Bu hafta yazıya son dönemin en popüler ve artık klasikleşmeye aday ifadesi ile giriş yapmak istiyorum: İçerisinden geçtiğimiz pandemi süreci öncesinde zaten dünya farklı konularda değişim sancıları çekiyordu. Bunu, ekonomilerden teknolojiye, iş yapış şekillerimizden yaşam tarzlarımıza dek birçok noktada hem konuşuyor hem de tecrübe ediyorduk. Ben, pandemi sonrası süreç için yarının dünden daha farklı olacağını düşünen kesimde yer alıyorum. Bu noktada da fikrimi içerisinde yer aldığım ekonomi ile ilgili başlıklar üzerinden paylaşmak isterim.
Hatırlayalım; 2008-09 global krizi sonrasında da ekonomilerin yeniden canlandırılması için farklı ve daha önce denenmemiş para politikası adımları atılmış, mali politikaların desteği cephesinde ise ABD kadar olmasa global çapta kamu borç artışları takip edilmişti. Ancak, o dönem dahi bazı kritik metriklerin uzun vadede kalıcı olarak değişebileceği riski bugünlerde olduğu ölçekte doğmamıştı. Ne demek istediğimi biraz daha açık anlatmaya çalışayım: Ben, kamu borcu ve bütçe açığı gibi kalemlerin GSYH oranlarında uzun yıllardır kriter olarak alınan yüzde 60 ve yüzde 3 sınır çizgilerinin artık kalıcı olarak ortadan kalkma safhasına girdiğimizi düşünüyorum. Elbette bu düşüncemi pandemi ile mücadele kapsamında atılan adımların kalıcı olacağı ve sterilize edilme şansından uzak bir noktada olduğumuz düşüncesinin heyecanı ile paylaşmıyorum. Zaten bir süredir yukarıda sıraladığım metriklere uyum sağlayabilen ülke sayısı oldukça azdı. Bütçe tarafı yine bir nebze dikkate alınsa da kamu borcu açısından artan yükleri özellikle Euro Bölgesi krizi sonrasında başta Avrupa kıtası olmak üzere sıklıkla tartışmıştık. Şimdi, ortaya atılan 7-8 trilyon dolarlık global mali teşviklerin, hemen hemen her yerde sıfır faiz politikasının dümende olduğu ve merkez bankalarının açılan ve daha da açılacak olan bütçe yapılarını finanse etmek için kamu kağıtları alımına başladıkları ortamın önümüze daha yüksek seviyelerde eşik değerler koyacağını gerçeğini kabul etmek gerekiyor. Yarının dünden daha farklı olacağını düşündüğüm ilk nokta burası. Her iki kalem için de daha yüksek seviyeler yeni normal kapsamında kabul edilir ve yolda ilerlenir. Bunun resmi olarak kabulü ve/veya ilanı olur mu, olsa dahi kısa vadede hemen dile getirilir mi bilemiyorum ancak gidişat net şekilde budur.
Devam edelim. Pandeminin global ekonomi üzerinde yarattığı tahribatı hali hazırda tam olarak ölçümleyebilmiş değiliz. Bunun bir kısmı henüz açıklanmamış verilerden, bir kısmı yüksek frekanslı dataların oynaklık göstermesinden bir kısmı da ortaya çıkan belirsizlikten kaynaklanıyor. Tam da bu nedenle piyasa fiyatlamaları ile reel ekonomiler arasındaki görünümde mantıklı bir gerekçe ile açıklamakta zorluk çektiğimiz ayrışmalar yaşanıyor. Öte yandan yine sürecin doğal bir sonucu olarak sıfıra çekilen resmi borçlanma maliyetleri nedeniyle reel getiriler yerküre üzerinde her noktada ciddi anlamda geriliyor ve getiri arayışı had safhaya çıkıyor. Benzer durumu 2009 ve sonrasında da görmüş, Mayıs 2013’te dönemin Fed Başkanı Bernanke’nin yaptığı konuşmaya dek artan hızda, sonrasında ise iki ileri bir geri şekilde de olsa yine aynı eksende takip etmiştik. Ancak, iki dönem arasındaki farka dair en ince ayrıntı, bu kez gelişmekte olan ülkelerin de tıpkı gelişmişlerdeki abilerinin yaptığı şekilde parasal ve maliye genişlemelerini hayata geçirmiş olmaları. Artık, Hindistan, Endonezya ve Türkiye merkez bankaları da bilançolarındaki kamu kağıdı portföylerini artırıyor, yakın zamanda Brezilya da artıracak.
Verdiğim örnekler toplam pastanın sadece küçük bir kısmını temsil ediyor. Hal böyle olunca da resim oldukça ilginç bir noktaya evriliyor. Nasıl? i) Atılan para politikası adımlarında öne çıkarılan vurgu, pandemi kaynaklı olumsuzluklar tam olarak ortadan kalkana dek sürecin korunacağı, gerekirse ek önlemlerin alınacağı. ii) Pandemi sürecinin kendi içerisinde taşıdığı yüksek belirsizlik. Bu iki kritik detay nedeniyle öngörülebilir yakın vade içerisinde parasal teşviklerin geri alınması veya boyutlarının daraltılması mümkün görünmüyor. Bu da bizi Hindistan’da sadece iki aylık süreçte 1.2 milyondan fazla yeni hisse senedi hesabı açılması ve yurt içinde 1.5 milyonu aşan bakiyeli hisse senedi müşterileri tartışmalarının tam orta noktasına taşıyor. Nedir? Artan getiri arayışı getiri alternatifsizliğinin göbeğinde hisse senedi piyasalarını genele yayılır şekilde hem destekliyor hem de cazibesini artırıyor. O halde yarının dünden farklı olacağını düşündüğüm ikinci nokta olarak da burayı belirtmek mümkün. Hisse senetlerine olan ilgi dünün değil, yarının gelişmesidir. Üstelik pek de önemlidir.
Yazıyı toparlamaya çalışırken insanlık açısından küçük, biz finans kesimi içinse önemli bir gelişmeye değinmek istiyorum. Esasen yazacak yerim olsa detaylandırmak daha doğru olabilirdi fakat arz-talep sınırlaması burada da var. Cuma günü 6 majör merkez bankası tarafından yapılan ortak açıklama ile haftanın her günü düzenlenen 7 gün vadeli swap operasyonları Temmuz itibarıyla artık haftada 3 kez gerçekleştirilecek. Piyasa dinamiklerinin normale dönmeye başladığına dair önemli bir bebek adımı olduğu aşikar. Bir sonraki adım muhtemelen maliyetin de artırılması olacaktır. Görüldüğü üzere, likidite önlemleri alındı da düzeltme ihtiyacı hasıl oldu bile. Meşhur swap operasyonlarında dahi.