COVİD-19 pandemisinin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini konuşmak için çok erken. Henüz tünelin ucu görünmüyor. Başta ABD olmak üzere pek çok ülkenin, bu pandemiyle mücadelede ekonomi kalkanının kullanılmasını istememesi başka bir konu, şu an itibariyle ve bundan sonrası için pandeminin ekonomi üzerindeki etkileri konusu ise bir başka konu.
Hükümetin pandemiyle mücadelede ne kadar yeterli olup olmadığını henüz görebilmiş değiliz. Erkenden konuşma veya görmezlikten gelme ile sonuç alamayız.
Hele de “başka ekonomilerin üzerinden TIR geçti” derken “bize motosiklet çarptı” benzetmesi çok gerçekçi değil.
Dua edelim de ekonomimizin üzerinden “tren geçmesin”.
Aslında bu benzetme, 2009 krizi sırasında Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın “Bu kriz, Türkiye’yi teğet geçecek!” söyleminden yola çıkarak ifade edilmiş. Sonuç itibariyle ekonominin dümeninin başındaki damat tarafından gündeme getirilmiş bir söylem.
Konunun politik söylemleri bir tarafa ama gerçekte kayıt dışı ekonomi ile çok ilgisi var.
Önce “kayıt dışı ekonomi” kavramına, nedenlerine ve boyutlarına bir bakalım.
Kayıt dışı kavramının tam bir tanımı olmamakla birlikte her ülkeye göre de farklılık gösteriyor. Çünkü her ülkenin farklı ekonomik, siyasi, ahlaki ve kültürel bir yapısı var. Farklılıklara rağmen kayıt dışı ekonomiyi önlemek için, ülkeler, değişik yöntemlerle kayıt dışı ekonomiyi ölçmeye ve müdahalelerde bulunmaya çalışıyor
Genel olarak kayıt dışı ekonomi “GSMH hesaplarını elde etmede kullanılan bilinen istatistiki yöntemlere göre tahmin edilemeyen gelir yaratıcı ekonomik faaliyetlerin tümü” olarak tanımlanıyor.
Kayıt dışı ekonominin çok çeşitli nedenleri var. Bunların;
● Yüksek vergi ve sigorta prim oranları,
● Kamu kurumlarının kalitesi,
● Kamunun ekonomideki büyüklüğü ve etkisi,
● Toplum ahlakı ve vergi kültürü gibi faktörlerin olduğu biliniyor.
Kayıt dışı ekonominin boyutu konusunda çok farklı hesaplamalar var. Son 20 yılın rakamlarına bakıldığında Türkiye’de kayıt dışı ekonominin ortalama üçte bire ulaştığı görülüyor. Aslında bu hesaplamalar yüzde 25 ile yüzde 60 arasında değişiyor; ama biz ortalamasını söylüyoruz. Yani Türkiye’nin üçte birinin kayıt dışında olduğunu görüyoruz.
Çalışanımızın üzerindeki vergi ve sigorta yükü yüzde 39’a ulaşıyorsa, çalışanımızın yarısına yakını asgari ücrete yakın ücret düzeyinde kayıtlı ise, 83 milyon insanımızın yüzde 3’ü bile gelir vergisi beyanında bulunmuyorsa, vergi gelirlerimiz yetersiz kalıyorsa ve hatta beyan edilen ödenmiyorsa, kadınlarımız kayıt dışı ev hizmetlerini yapıyorsa, memurumuz ve öğretmenimiz zorunlu olarak veya koşullara bağlı ikinci bir işi kayıtsız yapıyorsa, 4 milyon Suriyeli ve sayısı 1 milyonu geçen yabancı bu ülkede kayıt dışında kolayca işlerini yürütüyorsa bu ülkede kayıt dışı gerçeği var demektir. Kimsenin de zaten inkâr ettiği yok.
Dolayısıyla kayıt dışı ekonominin varlığı;
● Paralel bir ekonomi,
● İkinci bir ekonomi,
● Hayatın gerçeği,
● Türkiye’nin geleneği,
…
olarak karşımıza çıkıyor.
Yani resmi kayıtlar ve rakamlar gerçeği göstermiyor demektir.
Dolayısıyla pandemi koşullarında “kayıt dışılık”;
● Çok şükür ki insanımızın sokağa dökülmemesiyle
● Aile dayanışmasının özellikle böyle sıkıntılı dönemlerde kendini göstermesiyle,
● Ülkede sürekli ve her türlü af ve yapılandırmanın yapılmasıyla,
...
panzehir olarak karşımıza çıkıyor.
İnsanın bu durumda “iyi ki kayıt dışılık var da daha fazla sıkıntı çıkmıyor” diyesi geliyor. Elbette bunun kalıcı olmayan bir rahatlık olduğunu unutmamak gerekiyor.