İş hayatında kararları rasyonel şekilde almaya çalışıyoruz. İnançlara değil, verilere dayanan; duygularla değil, mantıkla; öylesine değil, azami yarar hedefiyle... Gerçekten öyle mi? Hatta bir adım daha ileri gidelim: En doğru karar en rasyonel olan mı?
Davranışsal ekonomi öne çıkana kadar bu meseleler psikolojinin alanındaydı. Ama 1978’de Nobel’i kazanan Simon’un ‘karar alırken her zaman rasyonel olmadığımızı’ göstermesiyle konu ekonomiye taştı. Daha sonra Kahneman ve Tversky’nin çalışmalarıyla eğilimlerimiz ve yanılgılarımız tarif edilmeye başlandı. Biraz açalım.
Mesela, bir şey hakkında aldığımız ilk bilgi, değerlendirmemizi etkilemiyor mu? 1.000 TL’lik bir ürünün indirim fırsat olarak 500 TL’ye satılmasıyla, doğrudan 500 TL’ye satılıyor olması arasında ekonomik bir fark yok. Peki, bu iki seçenek arasında zihnimizin aynı tepkiyi verdiğini söyleyebilir miyiz?
Mesela, kazanç ve kayıp etkilerini matematiksel olarak mı, duygusal olarak mı hesaplıyoruz? Yazı-tura oyununu düşünün. Bir seçenekte 100 TL kazanacak, diğer seçenekte 75 TL kaybedeceksiniz. Rasyonel karar oyunu oynamak. Ama kaybın acısı kazancın keyfinden daha yüksek olacağı için pek çok kişi oyun daha asimetrik hale gelene kadar (mesela 100 TL kazanç – 50 TL kayıp) oynamayacak.
Mesela, geriye dönüp baktığımızda ‘her şey besbelliymiş’ dediğimiz olmuyor mu? Bu genellikle sonuçlara odaklanmamızın ve birbiriyle alakasız verileri bir mantık örgüsüne oturtma eğilimimizin bir sonucu. Zira zihnimiz tutarsızlık, şans, belirslzlik gibi şeyleri sevmiyor. Tam da bu yüzden, geçtiğimiz haftalarda bu köşede değindiğimiz gibi, analojiler iletişimde çok etkili oluyor. Büyük dönüşümler hemen öncesinde imkansız, hemen sonrasında kaçınılmaz gözükür mealindeki sözleri çok kıymetli buluyorum.
Mesela, yakın zamanda yaşadığımız olayların üzerimizdeki etkisi daha fazla değil mi? Bir kaza sonrası sigorta yaptırmak, bir yakınımızın hastalığı sonrası check-up’a gitmek, döviz kurundaki gelişmelere göre yatırım pozisyonlarımızı değiştirmek hep bunun örnekleri. Oysa tüm bu adımların gerekçeleri hep aynıydı. Üstelik bütün kararlar geçmişe değil, geleceğe dair.
Peki hayatımızdan rasyonel olmayan her şeyi arındırıp birer robot mu olalım? İki sebepten dolayı, cevabım hayır.
Birincisi, aşırı rasyonellik insan olmamızın icaplarını yok edebilir. Mesela, ağır hastaların tedaviye tamam/ devam değerlendirmesinde ya da zor günler geçiren bir çalışanı organizasyonda tutma kararında tamamen rasyonel olmak istemeyebiliriz.
İkincisi, sadece rasyonellik, hele de ‘büyük kararlarda’, bizi doğru sonuca götürmeyebilir. Hollanda Tilburg Üniversitesi yapay zeka profesörü olan Henry Brighton’a kulak verelim: "Bence, gerçek anlamda bu terimi hak eden objektif gerçeklerin sayısı son derece düşük ve neredeyse günlük hayatta ihmal edilebilir. Karar vermek için mantığı kullanma fikri, tam da mantığın düşünce yapısına uygun olmadığı yüksek belirsizliklerle dolu bir dünyada yaşıyor olmamız sebebiyle, oldukça garip bir kavram olarak görünüyor.
Makul dozda rasyonel kararlar aldığınız bir hafta diiyorum.