Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin kendi geleceği için tehdit olarak gördüğü muhaliflerini öldürtme konusunda rakip tanımayan bir siyasetçi. Uzunca bir süreden beri öldürtmek istediği Alexei Navalny de, yıllarca hapislerde süründürüldükten sonra Putin’in son kurbanı oldu, gözlerden uzak bir cezaevinde öldürüldü. Bildiğim kadarıyla, dün ben bu yazıyı yazarken eşine ve ailesine Navalny’nin cansız bedeni bile gösterilmemişti.
Putin’in Mart ayında yapılacak olan başkanlık seçiminde aslında rakipsiz olduğu herkesin bildiği bir şeydi ama Rusya’nın Tek Adam’ının muhalif bir sivrisineğe bile tahammül edemediği de biliniyordu.
Putin’i alkışlayanlar da var
Navalny’nin öldürülmesi, Tek Adam rejimlerinin ve özellikle Putin’in ne kadar gaddar olabildiğini bilenler için hiş şaşırtıcı olmadı. Batı ülkelerinde liberal demokrasinin ciddi bir tehdit altında olduğunu yakından hissedenler bu olay üzerine bir kez daha tepkilerini dile getirdiler ama onların tepkilerinin neye yaradığını ya da yaramadığını da artık biliyoruz.
Buna karşılık, bir kez daha ABD Başkanı olmaya çalışan Donald Trump’un ve bazı önemli ülkelerin liderlerinin Navalny’yi öldürten Putin’i alkışlamaya hazır olduğu anlaşılıyor.
Financial Times gazetesinin siyaset yorumcusu Gideon Rachman, Trump’ın yanısıra Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin, Endonezya’nin yeni Devlet Başkanı Probowo Subianto’nun ve Çin lideri Şijinping’in de Putin hayranları listesinde yer aldığını belirtiyor.
Ulusalcı muhafazakarlığın yükselişi
İngiltere’nin ünlü haftalık dergisi The Economist de ulusalcı muhafazakarlığın yükselişini kapak konusu yaptı son sayısında ve “yükselen bir tehdit” olarak değerlendirdi bu gelişmeyi.
The Economist, küreselleşmenin ve göçlerin Batı toplumlarında yarattığı sorunların bu süreçten zararlı çıktığını düşünen toplum kesimlerinde yaygın bir hoşnutsuzluğa yol açtığını hatırlatarak ulusalcı muhafazakarlığın yükselişini de buna bağlıyor.
The Economist, Trump’ın ABD’de gördüğü ilgiye benzer şekilde Avrupa ülkelerinde de ulusalcı muhafazakarlığın yükselişe geçtiğini belirterek bunun siyasi sonuçlarının yakında ortaya çıkabileceğini ileri sürüyor.
Tüm bu gelişmeler 2024 yılının kritik bir yıl olabileceğini ileri sürenlerin pek de haksız olmadığını düşündürüyor.