Uzun dönemli bakmak da mümkün ama son bir yılı esas alalım. Bugünden (dün) geriye doğru 1 yılda 1 ABD Doları Türk Lirası karşısında yüzde 25, 1 Euro ise yüzde 28 değer kazanmış. 3 Ağustos’ta açıklanan Tüketici Fiyat Endeksi’ne (TÜFE) göre yıllık enflasyonumuz ise yüzde 61,78 olmuştu. İşte bu sonuçlar nedeniyle “kurlar baskı altında” tartışması giderek büyüyor. Bu tartışmanın bir tarafında ürün ya da hizmetlerini yabancı para karşılığı satan ihracatçılar ve turizmciler var.
Onlar haklı olarak “Enflasyon ile reel kur arasında makas açıldı, ürün ve hizmet fiyatlarımızı Dolar ya da Euro ile vermek zorundayız. Bu nedenle ya kârsız ya da zararına satış yapıyoruz, bu sürdürülemez” diyor.
Tartışmanın diğer tarafı olan ekonomi yönetiminin bazen doğrudan bazen dolaylı yanıtı ise mealen şöyle oluyor:
“Kurlarda baskı yok, TL’nin değeri de piyasa koşullarına göre değişiyor. Geçmişe doğru daha uzun dönemleri dikkate alırsak TL çok değer kaybetmiş durumda. Ayrıca yüksek enflasyon ile mücadele ‘kur artışı ile zamlar arasında’ doğrudan ilişki var. Kur yükselirse enflasyon da yükselir. Bu dönemde herkes fedakârlık etmek zorunda. İhracatınızı artırmak istiyorsanız, katma değerli üretime yönelin.”
Konu böyle tartışılmaya başlanınca kısa süre sonra siyasallaşıyor ve ‘sadece kur artışına dayalı ihracat yapan fırsatçılarla enflasyonu yavaşlatmaya çalışan ekonomi yönetimi’ arasındaki kısır bir çekişme gibi görünüyor. Aslında ülkenin daha çok döviz gelirine ihtiyacı varken herkes birbirini kırmaya devam ediyor.
Yüksek enflasyonla mücadele kadar ‘ihracat ve turizm gelirlerimizi artırmak’ da önemli. Çünkü ülkemizin özellikle cari dengeyi iyileştirmek için daha çok döviz gelirine ihtiyacı var. Kurlar enflasyonun yarısı kadar bile yükselmiyorsa ihracat ve turizm gelirleri küçülmeye, ithalat ise yükselmeye başlar. Yani cari açık yükselişe geçer. Hangi ihracatçı ve turizmci iş insanımızla konuşsam “Biz sadece ‘reel kur’ istiyoruz. Kurlar enflasyon kadar yükselmeli ki maliyet fiyat ilişkimizi yönetebilelim, yıllarca süren çabalarla kazandığımız müşterilerimizi rakiplerimize kaptırmayalım. Enflasyondan daha yüksek bir kur artışı istemiyoruz. Kurlarda sert yükseliş de istemiyoruz çünkü o da maliyet fiyat ilişkisini bozuyor. Ülkemizin yüksek enflasyondan kurtulmasının önemini, bunun özel sektör için de en doğru hedef olduğunu biliyoruz” diyor. Bu söylemde herkesin faydasına bir vurgu var. Yüksek enflasyon ile mücadele ederken, reel kur artışına özen gösterilmezse belirli bir süre sonra vatandaşlar da kurlarla enflasyon arasında kopan ilişkiyi keşfediyor ve ‘dolarizasyon belası’ nüksediyor. Böyle bir sürecin sonunda da ‘sert dalgalanmalar’ yaşanıyor ki bu da bütün emekleri boşa çıkarıyor. Bu nedenle, ‘hem enflasyonla mücadele hem reel kur sağlayacak’ bir formülde uzlaşmak şart. Ancak şu sıralar, ‘keşke enflasyon ile kurlar arasındaki makas bu kadar açılmasaydı’ demekten başka şey gelmiyor elimizden.
Son dönemde iş dünyasından yükselen seslerin de mevcut kur enflasyon ilişkisinden ziyade “durum böyle olacaksa maliyetlerimizi azaltacak farklı önlemler ve destekler verin” şeklinde dönüşüm geçirdiğini görüyoruz.
Enflasyon yavaşlarken ithalat yükselir mi?
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, uygulanmakta olan Orta Vadeli Program’ın (OVP), siyasi irade desteğinin tam olduğunu ve hem bütçe hem de cari açık açısından programdaki tahminlerin de ötesinde olumlu sonuçlar alındığını vurguluyor. “Enflasyonla mücadelemiz çok daha güçlü bir zeminde sürdürülecek. Ağustos ayında yüzde 50’ye yaklaşan, Eylül ayında ise yüzde 50’nin altına inen enflasyon oranları görmeyi bekliyoruz” diyor. Sayın Yılmaz’ın, kur enflasyon ilişkisine az ya da çok değinmesi beklenemez. Çünkü onun konumu Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ve bu meseleye girdiği zaman aşırı yorumlara da yol açabilir. Bu konuda yeri geldiğinde açık konuşan isim Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek oldu ama o da bir defasında “Biz bıraksak dolar 30 liranın da altına iner” demişti. Kim ne derse desin ‘cari dengenin iyileşmesi’ ikisi içinde önemli konu başlığı. Bunun da ‘dış ticaret açığı’ ile çok ilişkili olduğunu, reel olmayan kur düzeninin belirli bir süre sonra ihracatın azalmasına, ithalatın hızla yükselmesine yol açacağı ortada. Bu yıl 60 milyar dolar olması beklenen turizm gelirlerimizin de ‘kurlarla çok ilişkili’ olduğunu unutmayalım.