“Parasız Yatılı” yarım asırdır okunuyor

İlk baskısı 50 yıl önce yapılmasına rağmen hiç eskimemiş, genç bir kitap “Parasız Yatılı”; modern öykücülüğümüzün mihenk taşlarından bir başyapıt.

Türk öykücülüğünün başyapıtlarından “Parasız Yatılı” bu sene 50 yaşına bastı. Kitapla aynı adı taşıyan öykünün unutulmaz son cümlesi, belleğime mıh gibi yapışıp kalmıştır:

“Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.”

Geçen yarım asra rağmen hiç eskimemiş, genç bir kitap “Parasız Yatılı”; modern öykücülüğümüzün mihenk taşlarından. Füruzan’ın ilk kitabından söz ediyorum. Yapı Kredi Yayınları bu yıldönümü için geçtiğimiz günlerde “Parasız Yatılı 50 Yaşında” numaralanmış özel baskısını yayınladı.

Ben ne şanslıyım ki 2008 yılında Onur Yazarı seçildiği 27. TÜYAP Kitap Fuarı için kendisiyle uzun bir söyleşi yapma fırsatı buldum ve “Füruzan Diye Bir Öykü” adını koyduğumuz bu 400 küsur sayfalık çalışmam önce TÜYAP, ardından da Yapı Kredi Yayınları tarafından basıldı.

Ben yetişmedim, ama edebiyatla ilgilenmeye başladığım zamanlardan itibaren “Parasız Yatılı”nın çıktığında sanat ve edebiyat çevrelerinde çok büyük bir heyecan yarattığını okudum; edebiyatçı dostlarım anlattılar. 70’lerin başlarında yayınlanan dergiler, gazetelerin edebiyat sayfalarında sık sık, geniş bir biçimde yer almış “Parasız Yatılı.” O yıllar, öykü üzerine “öykü öldü mü?” diye tartışmaların yapıldığı seneler.

Yani kitabın müthiş yankıları oluyor. İstanbul’un kenar semtlerinin yoksul, ama yüce gönüllü, birer kahraman mertebesine ulaşan insanlarının öyküleri edebiyatımızda büyük ses getiriyor. Ece Ayhan, “İlk kitabıyla hikâyeye saygınlık kazandırdı. Nicedir Türk edebiyatında haslık, sahicilik beklenir bir özellikti” diye yazıyor. Bir sene sonra da 1972’de Sait Faik Hikâye Armağanı geliyor, sanıyorum bu ödülü alan ilk kadın öykücü…

Füruzan, yazmaya başladığı ilk yılları ve “Parasız Yatılı”yı kitabımızda şöyle anlatıyor:

“1960’ların ortasında ilk öykülerimi yayımladığım zaman, başka bir hava vardı. Edebiyatta gelişen tartışmalarda ‘öykü öldü mü?’ diye soruluyordu. Bu tartışmalara inanan biri değilim. Ne zaman edebiyat değişik türlerinde zayıflıyor gibi olsa da kesinlikle pırıltılı bir kalem çıkar, diye düşünürüm. O pırıltılı kalem bu kez ben kabul edildim. Daha hoşu da daha sonra tanıdığım, kendilerini çok değerli dostum olarak kabul ettiklerimin benimle tanıştıklarında ilk söyledikleri şey şu oldu: ‘Öykü kitabının yazarını İranlı biri olarak’ düşünmüşler. Yani ilk başta bir çeviri kitap algılamaları olmuş kapağa bakınca. Bu türde değişik değerlendirmeler oldu.

Kitap, gerçekten olağanüstü bir ilgiyle karşılaştı. Biliyorsunuz o yılların tirajları şimdiki gibi kısıtlı değildi. Beşer, onar binlik baskılardı yapılanlar. Ve ‘Parasız Yatılı’ ile o yıl, bütün jürinin oy birliği, ‘bir yarım oy eksiğiyle!’ Sait Faik Ödülü aldım.

Yarım oy benim için çok değerli bir anıdır. İyi ki de öyle oldu, diye düşünüyorum daima. Çünkü seçici kurulda değerli şair Behçet Necatigil de vardı. O gün törende, -Pera Palas’ta yapılmıştı- şair yanıma gelip ‘Siz belki düşünüyorsunuz bu kimin yarım oyu diye; o, benim yarım oyum. Çünkü, değerli yazar dostum Kâmuran Şipal, Buhurumeryem ile girdi bu yıl yarışmaya, o yarım oyu ona ben verdim’ dedi. Tanışır tanışmaz çok sevgili bir arkadaşım olmakta gecikmeyen kışı Ayşe Sarısayın’a da bu etkili anımı anlatmıştım. Yarım oy böyle verildi bana. Bunlar, hayatımın benzersiz ışıkları olan anılarıdır.”

Ece Ayhan aynı yıllarda onunla yaptığı söyleşide şu soruyu soruyor:

“Parasız Yatılı kitabında özellikle Haraç, Edirne’nin Köprüleri, Su Ustası Miraç, Yaz Geldi, Parasız Yatılı, Nehir, Taşralı, Piyano Çalabilmek, İskele Parklarında... Hikâyeleri ilgileri çektiğinin ötesinde de ilgileri çekti, okundu. Bunlara Sabah Eskimişliği’ni de ekleyelim. Ve belki gereği yok ama bu hikâyelerin altına birer dip yazı koysaydın, neler yazardın?”

Füruzan yanıtlıyor:

“(Gereği yok ama) demen çok yerinde. Çünkü hikâyeleri bir tümceyle açıklamak yetseydi yazmam gereksiz olurdu. Her ayrıntısı insanımızı doğrular benim için. Sessizliğe bürünmüşlükleriyle en sahici olanlarımızı. Bir tek ‘Sabah Eskimişliği’ni ötekilerden ayırabiliriz. Kitaba girmesini özellikle istediğim iki öyküden biridir. Özgürlük Atları ve bu. Soyutlama içindeki yalnızlıkları benim sırt çevirdiğim hikâye türüne yaklaşan biçimcilikleri yönünden girdiler kitaba. Okur parantez içinde düşünmeli onları öbür hikâyeleri okurken.”

Füruzan’la tanışalı 30 yılı geçti. Onur yazarı seçildiğini öğrendiğimde onu anlatacak kitabı hazırlamayı çok istemiştim, gerçekleşti. Her zaman başı dik duran, istememesine rağmen, yalnızca mecbur olduğu için bir şey yapmayan, daima özgürlüğü seçen, özgür kalan Füruzan, ilk kez bu kitapta yaşamöyküsünden ipuçları verdi, bir benzeri henüz yayınlanmadı.

Bu kitap vasıtasıyla onun, bu akıllı kadının “mahrem” dünyasını okurlara da yansıtmaya çalıştım. Bir edebiyat yolcusunun notları, bitmeyen bir öğrenme serüveninin tanıklığı, usta bir yazarın renklerinden örneklerdi anlattıkları. İçtendi, sıcacıktı, onun yapıtlarının tatlarını taşıyordu…

Kitabı bitirip mucizeyi anımsatan hayatını öğrendiğimde eserleri nedeniyle ona duyduğum hayranlık daha da artacaktı. “Füruzan Diye Bir Öykü” yayınlanalı 13 yıl geçti; biliyor musunuz bu süre içinde onun yapıtlarını tekrar tekrar okudum; en çok da “Parasız Yatılı”yı; çünkü, o yıllardan bu yana leyli meccaniler (öğrenim giderleri, yatacak yer ve yemeği devletçe karşılanan öğrenciler) hâlâ erken geliyorlar…

Tüm yazılarını göster