Prof. Dr. Havva Tunç
17.yüzyılda Merkantilist düşünceye göre ülkelerin ekonomik gücü ve zenginliği uluslararası ticarete bağlıdır. Diğer bir deyişle, ülkelerin zenginliği ve refahı sahip olunan altın ve gümüş gibi değerli maden stokuna bağlı olup bir ülke ne kadar çok değerli maden stokuna sahip ise o kadar zengin olduğudur. O halde, bir ülkenin değerli maden stokundaki artış uluslararası ticaretten alacağı paya bağlı olacağından uluslararası ticareti kolaylaştıran, korumacı ve müdahaleci politikalar sistemin temel taşlarıdır.
Merkantilizm sonrası dönemden günümüze, uluslararası ticarette korumacı politikalar yerine serbest ticaret anlayışı ön plana çıkmış ve zenginlik ile refahın artırılmasında piyasa mekanizmalarının daha etkin olduğu düşüncesi uluslararası iktisatta geniş kabul görmüştür.
Küresel ticarette, değerli maden stoku ile zenginliği tanımlayan korumacı bir sistemden, II. Dünya Savaşı sonrasında, zenginliğin kaynağının serbest ticaret olduğu bir sisteme geçilmiştir. Diğer taraftan serbest ticaret ülkeler arasında sadece gelirin artması değil, aynı zamanda gelirin daha adil bir şekilde paylaşımını sağlar. Bu anlayış, ticaret politikalarının temelini oluşturmuş ve küresel ticaretin liberasyonunda ve ülkelerin ekonomik büyümesinde merkezi bir rol üstlenmiştir.
Yaratılan küresel gelirin (GDP) ülke ekonomileri arasında paylaşımı, ticaretin liberasyonuyla sağlanacağı düşüncesi uluslararası iktisatta kabul görmüş olup ticaret politikaları bu bağlamda oluşmuştur. Küresel ticaretin, istenen büyüklüğe gelebilmesi ancak ve ancak serbest ticaretin düzenlenmesi yanı sıra ticaretin finansmanında kullanılacak finansal enstrümanların yaygınlığı ve kabul görmesiyle olasıdır
Uluslararası iktisat, ulusal ekonomi bağlamında faktör hareketlerinin, emek ve sermaye anlamında, mobil olduğunu, buna karşılık uluslararası bağlamda faktör mobilitesinin olmadığı ve tam rekabet piyasa koşullarının olduğunu varsayar. Ekonomiler arasında sınırların kalktığı ve müdahalenin en aza indirgendiği, serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu bir dünya ekonomisinde, sermayenin mobil, buna karşılık emeğin mobil olmadığı bir gerçektir. Uluslararası ticaret ve finans piyasalarında ülkeler arasındaki kazanç ve kayıplar bu bağlamda gerçekleşir
Aynı ülkede yaşayan insanlar arasında gerçekleşen mal ve hizmet alım satımına ulusal ticaret olarak adlandırılır. Farklı ülkelerde yaşayan insanlar arasında gerçekleşen mal ve hizmet alım satımına “uluslararası ticaret” adı verilir.
Uluslararası ticaretin liberizasyonu konusunda iki farklı yaklaşım vardır: Bunlardan birincisi “Uluslararası Yaklaşım”, ikincisi “Bölgesel Yaklaşım”dır. Uluslararası yaklaşımın amacı, dünya ticaretini libere etmektir. Ve küresel ölçekte ticaretin serbestleştirilmesini hedefler. Bu yaklaşım ülkeler arasında ticari faaliyetleri ortak kurallar ve standartlar çerçevesinde düzenleyerek, ticaretin önündeki tarifeler, kotalar ve diğer engelleri kaldırmak amaçlanır. Bölgesel yaklaşım, belirli coğrafi bölgelerdeki ülkeler arasında ticaretin serbestleştirilmesine odaklanır. Bu yaklaşımda, bölgesel entegrasyon anlaşmaları aracılığıyla, üye ülkeler arasında ticaretin serbestleştirilmesi ve üye olmayan ülkelere karşı koruma mekanizmaların uygulanması hedeflenir.
