Son iki krize GSYH ve istihdam oranı (çalışan sayısının çalışma yaşındaki nüfusa oranı) açısından bakmak istiyorum. Sözünü ettiğim krizler elbette Küresel Kriz (2008-2009) ve Rahip Krizi (2018-2019).
İki tane grafik veriyorum. İlkinde reel GSYH’nin hareketleri yer alıyor (çeyrek yıllık veriler). Her kriz başlamadan önce gözlenen en yüksek GSYH değerini 100 alıyor ve diğer çeyreklerde gözlenen GSYH değerlerini buna göre ayarlıyorum. Yatay eksende çeyrek dönemler var. ‘0’ işaretli çeyrek, ekonomi resesyona girmeden önceki en yüksek GSYH değerinin gözlendiği çeyreği ifade ediyor. 2008- 2009 krizi için bu çeyrek 2008’in ilk çeyreği iken, 2018-2019 krizi için 2018’in ilk çeyreği. Tartışmasız biçimde Küresel Krizde gelir kaybımız Rahip Krizi’ne kıyasla çok yüksek. Keza kriz öncesi gelir düzeyimize dönmemiz Rahip Krizi’ne kıyasla çok daha uzun süre almış.
İkinci grafikte ise her iki kriz döneminde istihdam oranının nasıl bir seyir izlediği yer alıyor (aylık veriler). İşsizlik oranı yerine istihdam oranını incelememin faydası şu: İşsizlik oranı (işsiz sayısının işgücüne oranı olduğundan) işgücüne katılımdaki değişikliklerden çok etkileniyor. Mesela uzun süre iş arayıp bulamayıp (işsizseniz) iş aramaktan vazgeçince hem işgücünden çıkmış oluyorsunuz hem de işsiz sayılmıyorsunuz; işsizlik oranını azaltıcı yönde bir etki söz konusu oluyor. Oysa istihdam edilmediğiniz için istihdam oranını düşürüyorsunuz.
Çarpıcı olan şu: Rahip Krizinde Küresel Krize kıyasla GSYH çok az düşerken ve bu düşüş kısa süreli olurken, istihdam oranı çok daha fazla düşüyor ve üstelik Ocak- Mart 2020 dönemi verilerine göre hala kriz öncesi düzeyine dönmüş değil. Farklı bir ifadeyle, GSYH’ye değil de geniş halk kesimlerini daha derinden etkilediği ileri sürülebilecek olan istihdam oranına bakıldığında, Rahip Krizi daha şiddetli bir kriz olarak ortaya çıkıyor.
Neden böyle? Düşünmek ve tartışmak gerekiyor.