Faruk Aktay
Avukat /Uluslararası Ticaret Hukuku Uzmanı
Verilerle desteklenmeyen iddialarda bulunmayı sevmem ancak geçenlerde karşılaştığım bir çalışma özellikle dikkatimi çekti. Londra merkezli World Economics grubun 2021 yılı Dünya Bankası GSYH verileri, 2022 yılı IMF büyüme rakamları ile 2017 yılına ait uluslararası satın alma gücü endekslerini kullanarak, kayıt dışı ekonomik büyüklükleri de dahil ederek yaptıkları satın alma gücü paritesine (SAGP) göre Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) hesaplamalarında 2022 yılında Türkiye 3.7 trilyon dolar büyüklüğündeki ekonomisi ile dünyada 9. ve Avrupa’da 2. sıraya yükselmiş. Uluslararası kurumların genel kabul görmüş istatistiki çalışmaları henüz açıklanmadığı için bu hesaplamaları ciddiye almayanlara hatırlatmak isterim. IMF hesaplamalarına göre de Türkiye 2000-2010 yılları arasında 18. sıradayken, 2011’de 16. sıraya, 2012’de 15., 2013’te 14. ve 2014’te 13. sıraya yükselmiştir. Daha sonra 2014-2019 arası dönemde 13. sıradaki yerini koruyan Türkiye 2020 ve 2021 yıllarında ise 11. olmuştur. Daha önce İspanya ve İtalya’yı geride bırakan Türkiye ekonomisi, 2021 yılında 3.4. trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğe sahip Fransa ve İtalya’yı 2022 yılında 3,7 trilyon dolarlık büyüklük ile geride bırakmıştır. Bu azımsanmayacak bir başarıdır. Ülkeler arasındaki kur farklılıklarını göz ardı ederek ekonomik üretim ve yaşam standartları açısından daha sağlıklı uluslararası ekonomik kıyaslamalar sunmaları nedeniyle satın alma gücü paritesine göre GSYH daha doğru bir veri seti sunar.
Nüfus etkisini de göz ardı etmek istersek Türkiye’nin başarısı yine kendini göstermektedir. Satın alma gücü paritesine göre düşen kişi başı gelire bakmamız gerekir. Buna göre Türkiye bugün 43.000 dolar seviyesindeki kişi başı gelir ile, Avrupa Birliği üyesi olup neredeyse yarım asırdır AB’den aldıkları desteklerle ancak bu kadar yol kat edebilmiş, Euro bölgesinde olmasalar kamu borcunu dahi çevirmesi mümkün olmayan Portekiz ve Yunanistan kadar zengin. 48-50.000 dolar bandındaki İspanya ve İngiltere’nin ise çok uzağında değil.
Bu başarının arkasında doğru politikalar mevcuttur. Türkiye ekonomisi 2018 yazında yaşadığımız ve ülkemize yönelik ekonomik sabotaj niteliğindeki kur şoku ve ani duruşun yarattığı ekonomik sarsıntıları ile uğraşırken bir anda patlak veren ve tüm dünyada ekonomik faaliyetleri neredeyse durma noktasına getiren pandemi dönemi ve sonrasını “genişleyici para politikası” takip ederek aşmıştır. Enflasyon fiyat istikrarını bozması nedeniyle kötüdür ve -bozulan fiyat istikrar beraberinde başka ekonomik sorunları getirir doğrudur- ancak ekonomik durgunluk ile gelen işsizlik belki daha büyük toplumsal sıkıntılara yol açabilmektedir. Oysa bugün 2018 yılından beri tüm zorluklara rağmen büyüme patikasından ayrılmamış bir Türkiye hikayesi konuşuyoruz. 2020 yılında pandemi döneminde dünya ekonomisi ortalama %3.2 küçülürken Türkiye ekonomisi %1.8 büyüme kaydetmiş, pandemi sonrası dönemde ise daha yüksek büyüme performansı göstermiştir. Bu performans ile ilgili olarak tek şikayet edilen konu yüksek enflasyon olabilir ancak o da tartışmaya açık. Türkiye’de enflasyonun daha yüksek bir orana çıkmasının ardında yaşadığı kur atakları vardır. Türkiye’den yüksek fon çıkışının görüldüğü 2018 sonrası dönemde Türk lirasının değer kaybı, buna bağlı olarak artan enflasyon ve sonrasında gerek pandemi döneminde dünya genelinde merkez bankalarının bilançolarını genişletmesi sonucu oluşan likidite bolluğunun yarattığı küresel enflasyon, bu da yetmezmiş gibi Rusya Ukrayna savaşı neticesinde artan enerji ve gıda fiyatları gibi faktörlerin hepsi zaten kırılgan olan enflasyonun Türkiye’de geçici bir süre için daha yüksek görülmesine neden olmuştur. Ancak bu da Türkiye’nin yanlış politika izlediği anlamına gelmez. Avrupa ve Amerika’da uzun soluklu bir ekonomik durgunluk beklendiği için önümüzdeki dönemde gelişmekte olan piyasalara fon girişlerinin artış göstermesi beklenmektedir. Türkiye de mutlaka bundan istifade edecektir, ancak giren çıkan sıcak paraya bakmaksızın ülkemizin finansal bağımsızlık ve istikrarı açısından kalıpların dışında düşünmeye devam etmeliyiz.