Programdan ödün verilmez ise kurlar baş ağrıtmaz

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Seçimlerin nihayete ermesiyle piyasa üzerindeki stresin kalktığı söylenebilir. Özellikle sonuçların herhangi bir itiraza mahal vermeyecek kadar net olması, önceki yerel seçimler sonrasında ortaya çıkan karışıklığın da tekrarlanmasına imkan vermedi. Her ne kadar hiç kimse muhalefet lehine bu kadar net sonuçlar beklemiyorduysa da aslında çıkan sonuçlar şaşırtıcı değil. Alım gücünün bu kadar düştüğü ve gelir dağılımının bu kadar bozulduğu bir ortamda seçmenin iktidara tepkisi gayet normal.

Bu noktada İktidarın önünde 2 seçenek var: Ya başlanılan program (özellikle kamu maliyesinde beklenen tedbirler de ivedilikle alınmak suretiyle) hızı artıralarak devam edecek, ya da 80-90’lar Türkiye’sinde olduğu gibi enflasyonun hiperleşmeden 30-70 bandında salınımına izin verilecek, ancak ve ancak enflasyon bu yörüngeden çıktığı zaman müdahelede bulunulacak. Bu da ekonomide optimal dengenin sağlanamadığı bir “stop-and-go” ekonomisi anlamına geliyor. (Uzun vadeli yatırımlar istenilen düzeyde yapılmıyor, doğrudan sermaye girişleri kısıtlı kalmaya devam ediyor, milli gelir kompozisyonunda tüketimin ağırlığı sürüyor, orta sınıfların reel gelirleri mütemadiyen enflasyona yeniliyor vs. vs.) Böyle bir kronik yüksek enflasyon ortamında ortalama büyümenin yüzde 3’leri geçmesi beklenmemeli. Bu da fakirleşmiş olan orta sınıfı ayağa kaldıracak bir oran kesinlikle değil. Zaten seçimlerden ağır bir darbe yemiş bir iktidarın böyle bir idare-i maslahat rejimiyle devam etmesi ve sonraki seçimlerde toparlanması da mümkün değil.

Rasyonel olan başlanan anti-enflasyonist politikanın devam ettirilmesi olacaktır. Politika doğru yürütüldüğü takdirde İktidar açısından bir sonraki seçimlere kadar ekonomiyi yeniden rayına oturtma imkanı var. Ancak bazı yorumcular orta sınıfın kayıpları karşısında iktidarın ister istemez ödün vermek zorunda kalacağını ve bunun da programı sulandırarak etkisini azaltabileceğini belirtiyorlar. Şahsen böyle bir “miş-gibi-yapmak” stratejisinin bugünden sonra yürüyebileceğini düşünmüyorum.

Biraz da, uygulanan program ile ilgili son gelen somut verilere bakarsak: yüzde 3,5 olarak beklenen Mart ayı enflasyonunun yüzde 3,16 gelmiş olması olumlu. Ancak bu ay İTO enflasyonunun yüzde 3,93 ile TÜFE’nin oldukça üstünde gelmiş olması, maalesef “rakamlarda gene bir makyaj mı var?” sorusunu gündeme getiriyor. Bu şüpheli yaklaşım için kimse suçlanamaz çünkü daha önce yaklaşık 14 ay boyunca rakamların makyajlandığını gördük! (Bu dönemde (Nisan 2022-Mayıs 2023) iki seri arasındaki aylık ortalama fark +1.30 İTO lehine idi. Hazirandan sonra  ortalama fark +0.14’e gerilemişti.) Ben artık bir makyajın olası olduğunu düşünmemekle birlikte verilerin yakından takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu ay özel kapsamlı göstergelerden “B” TÜFE paralelinde artarken “C” ise TÜFE’nin 0.36 puan üzerinde artmış. Geçen ay ise her 2 endeks de TÜFE’nin belirgin bir şekilde altında artış göstermişlerdi. Keza “hizmetler” sektörü fiyat artışları da yüzde 4,20 ile TÜFE’nin çok üzerinde.

Bu günlerde çok konuşulan bir konu TL’nin denge değeri ve orta-uzun vadedeki yönü. Yavaş yavaş parasal aktarma mekanizmasının daha iyi çalıştığı, ve artan mevduat faizleri ile birlikte dolarizasyonun durduğu bir döneme giriyoruz. (Burada bugünlerden bir örnek verirsek, pek çok banka (özellikle dövizden dönenler için) yüzde 60 civarlarında faiz veriyor. Bu da mesela 6-aylık mevduatın net getirisini yaklaşık yüzde 25 civarına getiriyor.  Başabaş noktası 40 TL’lik bir dolar kuru. Önümüzdeki 6 ayda (Yaz mevsiminde olacağımızı da dikkate alarak) normalde böyle bir devaluasyon beklemek yanlış olur.)

Mamafih, TL’de devaluasyon olmaz/olmasın da demiyorum. Bence 1-2 hafta içinde piyasa döviz üzerindeki seçim öncesi baskının kalktığına ikna olduktan sonra MB geçen Eylül’den beri uyguladığı kontrollü-ama-TÜFE’den-düşük devaluasyon stratejisine devam etmeli. Zaten pek çok kritere göre şimdiden fazla değerli olan TL’nin daha da yüksek oranda değer kazanmasına göz yumulması doğru bir strateji olmayacaktır. Hele turizm sezonundan beklentilerin büyük olduğu bir dönemde. Şu var ki, eğer bir merkez bankası “kendi kontrolünde” (piyasadan döviz alarak) devaluasyon yapıyorsa, bu piyasalar açısından endişe edilecek bir durum olmaz.

Son olarak da programın yeterli kredibilite kazanıp başarılı olması için sıkı maliye politikasına yönelik olarak alınacak tedbirlerin açıklanmasının, ve bu tedbirlerin somut performans kriterlerine bağlanarak (FDF hedefleri vs. gibi) çıpalanmasının ne kadar önemli olduğunu tekrarlamak isterim. Bu konuda Sn. Şimşek’in kapsamlı bir açıklama yapması bekleniyor.

Tüm yazılarını göster