Paydaş kapitalizmi: gerek yok herkes işini yapsın yeter

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Geçen hafta sıkışan, zaman zaman ‘vahşi’ olarak eleştirilen ve adına ‘kapitalizm’ denen ekonomi-politik felsefenin ‘medenileştirilmesi’ için önerilen ve adına paydaş kapitalizmi denilen bir yaklaşıma değinmiştim. Bana sorarsanız paydaş kapitalizmi servet yaratmada başarılı olan ama servet dağıtımında fena halde çuvallayan bu felsefeyi kurtarmaya yetmeyecek. Böyle bir yenilemeye de gerek yok.

Bu yenileme gereksiz ama sebepsiz değil. Servet dağıtımından hak ettiklerini sandıkları payı alamayan gurup ve kurumlar eninde sonunda tepkilerini siyasi arenaya taşıyacak ve çeşitli önlemlerle serveti dağıttıracaklardır. Bu her ne kadar bermutat kalkınmış toplumlarda başlayacaktır ama Global yayılmasının önlenebileceğini sanmıyorum. Elbette yarın Global değişiklikler beklemiyorum. Ancak, bazı değişiklikler olacağı muhakkak. Paydaş kapitalizmi yenilemesinin altında yatan bu.

Konuyu anlayabilmek için servet dağıtımı kavramına bir yakından bakmak gerekiyor. Servet dağıtımı servet sahibi olan veya servet yaratan işletmelerin kazandıklarını bölüşmesi demek değildir. Servet dağıtımı zaten işletmelerin işi de değildir. Servet dağıtımının sorumluları devletlerdir.  Az sonra okuyacağınız örnekten de anlaşılabileceği gibi vergi müessesesi onun için icat edilmiştir.   

Paydaş kapitalizmi bir anlamda işletmeleri servet dağıtımı işinin içine çekmeye çalışarak serveti olanlarla fakirler arasında gittikçe büyüyen uçurum yüzünden artan homurtuları yatıştırmaya çalışanlar tarafından destekleniyor. Bunun üç kategoride sıralanan paydaşlara da bir şeyler vererek yapılmasını öneriyorlar. Hatırlayacaksınız paydaşlar:

  1. Emekçiler, yöneticiler, yönetim kurulu üyeleri ve hissedarlar gibi işletme içinde bulunanlar;
  2. Müşteriler, tedarikçiler, dağıtım kanalları, işletmeye finansman sağlayan kurumlar gibi işletme dışında olan fakat işletmeyle direkt ilişki içinde olanlar;
  3. Resmî kurumlar, cemiyet, çevre gibi işletme dışında fakat işletmenin operasyonlarından etkilenen ve onları etkileyen varlıklar,

olarak üç gurupta tanımlanmışlardı. Paydaş kapitalizmi “Efendiler işletmede sermaye sahiplerine yeteri kadar hizmet ediyorsunuz. Gayri diğer paydaşlara da hizmet etmenin vaktidir. Yoksa servet dağıtımındaki adaletsizlikler nedeniyle coşacak baskılar karşısında gelecek milli ve global düzenlemeler karşısında zor durumda kalacağız” diyerek aşağıdaki önerileri sıralıyorlar.

1: İşletmenin mali performansına hizmet ederken diğer tüm paydaşların uzun dönem mali çıkarlarına, söz gelimi ücretleri arttırarak, tedarikçilere daha iyi teklifler yaparak, dağıtıcılarınızı da maddi destekler sağlayarak, hizmet edecek şekilde çalışmalar yapın;

2: Artıklarınız, hava kirliliğine katkınız, toprak ve suyu kullanımınız gibi çevreyi etkileyen konularda düzeltmelere giderek, olumsuz etkileri kaldıracak yeniliklere yatırım yaparak doğal çevreyi iyileştirmeye yönelik girişimlerde bulunun;

3: Başta çalışanlarınız olmak üzere tüm paydaşlarınızın ve örgütünüzün sağlığını ilerletmek için yatırımlar yapın böylece tüm paydaşların örgüt[1] ve kişiler olarak sağlıklı ve esenlik içinde yaşamalarını sağlayın;

4: Başta çalışanlarınız olmak üzere tedarikçi ve dağıtıcılarınızın örgütsel ve kişisel yeteneklerini arttırmak için yatırımlar yapın

5: Tüm paydaşlarla olan ilişkilerde onların memnuniyetini esas alın.

