Benim üniversite öğrenciliğimin son yıllarında ve akademisyenliğe adım attığım ilk yıllarda Michael Porter, rekabete ve stratejik yönetime getirdiği bakış açısı ile çok popülerdi. Makaleleri yayımlanır yayınlanmaz bulunmaya çalışılır, kitaplarının neredeyse her sayfasının altı çizilerek okunurdu. Defalarca Türkiye’ye geldi.
Porter, konferanslarında şirketlerin operasyonel etkinlik ve strateji arasındaki farkı göremediklerini belirterek, verimlilik, kalite ve hız gibi konulara odaklanmaları gerektiğini sürekli vurguladı. Bunun için de şirketlerin yönetim anlayışlarını değiştirmeleri gerektiğini belirtti. Şirketler operasyonel iyileşme sağladıkça sürdürülebilir bir karlılığa doğru emin adımlarla ulaşacaklarına ilişkin şirket sahiplerini ikna etmeye çalıştı.
Porter’ı yurt dışından gelmiş meşhur bir adam gözüyle görmeyip önerdiklerini işletmelerinde uygulayanlar, stratejik pozisyon geliştirme konusunda rakiplerinden ayrıştılar ve karlılıklarını sürdürülebilir kılmak açısından belirli düzeyde tutmaya çalıştılar.
Sürdürülebilir kârlılığın temelinde ‘rekabet’ yatmaktadır. Rekabet şirketleri dinamik tutar, verimli olmaları gerektiğini sürekli kendilerine hatırlatır. Rekabetin oluşmasını sağlamak da kamunun görevidir. Yasa ve düzenlemelerle şirketler arasında ‘adil rekabeti’ sürekli kılmak, rekabet bozucu eylemlere anında müdahale etmek Kamunun yetkilendirdiği otoritenin sıkı denetimi ile gerçekleşir.
Rekabet Otoritesi ya da adına ne derseniz deyin eylemlerinde şeffaf, bağımsız, rekabeti bozucu faaliyetleri en küçüğünden en büyüğüne kadar denetleyen, gerektiğinde cezalandırılan, caydırıcı önlemleri alan, noksan rekabetin olduğu alanlara müdahale eden bir kurumdur.
Rekabet Otoritesi bu eylemleri gerçekleştirirken, Kamu da bizzat şirketler arasında ayırım yapmayarak, ihalelerde her firmaya eşit davranarak, ihale süreçlerini şeffaf tutarak ve korumacılığı hassas sektörler dışında en aza indirerek, rekabet otoritesine yardımcı ve destek olur.
Rekabetin yoğun olduğu bir ülkede şirketler aşırı kar beklentisi içerisinde olamazlar. Verimliliği göz ardı edemezler ve fiyatlama davranışını rekabet koşulları içerisinde makul ölçülerde gerçekleştirirler.
Bütün bunları sıralamamın sebebi, Türkiye’de enflasyonun ana nedenlerinden birisinin ‘rekabet noksanlığı’ olması.
Rekabet Kurumunun akçeli işler dışında rekabeti her alanda mümkün kılacak çalışmalarına rastlamak pek mümkün değil. Hatta öyle ki, geçtiğimiz dönemde Hükümetin yanlış ekonomi politikalarının bedelini ödetmek için ‘Gıda Sektörü’ günah keçisi ilan edilmiş ve Rekabet Kurulu bu amaç doğrultusunda kullanılmıştı.
Bugün Kamunun eylemlerine baktığımızda şeffaflıktan uzak ve rekabeti sağlamak yerine tam tersi sağlamamak üzere oluşturulmuş bir yapıda olduğu görülüyor.
Dünya’nın en önemli online otel rezervasyon şirketi yargı marifetiyle Türkiye’de Türk vatandaşlarına hizmet sunamıyor, dünyaca meşhur online ödeme şirketi ile yine Türkiye’den ödeme yapılamıyor. Bunlar hemen akla gelen iki örnek.