Değişen ve gelişen dünyada, bu değişim ve gelişim içinde yerini bulmak isteyen ülke ekonomileri, farklı gelişmişlik düzeylerine göre dünya ticaretinde yerlerini aldılar. II. Dünya Savaşı sonrasında Bretton Woods Anlaşmasının kabulüyle uluslararası piyasalarda Amerikan Dolarının Dünya ticaretinin finansmanında ödeme ve rezerv aracı olarak kabul edilmesiyle Dünya ticaret hacminde gelişim sağlandı.
Bununla birlikte, küresel ticaretin serbestleşmesi ve ekonomik entegrasyon süreci, ülkeler arasındaki gelir eşitsizliklerini derinleştirmiştir. Post-kolonyal sistem, sömürgecilik döneminden miras kalan ekonomik yapıların sürdürülmesine yol açarken, bu durum ülkeler arasındaki gelir farklarının büyümesine zemin hazırlamıştır.
Uluslararası ekonomik düzenin temel taşları olan IMF (Uluslararası Para Fonu), IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası, yani Dünya Bankası) ve WTO gibi kuruluşlar, ekonomik istikrar ve kalkınmayı teşvik etme amacı taşımakla birlikte, sıklıkla gelir eşitsizliklerini pekiştiren politikaları nedeniyle eleştirilmiştir. Bu kuruluşların izledikleri politikalar, özellikle gelişmekte olan ülkelerin doğal kaynaklarının sömürülmesi ve finansal bağımlılıkların artmasına yol açarak ekonomik eşitsizliklerin sürekliliğine katkıda bulunmuştur.
Dünya GDP’sinin ülke ekonomileri arasında paylaşımı ülke ekonomileri arasında gelir farklılıkları olarak gerçekleşmiştir. Post-kolonyal sistemin mirası olan gelir farklılıkları yanı sıra, neoliberal politikalarla şekillenen uluslararası ticaret ve finansal yapılanmalar, küresel gelir farklılıklarının hem derinleşmesine hem de yapısal hale gelmesine neden olmuştur. Kısacası IMF, IBRD, WTO gibi uluslararası ekonomik ve finans kurum ve kuruluşlarca desteklenen politikalarla sistemin yapılandırılmasıyla ülke ekonomileri arasındaki gelir farklılıkları desteklenmiştir.
Avrupa Birliği (AB) bölgesel yaklaşıma örnek olarak verilebilir. Diğer bir deyişle Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin kendi aralarında yaptıkları düzenlemelerle birlik içinde ticarette serbestliğin gerçekleşmesine karşılık birliğe üye olmayan ülkelere karşı konulan tahditler, vergiler ve sınırlamalarla birlik pazarı korunur. Keza Amerika Birleşik Devletleri ile Kanada arasında yapılan anlaşma taraflar arasında serbest ticareti kapsamaktadır. Çin ve Japonya başta olmak üzere on beş Asya–Pasifik ülkeleri arasında yapılan “bölgesel kapsamlı ekonomik ortaklık” (RCEP) anlaşması ve Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR) bölgesel yaklaşıma birer örnektir. Bunun yanı sıra, Türkiye ile İngiltere arasında yapıla yeni nesil serbest ticaret anlaşması da bölgesel yaklaşıma verilecek başka bir örnektir. Örnekleri çoğaltmak olasıdır.
Kolonyal sistemin kurallarının yeniden belirlenmesiyle oluşan post kolonyal sistemde müdahaleci ve korumacı uygulamalar, gümrük birlikleri ve Serbest Ticaret Anlaşmalarıyla (STA) piyasada yerini almıştır. Sonuçta, post-kolonyal sistemin mirası ve neoliberal politikalarla şekillenen uluslararası ticaret ve finansal yapılar, küresel gelir farklılıklarının hem derinleşmesine hem de yapısal hale gelmesine neden olmuştur.
Sermayenin mobilitesi, bir taraftan sermaye piyasasının gelişmesi ve derinleşmesini diğer taraftan reel piyasanın rasyonalize olması ve özgürleşmesini sağlar. Finansal piyasalarda gelişme ve bu gelişmeye uyumun küresel ticaretin finansmanında sermayenin mobilitesi, bir yandan sermaye piyasalarının gelişmesini ve derinleşmesini, diğer yandan reel piyasanın rasyonelleşmesini ve özgürleşmesini sağlar.
