Tunç DİPTAŞ
Eskiden en sevmediğim özelliklerimin başında çabuk sıkılmam gelirdi. Çocukluk yıllarımda zorla götürüldüğüm yerlerde, öğrencilik yıllarında derslerde yaşadığım sıkılma duygusunu hala unutamıyorum.
Çocukluğuma ve gençliğime damga vuran bu hisse etrafımda bulunanların hiç olumlu yaklaşmamaları, hatta sürekli eleştirmeleri beni bu duygunun iyi bir şey olmadığına inandırmıştı.
Ebeveynlerimin, öğretmenlerimin, arkadaşlarımın “Neden bu kadar çabuk sıkılıyorsun?” tepkisiyle başlayan ve “Neden yerinde duramıyorsun?” ile devam eden ağır eleştirilerini hala duyar gibiyim.
Çabuk sıkıldığım için, çabuk hareket ediyor, bu yüzden unutkanlık ve sakarlıklarım yüzünden daha çok eleştiriliyordum. Kendime olan güvenimin sarsıldığı yıllardı. Sonraları kendi özgürlüğümü kazandıkça sıkıldığım aktiviteleri yapmamakta buldum çözümü.
Zorla herhangi bir işi üstlenmek yerine yapmamayı tercih ettim. Buna rağmen çocukluğumdan kalma özgüven eksikliği devam etti. Öğretmenlerimin, ebeveynlerimin eleştirilerini kendi zihnimde takılmış bir plak gibi çevirir durur, kendimi eleştirirdim.
Sonra Amerika’ya taşındım. Ve özgürlükler ülkesinde özgürlüklerin sınırını elimden geldiğince zorladım.
“İstediğin her şeyi yapmalısın” kültürünün hâkim olduğu Amerika’da yalnız ama özgürdüm. Bu yüzden de ne zaman sıkılsam, kendimi eğlendirecek bir aktivite buldum.
Etrafımda beni eleştirecek kimselerin olmamasına dikkat ettim. Ta ki işyerinde problem çıkıncaya kadar. Amerika’da affedilmeyen şeylerden birisi karakterinizin şirketlerin ya da sermayenin istemediği bir etki yaratmasıdır.
Aktif olmadığım veya ilgimi çekmeyen toplantılardaki isteksizliğim, sıkılmışlığım yüzüme vurmaya başlayınca patronum beni uyardı ve şöyle dedi:
“Yüzündeki isteksizlik ve sıkılmışlık okunuyor. Müşteriler toplantılar sırasında bu halinden etkileniyor. Bu konu ile ilgili doktora görünmelisin.”
Ben de patronumu dinleyip psikoloğa gitmeye karar verdim. Yapılan birkaç test sonucunda görüldü ki bende DEHB, yani Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite Bozukluğu hastalığı varmış.
Psikoloğun söylediğine göre uyarıcı ilaçlar almam gerekiyormuş. Bu ilaçlar benim düzgün çalışmayan beynimin doğru çalışmasını, sıkıldığım zamanlarda odaklanmamı sağlayacakmış.
İlaç kullanmayı, ilaca bağlanmayı hiç sevmediğimi söylediğimde de “Eğer normal bir insan gibi yaşamak istiyorsan bu ilacı kullanmalısın” yanıtını aldım. Çaresiz kullanmaya başladım. Ve gördüm ki daha fazla odaklanabiliyorum ama ben ben değilim.
Kalbim yerli yersiz hızlı atıyor, stres seviyem yükseliyor ve ilişkilerimde zorluk yaşıyorum. Hayati kolaylaştırayım, daha başarılı olayım derken kendimden vazgeçtiğimi fark ettim.
Ve sıkılmak ve odaklanamamak konularını araştırmaya başladım. “Gerçekten bu ilaçlara ihtiyacım var mı?” diye sorguladım.
Einstein, Newton ve Michael Phelps…
Gördüm ki, dahi Einstein dahil birçok insanın başarılarının sırrı farklılıklarını güç kılmaktan, sıkılmaktan kaynaklanıyor. Öyle ki Einstein’a göre “Yaratıcılık sıkılmaktan geliyor”.
Newton’da ağaç altında hiçbir şey yapmayıp sıkıldığı bir sırada, bir elmanın kafasına düşüşüyle yerçekimini bulmuştu.
Yapılan son araştırmalar kanıtlıyor ki sıkıldığımız zamanlarda yaratıcılığımız artıyor. Duş alırken, araba kullanırken, uyurken, dalıp gittiğimizde, hiçbir şey yapmadan durduğumuzda geliyor en farklı fikirler.
Beyin serbest kaldığında, düşünmeyi bıraktığında özgürce dolanmaya başlıyor ve yepyeni fikirlere yer açılıyor. Ben artık ilaç kullanmıyorum. DEHB’yi hastalık olarak görmek yerine benim yaratıcılığımı artıran özelliklerim olarak düşünüyorum.
Beni özgün kılan karakterim olarak benimsiyorum. Farklılıklarımı benimsedikçe görüyorum ki özgünlüğüm artıyor ve insanların bana olan davranışı olumlu anlamda değişiyor.
Tarihe baktığımızda normal olmaya çalışıp, başkalarına benzemeye çalışanların değil kendini keşfeden ve farklılıklarıyla kendini benimseyenlerin başarılı oldukları görülüyor.
28 madalya ile olimpiyatlarda en çok madalya kazanan sporcu olma unvanını kazanan Michael Phelps’e henüz 11 yaşındayken DEHB tanısı konmuş. Phelps, bunu hastalık olarak görmek yerine “özel olmak” şeklinde kodlayıp başarıya çevirmiş. Phelps bir röportaj sırasında kendisine sorulan soruya söyle cevap vermiş:
“Başkalarının eksiklik olarak gördüğü özelliklerim vardı. Çabuk sıkılmak ve odaklanamayıp çok hareket etmek gibi… Ben bunlardan utanmak yerine güçlü tarafım olarak gördüm. Farklılıklarım bana güç verdi ve başarıya ulaştım.”
Var olmak, kendinizi gerçekten benimseyip, özgün olup dünyaya ilham verebilmektir. Başarılı bir lider olmak istiyorsanız, kendi kişisel markanızı yaratmak istiyorsanız, çalıştığınız firmada kendinizi göstermek istiyorsanız farklılıklarınızı sevin ve benimseyin.
“Başkası ne der” düşüncesinin yerine, ben kusursuz olmayan özelliklerimle farklılık yaratıyorum düşüncesini koyun. Sıkılmaktan, farklı olmaktan, başkalarının kusur olarak gördükleri özeliklerinizi benimsemekten ve güçlü tarafınız olarak görmekten korkmayın.
Böylelikle yeni dünyalara, yeni icatlara açılmanın keyfini yaşayın. Özgün olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşayacağınız bir hafta dileğiyle.