Geçen cuma günü Cumhurbaşkanı tarafından “ekonomik reformlar” adı altında açıklanan program pek çok yorumcu tarafından haklı bir şekilde reform olarak değil, bir takım düzenlemeler olarak görüldü. Bu düzenlemelerin bir kısmının daha önce yapılan politika yanlışlarının ve Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde meydana gelen aksaklıkların “düzeltilmesi”ne yönelik olduğu da gözden kaçmadı. Ayrıca fiyat istikrar komitesi gibi bazı düzenlemelerin önceki senelerde de gündeme gelmesine rağmen tekrar reform paketine sokulması bu alanlarda şimdiye kadar pek bir yol katedilememiş olduğunun da ifşaatı gibiydi.
Harcama disiplini sağlanması, borç yönetiminin güçlendirilmesi, KİT reformu yapılması, vergi tahsilatlarının sadeleştirilmesi, kamu ihale reformu (kaçıncı defa?), ve kamu-özel işbirliği kanunu çıkarılması kamu maliyesi alanında öngörülen düzenlemelerdi. Açıkçası yüzde 40 civarında düşük bir kamu borçluluğu olan ve geçen sene ve bu senenin ilk 2 ayında da iyi bir performans gösteren kamu maliyesinin reform gündeminin ilk sırasında olmasını beklemiyordum. Tabii ki sıralanan başlıkların “doğru” bir şekilde uygulanmasına da kimsenin itirazı olmaz. Ancak şunu söylemeden de geçemeyeceğim: Açıklanan programda “belediyelerin borç stokunun artmasını önleyecek düzenlemeler yapılacağı” ifade ediliyordu. Bu madde ile finansman kaynaklarının daha da kısıtlanacak olması haklı olarak muhalefetin tepkisini çekti. Hazine ve Maliye Bakanı ise AA’ya verdiği mülakatta böyle bir durumun olmadığını ve sayıca AKP-MHP belediyelerinin çok daha fazla olduğunu belirtti. Ancak bu çok doğru bir teşhis değildi. Son yerel seçimlerden sonra Türkiye milli gelirinin yüzde 60’dan fazlasını üreten iller muhalefet belediyelerinin kontrolünde. (Sadece İBB’nin bütçesi belediyelerin toplam bütçesinin yüzde 20 kadarı.)
Enflasyonla ilgili ortaya atılan önerilerin önemli bir bölümü gıda fiyatları üzerineydi. Ancak, hiç bir öneri doğrudan arzın artırılması ve üretim maliyetlerinin düşürülmesi üzerine değildi. Bu şekliyle istenilen sonuçların elde edilmesi oldukça zor olacak. Hele dün getirilen akaryakıt tavan fiyatı gibi bir takım fiyat kısıtlamaları ilk başta çekici gelse de serbest piyasa oluşumunu zedeleyecek ve sonu hüsranla bitecek düzenlemeler olacaktır.
Açıklanan bu düzenlemelerin biraz da piyasanın “reform görelim” baskısı sonucunda ortaya konduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak, sonuçta beklentileri karşıladıklarını söylemek de zor. Öte yandan, piyasa beklentilerinin etkili olacağı bir başka konu ise bugün açıklanacak olan PPK kararı olacak. Bugünkü MB toplantısından piyasalar 100 baz puan artış bekliyor. Açıkçası bu seferki artış beklentisini çok anlayamadım. Yılsonu enflasyon beklentisindeki artış sadece 30 baz puan kadar. Evet, enflasyon önümüzdeki bir kaç ay emtia fiyatları ve kurlardaki artışlar nedeniyle beklenenin bir miktar üzerinde de seyredebilir. Ancak bunun geçici olduğu muhakkak. “Uzun süre” yüksek seviyede sürdürüleceği MB kararlarında özellikle vurgulanan politika faizinin bugünkü seviyeleri ekonomiyi zaten yeterince daraltıcı. Faizlerin bu seviyelere çıkarılmasındaki ana saik ekonominin soğutularak enflasyonun kontrol altına alınmasıydı. Nitekim kredi hacmindeki artışın durmuş olması bu hedefe varılmakta olduğunu gösteriyor.
Eğer faiz artışı son dönemde TL üzerine gelen baskılar nedeniyle yapılacaksa pek bir anlamı yok çünkü bu baskılar tüm GOP para birimleri üzerinde var. Ayrıca bu baskıların başlangıcının hangi tarih olarak alındığına göre en kötü performe eden para birimi de TL değil. Artış emtia fiyatlarındaki artış nedeniyle alınıyorsa bu da anlamsız çünkü Türkiye ekonomisinin Dünya emtia fiyatlarını etkilemesi söz konusu olamaz. Yok artış sıcak parayı çekmek (ya da olanı tutmak) için yapılıyorsa, açıkçası yabancılar yüzde 17 veya 18 arasında müthiş bir fark görmeyeceklerdir. Ancak, çok anlamlı olmasa da, Sn. Ağbal’ın piyasaları karşısına almak yerine böyle bir artışa gitmeyi yeğleyeceğini düşünüyorum. (Maalesef ki, döviz rezervleri bu kadar düşük olan bir merkez bankasının piyasa baskısına karşı koyabilme gücü de çok zayıflamış oluyor.)