Rekin Teksoy aramızdan ayrılalı 8 yıl oldu!

Yarın onu kaybedeli tam 8 yıl olacak… Çevirmen, öğretim görevlisi ve araştırmacı Rekin Teksoy’dan söz etmek istiyorum. O, bir dil işçisi, sinema gönüllüsü idi... 30 yıldır tanıdığım dostumdu. Arkın Kitabevi’nin sahibi Ramazan Gökalp Arkın ile onun vasıtasıyla tanışmış, yayınevinin ansiklopedilerinin hazırlanmasında benim de tuzum bulunmuştu. Aralarında ansiklopedicilik tekniğinin de olduğu çok şeyler öğrenmiştim kendisinden. Çok keyifliydi onunla birlikte olmak, sohbet etmek…

Müthiş bir sinemaseverdi... “Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi”, “Rekin Teksoy’un Türk Sineması”, “Rekin Teksoy’un Ansiklopedik Sinema Terimleri Sözlüğü” deli işi denilecek kadar zor çalışmalardı. Film eleştirilerini yıllarca keyifle, çok şey öğrenerek okumuştum.

Hep çalışırdı, tezgâhında mutlaka bir şeyler olurdu. Yapacaklarını, yazacaklarını ne yazık ki tamamlayamadı. Bu dünyada ve içimizde kocaman bir boşluk bırakarak çok erken, 2012 yılı Mayıs ayının 30’unda aramızdan ayrıldı...

Sıcak bir Temmuz akşamüstüsünde bir ömrü adadığı verimlerini konuşmuştuk. Onu bu söyleşiden birkaç paragrafla sevgi, saygı ve özlemle anıyorum:

Biliyorsun beni, Erdal Öz çevirmen yaptı. Daha doğrusu, yoğun bir biçimde çeviri yapmaya yönlendirdi. Erdal’a İtalyan edebiyatından birçok kitap çevirdim. Sonra Oğlak Yayınları için “Decameron”u... Acaba “İlâhi Komedya”yı da çevirebilir miyim, diye düşündüm, çok zor gibi görünüyordu. Baktım o da oluyor, onu da yaptım. Machiavelli’nin “Prens”inin – “Hükümdar” diye de çevrildi Türkçeye - tesadüfen Türkçe çevirileri geçti elime, pek içime sinmediler, “Prens”i çevirdim. Hattâ başına da öbür çevirilerdeki vahim, fahiş hataları vurgulayan bir “önsöz” yazdım. Sonra da “Komünist Manifesto”yu çevirdim. Sanıyorum çevirmenliğim noktalandı benim “Komünist Manifesto” ile. Ama, efsane bir çeviri oldu. Bir çocuk okumuş, internetten bana yazdı, “ne kadar güzel başlıyor” diyor. Çünkü, orada “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” deniliyordu, ben onu “umacı” yaptım. İşte bu, bana kâfi. Bir editör de kitap fuarında şunu dedi: “Birçok manifesto çevirisi var, hepsi iyi, ama sizinki en edebi olanı.” Eh işte…

İtalyanca meşhur bir söz vardır “çevirmen haindir” diye, ‘”traduttore traditore” derler… Haindir. Vazgeçilmez, önlenemez hıyanet, ama bu hıyanetin kabul edilebilir bir ölçüde olması lâzım. Ben, çeviri yaparken şunu benimsedim hep; eğer yazar bu kitabı Türkçe yazsaydı nasıl yazardı? sorusunun yanıtını aradım. Öyle olunca ufkunuz genişliyor. Aksi halde özgün dildeki ve’leri, noktaları, virgülleri olduğu gibi aktarmaya çalışırsanız, bence o, bir noter çevirisi oluyor. Oysa eğer Türkçe yazsaydı nasıl yazardı? dan yola çıkarsanız o zaman bir rahatlama hissediyorsunuz ve bence de iyi çeviriler öyle çevirilerdir. Örneğin ben, “İki Efendinin Uşağı”nda Arlecchino’ya “Allah uzun ömürler versin efendim” dedirttim. Dolayısıyla bence başarılı bir çeviri, çevirdiğiniz yazarın Türkçe yazması halinde nasıl yazardı sorusuna karşılık verendir.

Sinema hayatım yok benim, sinemaseverlik hayatım var. Hukuku bitirip baroya yazıldıktan sonra tesadüfün tesadüfü bir bursla İtalya’ya gittim. Sinema, bizim tek yöneldiğimiz etkinlikti lise ve üniversite çağlarımda. Çok önemliydi hayatımızda. Ama biz, ticari sinemayı biliyorduk. Oraya gittiğimde gördüm ki başka bir sinema var, Yeni Gerçekçilik, Yeni Dalga yok daha ortada, ama o İtalyan filmleri… O yıllarda aldığım sinema kitabı durur hâlâ... Yahu sinema kitabı diye bir şey varmış, ben Türkiye’de görmemiştim, bilmiyorum. Ve orada, sinemanın ciddiyetini kavradım.

Tüm yazılarını göster