Bu önerileri incelerseniz ortada ciddi bir sorun olduğunu görmesi kolay. Defalarca yazdım. Vahşi kapitalizm taraftarı falan değilim. Aslına bakarsanız kapitalizmin hele global kapitalizmin çok tutarlı bir sistem olmadığına da inanıyorum ama kapitalizmin sorunlarını çözmenin sorumluluğunu işletmelere yıkmanın bir anlamını da göremiyorum. En azından bu onların işi değildir.

Kimse çalışanların yüksek ücretler almasına karşı çıkamaz. Bir ülkenin çalışanlarının yaz tatillerini aileleriyle birlikte turistik ülkelerde geçirmesine, çocuklarını yüksek tahsile göndermelerine, insan yaşamına uygun evlerde oturmasına, bir arabası olmasına, en iyi dağlık hizmetlerini alabilmesine bakıp bunu ayın sonunu zorla getiren, tatil imkânı bulamayan, çocuklarını okutamayan, sağlık hizmetlerine parası yetmeyen bir fakir ülkenin çalışanlarıyla kıyaslayan herkes bunun o fakir ülke çalışanının beceriksizliğinden olmadığını bilir. Elbette çalışanlara verilebilecek en yüksek ücret ödenmelidir. İşletmenin tedarikçileri de alabilecekleri en yüksek ücretle mal ve hizmet satmalıdırlar. Dağıtıcılar yüksek marjlarla çalıştırılmalıdırlar. Bunların hepsi iyi. İyi olmasına iyi ama hepsinin bir maliyeti var.

Çevreyi post-sanayi toplumlarının yarattığı tahribattan korumanın da bir maliyeti var. Bir su arıtma tesisinin maliyeti dünyanın parası. İstanbul Baltalimanı Atık Su Ön Arıtma Tesisi’nin, günlük 600 bin metreküp kapasiteye sahip “biyolojik arıtmaya” dönüştürülmesinin maliyeti 280 milyon TL tutuyor.

Bireysel sağlık hizmetlerinin sunumu ucuz değil. Üstüne üstlük büyük bir sorumluluk. Sovyetler Birliği zamanında işletmeler bulundukları bölgelerde sağlık hizmetleri de sunmakla görevlendirilmişlerdi. Bu onların ‘yoldaşlara’ hizmet misyonlarıyla uyuşmakla beraber işletme olarak misyonlarıyla hiç uyuşmamıştı. İşletmelerin kendi sağlıklarını sağlamak işletme içinde en yüksekten en aşağıya herkesin amaçlar konusunda anlaşması anlamına geliyor. Bu güzel birşey. Güzel ama bunun ne kadar vakit tüketici ve zor bir iş olduğunu deneyen bilir (ben her çalıştığım yerde denedim buna ne kadar vakit harcandığını çok iyi bilirim). Çalışanların ve diğer paydaşların yeteneklerini yükseltmek apayrı bir yatırım konusudur. Bu konuda çalışma yapan işletmeler konuyu daha çok ‘eğitim’ çerçevesinde ele alarak ve daha çok kendi çalışanlarına, o da hemen her zaman yaptıkları işlerle ilgili konularda, eğitim sağlama çerçevesinde tutarlar. Paydaş kapitalizminde kasıt edilen şey bu değil elbette.  Müşteri memnuniyetine odaklanan işletmelerin “bu yetmez sizden herkes memnun olmalı” önerilerine kulak asmaması düşünülemez ama bunun sağlanmasının da bir maliyeti olduğu unutulmamalı.

