Merkez Bankası yeni kadrolarla birlikte “rasyonel” bir yönetim tarzını benimsedikten beri piyasalarda önemli oranda normalleşme gözlemliyoruz. Piyasa faizleri enflasyon beklentileriyle daha uyumlu hale gelirken ve aynı zamanda KKM’den TL mevduata dönüş gerçekleşirken, kurlar üzerindeki “dışsal” baskılar da önemli ölçüde kalkmış gözüküyor. KKM miktarı 18 Eylülde 3.4 trilyon ile tepe noktasına ulaştıktan sonra 12 Ocak itibarıyle 2.5 trilyona gerilemiş durumda. Bu 900 milyar TL’lik gerilemeye karşın aynı dönemde DTH’larda sadece 2 milyar dolarlık bir artış olması KKM’den dövize kayma arzusunun büyük ölçüde frenlendiğini gösteriyor.
Öte yandan, her ne kadar tasarruf tarafında artık dövize kayış gözlemlenmiyorsa da, önemli ölçüde artan politika faizine rağmen aksi yönde bir hareket de gözlemlenmiyor. (Tabii, eylülden beri uygulanan “kontrollü” devaluasyon da döviz yatırımcılarını TL’ye geçmek konusunda teredütte bırakıyor. Son 5 aydaki sepet kur artışı yüzde 15’e yaklaşıyor ki, bunun yıllığı yüzde 36’ya gelir.)
MB faiz istatistikleri 22 Aralık’ta TL mevduat faizlerinin 52,60 ile tepe noktasını gördükten sonra 3 haftadır düşme eğilimi içerisinde olduğunu ve 12 Aralık itibarıyle yüzde 51’e gerilediğini ortaya koyuyor. Hatırlanırsa, mevduat faizleri seçim döneminde (politika faizi yüzde 8,5 gibi absürd bir düzeyde iken bile) yüzde 42’ye yükselmişti. Şimdi politika faizi 42,5 iken mevduat faizindeki artışın sadece yüzde 9 olması izaha muhtaç bir durum. (Ki, bu faizin de taze para veya KKM’den dönen para için verildiği, normal faizlerin yüzde 45-47 bandında olduğu görülüyor.)
Bu durumun izahı piyasa likiditesinde gizli. Sene başından 14 Temmuz’a kadar MB piyasayı fonladı. Bu fonlama seçimler yaklaştıkça daha da arttı, çünkü artan döviz talebi ile birlikte piyasadaki TL miktarı da azaldı. 2 Haziran’da MB fonlaması 688 milyar ile tepe noktasına ulaşmıştı. Sonrasında ise döviz talebinin gerilemesiyle bu sefer de Merkez borç alan konumuna geçti. Sene sonunda 400 milyara yakın bir para MB’ye yatırılmıştı. Ancak, burada da başka bir ilginç durum söz konusu. Bankalar aynı zamanda Merkez ile yaklaşık 45 milyar dolar (1.35 trilyon TL) swap yaparak TL temin ediyorlar. Swap yaparak TL temin ederken ellerinde oluşan fazla TL’yi MB’ye geri yatırmak pek de mantıklı değil. Böyle bir durumda mantıklı olan swap miktarını azaltmak olur.
Bu şartlarda bankaları fazla swap yapmaya devam ettiren neden olsa olsa swap ile aldıkları TL’lere ödedikleri faizin MB’nın borç alma faizinin (yüzde 41) altında olması olur. Bu faiz oranı açıklanmıyor. MB neden böyle bir yola başvuruyor derseniz eğer bankalar Merkez ile yaptıkları swapları azaltırlarsa MB’nın resmi döviz rezervleri de swap miktarındaki düşüş kadar azalmış olacak! (Şunu da not etmekte fayda var: Bankalar yılın son 2 ayında swap miktarlarını 9 milyar dolar kadar düşürmüş görünüyorlar. MB rezervlerini diğer şekilllerde arttırdıkça (yurtdışı swap artışı, döviz satın alımları vs.) yurtiçi swapların azalmasını o kadar da önemsemiyor olmalı.)
Son tahlilde tüm bu yazdıklarım para politikasının enflasyon hedefi ile yeteri kadar uyumlu olup olmamasıyla dolaylı olarak ilintili. Eğer bugünkü ortamda tasarruflar tüketime veya dövize kaymıyorsa (ki öyle) para politikasının yeteri kadar sıkı olduğu iddia edilebilir. Bu noktada daha önemli bir kriter kredilerin artış hızı olmalı. Son haftalarda bir miktar hızlanma görülse de seçim döneminde yüzde 90’lara yaklaşan kredi artış ivmesi bugünlerde yüzde 32’ye gerilemiş durumda. (Mamafih artan kredi faizlerine rağmen son 3 haftada ivmede tüketici kredileri kaynaklı hafif bir artış da gözlemleniyor.)
Geçen hafta artan bütçe açığı dolayısıyla maliye politikasının sıkılığını sorgulamıştım. Bu hafta da para politikası ile ilgili bazı soru işaretlerini ortaya koymaya çalıştım. Tüm bunlar belki enflasyonda bir kopup gitme anlamına gelmiyor. Ancak bu gidişatla bu sene enflasyonu 45-50 bandının altında görmemiz de mümkün gözükmüyor.