Hükümetin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kaybetmesi sonrasında UKOME de yaptığı değişiklik ile İstanbul’un en büyük ihtiyacı olan taksi ve kaliteli hizmet sunumu hükümet destekli UKOME temsilcilerinin süreci kitlemesi ile durmuş durumda. Bizi çok kıskanan Almanya’da UBER hizmet sunarken, taksicileri korumak amaçlı rekabet yasaklandı ülkemizde. Oysa yapılacak bir düzenleme ve UBER sürücülerinden gelir üzerinden alınacak vergi ile kamuya kaynak bile aktarılabilecekken, rekabetin önünü tıkayıp halka kalitesiz ve pahalı hizmet sundurmak ama yeri geldiğinde noksan rekabetle oluşan ‘Hizmet Enflasyonu Katılığı’ndan yakınmak gerçekten ilginç. Burada çokça bahsettim. Hizmetler Sektöründeki enflasyonun katılığı için çokça neden var ancak noksan rekabet bu sebeplerden biri.
Hizmetler sektörüne ilişkin örnekleri artırmak mümkün. Hazine ve Maliye Bakanımız birçok konuda bize Batı’yı örnek gösteriyor. Mesela kendisinin çok iyi bildiği İngiltere’de bu şirketlerin durumu ne?
İmalat sanayine yönelik olarak ithalat önlemlerinin de imalat sanayinin belirli kollarındaki işletmeleri tembelliğe ve verimsizliğe itip itmediği konusu da çokça tartışmalı.
İthalata yönelik alınan ek gümrük vergisi, telafi edici vergi, ilave harç vs. uygulamalarının belirli bir zaman için olması temel esas olmalı. Yıllarca süren korumacılık kalkanı, şirketlerin kendi konfor alanlarında rekabetten uzak ve verimsiz bir yapıda hayatlarına devam etmesine imkân sağlıyor. Getirilen korumacılık önlemleri belirli sektördeki şirketleri önce koruyor ancak rekabetten uzak yapı daha sonra bu işletmelerin kredi ile dönen bir Zombi işletme olmalarının da yolunu açıyor.
Hele hele ara malı üreten işletmelere yönelik ithalat üzerinden korumacılık önlemleri, rekabet edebilecek düzeye sahip nitelikli ürün üreten ve ara malı temini için korumacılık getirilen şirketlere yöneltilen işletmelerin durumu hiç iç açıcı değil. Dışarıda fiyat belirleme ve rekabet edebilirliklerinin engellediğinin analizinin yapılıp yapılmadığının bilemiyorum. Bu durum sanki kendi bindiğimiz dalın kesilmesi anlamına geliyor gibi gözüküyor bana.
Bugün Ticaret Bakanlığı tasarruf tedbirleri kapsamında Türkiye İhracatçılar Birliği’nin yapacağı toplantılarda kuru pasta verilmesi yönünde karar alacağı yerde, on yıllarca ithalat üzerinden getirilmiş korumacılık önlemlerinin korunan sektörlerin büyümesine katkı sağlayıp sağlamadığını, sağlamıyorsa bu önlemlerin neden devam ettiğini araştırsa ve artık anlamı kalmamış önlemleri kaldırsa hem içeride rekabete imkân tanır hem de maliyet enflasyonunun azalmasına katkı sunar.
Özetle, enflasyonla mücadele Merkez Bankasının tek başına yapabileceği bir iş değil. Onlara da fazla yük verilince 23. Temmuz. 2024 Tarihli Para Politikası Kurulu metninde yazdığı şekliyle ‘Haziran ayında aylık enflasyonun ana eğilimi belirgin bir zayıflama kaydetmiştir’ diyebiliyorlar.
Oysa TÜİK’in en çok tartışılan enflasyon açıklamalarından biri Haziran 2024 enflasyonuydu ve TÜİK Başkanı bu enflasyon rakamını savunayım derken kafalarda yeni soru işaretleri yaratmıştı.