2024 yılında uygulanan ekonomi politikaları, 2025 yılındaki gidişatın belirleyicisi oldu. Uygulanan politikalara özet itibarıyla bakmak istersek bu hafta içinde alınan kararlara bakmamız faydalı olacaktır.
İlk önce hükümet tarafından belirlenen ücret politikalarına bakalım. Hükümet, işçi temsilcilerinin katılmadığı sürpriz bir toplantıyla 2025 yılında asgari ücreti yüzde 30 oranında artırma kararı aldı. Mevcut durumda asgari ücretin medyan ücreti oluşturduğu, yani toplumun yarısından fazlasının asgari ücret komşuluğunda ücret kazandığı bir ortamda, hükümet aldığı bu kararla, ortalama bir hanenin gelirini de belirlemiş oldu.
Yüzde 30 oranında yapılan asgari ücret artışı işçi temsilcileri tarafından talep edilen ve piyasa anketlerinde öngörülen artış oranının oldukça altıda kaldı. Hükümetin almış olduğu kararla 2025 yılında iç talebin ücretlerin baskılanması yoluyla kontrol altında tutmaya çalışacağı mesajını da vermiş oldu.
2025 yılı için belirlenen asgari ücret artışının yüzde 30 ile sınırlı tutulması çok da sınırlı olmadı. Çünkü Türkiye’deki bölgelerin sosyo-ekonomik farklılık düzeylerine, firmaların istihdam girdi paylarına bakılmadan tek bir ücret üzerinden tüm istihdam piyasasını düzenlemeye çalışmanın yarattığı birçok sorun da mevcuttu.
Ancak tercih edilen bu politikanın, toplumdaki geniş kitlelerde refah kaybını tetiklemesi malum bir risktir. Zira Türk-İş tarafından açıklanan verilere ve TCMB enflasyon beklentilerine göre, yüzde 30 artışla belirlenen yeni asgari ücret, büyükşehirlerde yaşayan dört kişilik bir aileyi bahar aylarında yine açlık sınırının altına düşürecek görünüyor.
Ücretin satın alma gücünün korunmasındaki en pratik yol ise enflasyonun düşük ve öngörülebilir olmasıdır. 2025 yılında hükümetin ücretlerin satın alma gücünü korumak adında hayata geçirebileceği en önemli güç, enflasyonu hedeflediği orana düşürmesi olacaktır. Bu konuda çözüm, Merkez Bankası’na ve Hükümetin uygulayacağı mali, idari, kurumsal ve yapısal politikalara dayanıyor.
Peki, 2024 yılında uygulanan politikalar önümüzdeki yıl için bize ne gösteriyor?
Ekonomi politikalarında ibrenin enflasyondan öte ekonomik büyümeden yana olduğunu görüyorum. Bunu Orta Vadeli Program’da belirlenen ekonomik büyüme hedeflerine, bütçe giderlerinin artış hızına ve Merkez Bankası’nın aralık ayı para politikası kararına bakarak çıkartıyorum.
Merkez Bankası, kasım ayında açıkladığı Para Politikası Kurulu basın özetinde aralık ayında faiz indirimine ilişkin kapıyı aralamıştı. Ancak enflasyon gerçekleşmeleri ve beklentiler, Merkez Bankası’na faiz indirimine gitme konusunda gerekli alanı sunmuyordu. Buna rağmen Merkez Bankası piyasa beklentilerini esas alarak, aralık ayında faiz indirme kararını aldı.
Merkez Bankası, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını %50’den %47,5’e indirmeye; gecelik vadede borçlanma ve borç verme oranlarının bir hafta vadeli repo ihale faiz oranına kıyasla -/+ 150 baz puanlık bir marj ile belirlemeye karar verdi.
Merkez Bankası’nın faiz indirim kararında, aralık ayında düşmesi beklenen enflasyonist etkilerin esas alındığını okurum. Ancak gerçekleşmelerden ziyade beklentilerin esas alındığı bu faiz indiriminin, Merkez Bankası adına oldukça riskli bir hamle olduğunu düşünüyorum. Zira Merkez Bankası’nın geçmiş tecrübeleri ıskalanmış enflasyon hedefleriyle dolu. Ayrıca önümüzdeki yılsonu için hane halkı ve reel sektör enflasyon beklentilerinin TCMB yılsonu enflasyon hedefinin 2 ila 3 katı düzeylerinde seyrettiğini hatırlamakta da fayda var.
Özet itibarıyla, alınan bu kararlar neticesinde ekonomi yönetiminde ivmenin düşük enflasyondan ziyade ekonomik büyümeden yana olduğunu okuyorum. Ancak 2025 yılında ücretlilerin geçim yükünün artmasının, hem hükümet politikaları hem de ekonomik büyüme üzerinde olumsuz yansımaları olacaktır…