Yani neresinden bakarsanız bakın paydaş kapitalizmi denen önerileri yapanlar Global piyasalarda çalışan işletmelerin rakipleri olduğunu, onların bu rakiplerle esasen maliyetler üzerinden rekabet ettiklerini unutmuşa benziyorlar. Yanlış anlaşılmasın. Bununla paydaş kapitalizminin kötü bir fikir olduğunu söylemek istemiyorum. Global piyasalarda rekabet eden irili ufaklı tüm işletmeler aynı ilkeyle çalışmadıkları takdirde paydaş kapitalizmi uygulayan işletmeler batarlar.

İşletmenin sermayedar paydaşlarıyla paydaş kapitalizminin sıraladığı diğer paydaşların çıkarları çoğu zaman çelişirler. Paydaş kapitalizmi uygulamaya meraklı olan işletmeler bu çelişkili çıkarları uzlaştırmanın yollarını bulmak zorunda kalırlar. Paydaşların hepsini simultane olarak memnun edecek bu çözümleri bulması kolay bir iş değildir. AstraZeneca, Moderna ve Pfizer arasında COVID-19 aşısının bulunması için sürdürülen yarış bunun güzel bir örneğiydi. Söz gelimi AstraZeneca toplumların çıkarlarını öne alarak aşısının fiyatını diğerlerinin hepsinin altında tuttu. Bununla bir paydaşı olan ‘müşterilerini’ memnun ederek hissedarlarına uzun dönemde dönüşüm kazandırmayı hedefledi. Buna karşılık Moderna and Pfizer aşıları yüksek fiyatları nedeniyle sermayedar paydaşlarına kısa dönemde yüksek dönüşüm sağladılar.

İşletmelerin neredeyse tüm ulusal ve uluslararası paydaşların çıkarlarını kollamaları görevini üstlenmeleri gerektiğini söyleyen paydaş kapitalizmi taraftarları esas görevi bu paydaşların çıkarlarını kollamak olan devletin rolünü unutmuşa benziyorlar. Servetin ‘özel sektör’ tarafından yaratılması ve bu yaratılan servetin devlet tarafından ‘dağıtılması’ sistemi iyi çalıştırılırsa paydaş kapitalizmine fazla da gerek kalmadan maksat hasıl olabilir. Dedim ya servet dağıtımı para dağıtımı değildir. Bununla devlet büyüsün demek de istemiyorum. Bu işin yapılabilmesi için devletin her şeye sahip çıkması gerekmez. İsveç örneğine bir bakalım. İsveç dünyanın en zengin ülkelerinden başta gelenlerindendir. Ülke, servetin tüm toplumda dağılmasını sağlayan bir evrensel refah devletidir[2]. Ve bunu tüm kaynakların ve şirketlerin yaklaşık %90'ı özel girişime, %5'i devlete ve %5'i de tüketici veya üretici kooperatiflerine ait olan bir rekabetçi karma ekonomiyle yapar. Gelir dağılımı adaletsizliği çok düşüktür.

Ekonominin %5’ini oluşturan devlet İsveçlilerin yıllık gelirlerinin %57’sini vergi olarak alarak yapıyor bunu. Yani kapitalizmde reform yapacağız diye orijinal fikirlere gerek yok. Başta devlet herkes işini doğru yapsın yeter.

Sağlıcakla kalın

Kaynakça:

[1] Örgütsel sağlık bir örgütün ortak hedeflerde anlaşabilmesi, hedeflere ulaşmak için gerekeni yapabilmesi ev değişen koşullara adaptasyon sağlayabilmesi olarak tanımlanıyor.

[2] Refah devleti veya sosyal devlet, minimum düzey ötesinde vatandaşlarının refahı için birincil sorumluluk kabul eden devlet kavramı olup devletin vatandaşlarının iktisadi ve sosyal esenliklerinin korunması ve teşvik edilmesinde ana rol oynamasını önerir. Bu şekil devlet kavramı fırsat eşitliği, servetin eşit şekilde dağılması ve nispeten rahat bir hayat sağlamak için gerekli asgari şartlara yetişemeyen kişiler için kamu mesuliyeti prensiplerine dayanır. Cumhuriyetimiz sosyal devlet olarak kurulmuştu.

Tüm yazılarını göster