Öncelikle dolar değer kazanmıyor. Böyle bir eğilim yok. TL değer kaybediyor. Üstelik TL sadece ticaret yaptığımız ülkelerin para birimleri karşısında bile değil hemen hemen her para birimi karşısında değer kaybediyor. Ne işe yarayacak veya herhangi bir işe yarayacak mı? TL’nin değer kaybetmesi yoluyla ihracat artacak, haliyle ithalat da azalacak ve cari denge düzelecek, belki de fazla verecek: Böyle bir senaryo yazılıyor. Mümkün mü? Değil. Cari fazla verilirse veya cari açık azalırsa döviz ihtiyacı azalacak ve dövize talep duracak. Sonunda TL değerlenecek ve TL değerlenince enflasyon düşecek. Devamı da böyle geliyor. Mümkün mü? Değil. Senaryonun ikinci bölümü zaten TL’nin değer kaybetmesinin enflasyonu yükselttiğini kabul etmiş oluyor çünkü değer kazanmasının enflasyonu düşüreceğini ima ediyor. Doğru ama eksik çünkü etki simetrik değil. Fiyatlama davranışı bozulduğu ve piyasalarda eksik rekabet olduğu için etki simetrik olmaz. TL değer kaybedince enflasyon hızlı yükselir ama TL değer kazanmaya başlarsa aynı hızla düşmez. Buna “yapışkanlık” diyoruz. Esasen enflasyon dinamiğinde ataletin (inertia) önemli bir etkisi var.
Peki, cari açık önemli mi? Evet ama uzun dönemde önemli ve son 19 senede cari açığın GSYH’ye oranı arttı, buna karşın bütçe açığının oranı azaldı. Cari açık rekabet gücünün eksikliğine, sürekli finanse edilmesi gereken bir döviz ihtiyacının ortaya çıktığına işaret ediyor. Ediyor ama günümüzün acil sorunu cari açık değil. 2011’de şu anki hesaba göre GSYH’nin yüzde 8,87’si kadar açık veren cari denge 2012-2020 döneminde ortalama yüzde 3,7 açık vermiş durumda. Enerji dışı bakarsak son 8 yılda ortalama yüzde 2,1 fazlası var. Esasen madem çekirdek enflasyona bakılıyor çekirdek cari açığa da bakılabilir. Çekirdek denge son 48 ayın 41’inde fazla vermiş. Yani enerji ve altın dışı denge fazla veriyor. Manşet cari denge de geçmişe oranla öyle çok da yüksek bir açık vermiyor. Ama bir şeyler oluyor. Neler oluyor?
Kamunun dövizle veya döviz endeksli borçlanması artıyor, risk primi (CDS) yükseliyor ve ödenecek faiz de artıyor. Keza politika faizi indiriminin ilk sonucu TL cinsi uzun vadeli, hatta gösterge tahvillerin piyasa faizinin yükselmesi oldu. Başka? Uzun yıllar boyunca artan özel sektör döviz borcu son yıllarda azaldı çünkü özel sektör döviz borcunu kapatmaya başladı. Buna karşın kamunun döviz borcu ve faiz yükü artıyor. Cari açık şu anın acil sorunu gibi görünmüyor. Gelecekte ödemeler dengesinde sorun yaşanırsa bu artan döviz cinsi borçlanma ve yükselen risk primi sonucu uluslararası piyasalardan daha yüksek faizle borçlanmanın sonucu olabilir. Cari açık finanse edilemedi diye olmaz. Üretim ve ihracat ithalata bağlı meselesine hiç girmiyorum. On yılı aşkın bir süredir konuşulan bir konu.
Ancak şu konuya değinmemek olmaz. Ekonomi on yıllardan beri orta ölçekte ve orta-düşük teknolojili bir ekonomi olarak yoluna devam ediyor. Milli gelirin kompozisyonu tüketimin ağırlıklı olduğunu gösteriyor. Nüfus 85 milyon civarında + göçmenler var. Böyle bir ekonominin, hele hele enerji ithalatına bağımlılığı bir sabit iken, ihracata dayalı büyümesi söz konusu olamaz. Çin bunu yaptı ama hem teknoloji transferiyle hem yabancı sermayeye masif doğrudan yatırımlar yaptırarak hem de çok yoksul bir köylülüğü modernleştirerek ve zihniyetlerini değiştirerek yaptı. Kaldı ki başlangıç aşamasında doğal kaynakları yeterliydi. Bu model değişti. Şu anda inanılmaz sayıda Çinli lüks tüketime yönelmiş ve ücretler son 12 yılda hayli artmış durumda. Bunu düşük ücretle veya değersiz kurla başarmadılar.
Yani? Ücretler zaten düşüktü ve Çin toplumu Mao sonrası ilk yıllarda çok yoksuldu. Kadim Çin tarihindeki bu en “büyük dönüşümü” zihniyet değiştirerek ve başlangıçtaki sermaye kıtlığını yabancı sermayeye teknoloji transferini içeren koşullu yatırımlar yaptırarak başardılar. Kurla ve ücretlerle hiç ilgisi yok değil elbette ama temel nedenler bunlar değil. Esasen “rekabetçi devalüasyon” denen yöntemle veya sadece para politikasıyla kalkınmak mümkün olsaydı dünyadaki her ekonomi bunu yapardı.