Gerais eyaletinde, Salgado ve eşi Lelia Deluiz’in ekolojik bir yıkıma uğrayan aile çitliğini nasıl ağaçlandırmayı başardıklarını fotoğraf karelerinden izliyorsunuz.
Çiftin, İnstituto Terra projesiyle 2.4 milyon ağaç dikerek bölgeyi nasıl dönüştürdükleri izleme fırsatını bulduğum bir belgesele konu olmuştu.
İkinci bölümde ise yaşamına milyonlarca ağaç fidanı ve 500 bin fotoğraflık bir arşiv sığdıran Salgado’nun, dünyada el değmemiş bölgelerin peşinde sekiz yıllık araştırmasının meyvesi Genesis projesi var.
Falkland Adaları’ndaki ‘Boğa Yosunu’, Antarktika’daki ‘Miğfer Penguenler’, Batı Papua yerlileri Yali’ler, taş devrinde yaşayan (2010 yılı) Korowai’ler, Etiyopya’da dudaklarına halka geçiren kabile mensuplarıyla tanıştırıyor bizi Genesis.