Piyasalar suya hasret gibi kaynağa muhtaç!

Nevzat SAYGILIOĞLU EKO ANKARA

Hükümetin para ve maliye (genelde ekonomi) politikalarını anlamak çok zor. Bir  yandan büyüme ve enflasyon politikaları arasında yapılamayan tercihler ile zorlama makro ihtiyati tedbirler ve bir yandan da deprem sonrası hala revize edilemeyen politikalar. Oysa piyasalar da alabildiğince kaynağa muhtaç.   

Hükümetin ekonomi politikasını anlayan bize de anlatsın!

Şöyle insan bir an için kendini toparlayıp Hükümet politikalarını anlamaya çalışıyor; acaba hükümet ne yapmak istiyor diye düşünüyor. Net ve anlaşılır bir politika izlendiği hissedilmediği gibi birbiriyle çatışan veya birbirini yok eden politikalar göze çarpıyor.

Her şeyden önce Hükümetin makroekonomi politikası olarak “enflasyonla mücadele” ile “büyüme” politikaları arasındaki tercihi belirsiz. Söylemlere bakınca enflasyonla mücadele göze çarpıyor, uygulamayı biraz daha dikkatli inceleyince büyüme öne çıkıyor.

Düşünebiliyor musunuz enflasyonla mücadele deniyor, ama seçimlere veya 2023 yılı ortasına kadar bir takvim içerisinde “baz etkisi” ile yetiniliyor. Yani gerçek anlamda bir enflasyonla mücadele yapılmıyor ya da yapılamıyor. Aslında seçime aylar kala böyle politikalar ilan etmek yanlış. Sonuçta siyaset yapılıyorsa ona uygun ekonomi, maliye ve sosyal politikaların da uygulanması normal. Yani bu ortamda açıkçası enflasyonla mücadele hiç akıl karı değil. Zaten ekonomistler, iş dünyası, akademik çevreler de bunu böyle kabul ediyor, yani enflasyonla mücadelede “…mış gibi” yapıldığı biliniyor.

Bütün bunlar 6 Şubat 2023 tarihli Kahramanmaraş merkezli büyük felaket depremi öncesine ait tablo idi. Artık tablo çok değişti. Bölgesel ağırlıklı ama ülke genelinin ihtiyacı olan genişletici maliye politikalarına ihtiyaç var. Ülkenin onbinlerce insanı depremde gitmiş, bazı illerimiz ve yerleşim yerlerimiz adeta haritadan silinmiş, evleri başlarına yıkılmış, ekmek teknesi sayılan işyerleri yerle bir olmuş. Ekonomik büyüklüklerle ulusal gelirimizin yüzde 10’u yok olmuş, ihracatımızın neredeyse yedide biri olumsuz etkilenmiş, yetişmiş iş gücümüz toprağa girmiş. Deyim yerinde ise her anlamıyla taş üstünde taş kalmamış.

Böyle bir tablonun elbette ki yeniden imarına ve tamirine ihtiyaç var. Bu da çok büyük kaynak ihtiyacı demek, bir başka anlatımla da zorunlu olarak genişletici maliye politikası uygulamak demek.

Zaten dünyadan her yönüyle ayrıştığımız için işin bu boyutuna bakanımız yok.

Dolayısıyla tüm bu olgular ve gerçekler enflasyonla mücadele edilmediğini, daha doğrusu edilemediğini ortaya koyuyor.

Peki büyüme politikası mı uygulanabiliyor? Buna da cevabımız “hayır” olacak.

Hangi politikalarla büyüme hedefi uygulanıyor diye bakmak lazım. İhracata dayalı büyüme dersen, ihracat teklemeye başladı. Hem dış talep zayıflığı ve hem de ihracat prefinansman ihtiyacı ile ayrıca ihracatımızın üçte ikisinin dayandığı dahilde işleme rejimine bağlı döviz gereği açısından bakıldığında ihracatımızın seyri patinaja döndü. Şimdi de Kahramanmaraş merkezli deprem bölgesinin ihracatının kesilmesi işin tuzu biberi oldu. Öte yandan iç tüketime bağlı büyüme olmadığı zaten biliniyor. Sabit sermaye yatırımı uzun zamandan beri doğru dürüst yapılmıyor. O zaman büyümenin kaynağının kalmadığı anlaşılıyor.

Ekonominin finansmana erişimi işin tuzu biberi

Bu konu aslında çok uzun ve bir o kadar da çetrefilli. Aslında Hükümet farkında mı bilmiyoruz, ama finansa erişim ve çarpık finansman maliyetleri sorunların temelinde yatıyor.

Hükümet, deyim yerinde ise silahında mermisi olmadan hedef belirliyor ve ateş etmeye çalışıyor. Yani elinde yeterli dövizi olmadan Türk Lirası ile karşı karşıya getiriyor.

Hükümetin en büyük ihtiyacının döviz olduğunu bilmeyen yok. İthalat için dövize ihtiyaç var. Yurt dışından ara mamul veya hammadde getirip yarı mamul ve mamul imali için dövize ihtiyaç var. Hazine’nin dış borçları ile bankacılık kesiminin ve diğer özel sektörün 450 milyar dolara ulaşan borçlarının itfası için dövize ihtiyaç var, 50-60 milyar dolarlık yıllık petrol faturası için zorunlu olarak dövize ihtiyaç var. Artık bizde kalmayan sıcak para girişi yoluyla dövize ihtiyaç var.

Böyle bir gerçeğin karşısında bizim daha kalıcı döviz girişi sağlamamız gerekirken dövizden kaçıp terminolojide yeri olmayan “liralaşma” ucubesine kulaç sallıyoruz. Sözüm ona dövizden kaçıyoruz, dövize endeksli KKM hesapları gibi geçmişin acı tecrübesi DÇM benzeri bir başka meçhule ya da belaya bulaşıyoruz.

Zaten bankaları reel kesim faturalarını takip etmeye yönlendirmiş durumdayız. Bankalar mevduat toplayıp kredi vermek yerine, cezaya maruz kalmamak için döviz mevduatında yüzde 60 limitini korumanın derdinde.

Tüm yazılarını göster