Bu süreçte, finansal piyasaların gelişimi ve bu gelişmelere uyum sağlama çabası, küresel ticaretin finansmanında Amerikan dolarına alternatif olarak bitcoin gibi merkeziyetsiz dijital para birimlerinin kendine yer bulmaya çalışmasını beraberinde getirmektedir. Ancak, post-kolonyal sistem, merkeziyetsiz para birimlerinin önündeki en büyük engellerden biridir. Çünkü merkeziyetsiz bir sistemin gerçekleşmesi, Amerikan dolarının küresel ticaretteki hâkimiyetinin sona ermesi ve ticaretin daha bağımsız bir yapıya kavuşması demektir.
Ülkelerin uluslararası ticarette yer alması reel piyasaların gelişimi ile olasıdır. Reel piyasaların gelişimi, ancak ve ancak kolay ve ucuz finansmana erişim ile olasıdır. Ancak günümüzde, finansal piyasa ile reel piyasa arasındaki dengenin bozulduğu bir uluslararası ekonomik sistem mevcuttur Küresel finansallaşmada yerini alamayan ekonomiler sermaye birikimini gerçekleştiremediğinden reel piyasaları gelişemez.
Gelişmişlik derecelerine bakılmaksızın ülkelerin dünya ticaretinden pay alma kavgasıyla yapılan uluslararası ticaretin gerisinde yatan temel neden süper güç olma sevdasıdır. Bu mücadele, küresel ticaretin ekonomik ve politik bir yarış alanı haline gelmesine neden olmaktadır.
İktisadi ve sosyal krizlerin ülke ekonomileri üzerindeki sarsıcı ve yıkıcı etkilerini minimize etmek ve post kolonyal sistem içinde korumacılığın serbest ticaretin yerine almaya başlamasıyla yeni nesil ticaret anlaşmalarının önemi giderek artmaktadır. Serbest ticaret anlaşmaları mal hareketleri yanı sıra hizmetleri kapsayacak biçimde yapılandırılmıştır.
Taraflar arasında yeni nesil serbest ticaret anlaşması imzalandıktan sonra anlaşmaya dahil olan ülkelerde üretilen ve tüketilen mal ve hizmet demetleri anlaşma öncesine göre farklılaşmaktadır. Serbest ticaret anlaşmasına taraf olan ülkeler arasında kaldırılan tarife ve kotalar gibi her türlü kısıtlayıcı önlemler taraflar arasında serbest ticareti doğurur. Serbest ticaret anlaşması dışında kalan ülkelere karşı ortak bir vergi ve/veya tarife sistemi uygulanır. Dolayısıyla serbest ticaret anlaşmasında, serbestlik ve koruma iç içedir.
Nihayetinde, serbest ticaret neticesinde dünya refahında (iktisadi kalkınma) iyileşme sağlanacaktır. Ve serbest ticaret anlaşması dışında kalan ülkelere uygulanan tarifeler, ticaret anlaşmasına dahil olan ülkeler arasında hem ticaret hacmi hem de refah artacaktır. Anlaşma dışında kalan ülkeler için aynı şeyi söylemek olası değildir.
Değişen ve gelişen dünyada bu değişim içinde ülkelerin liderliği kaybetme kaygısı, para ve finansman politikaları değişmiştir. Bu değişim ve gelişim üretim faktörlerinin ülke ekonomileri arasındaki rol paylaşımı, “ticarette lider olma olarak yansıma buldu. Aslında, bütün bu olan bitenler, değişen dünyada değişen dengeler içinde gücün el değişimini kabul etmeyen ülkenin, eski gücünü elde etmek için, refah ve zenginliğin ifadesi olan dünya ticaretini güç olarak kullanmasından başka bir şey değildir. Zira küresel ticaretten en büyük payı almak için yapılan üretim, kaynakların israfına yol açtığı gibi karbon salınımında artış, çevre kirliliği gibi negatif dışsallıkların kontrol edilemez boyuta ulaşmasına yol açmış ve açmaktadır.