Geçtiğimiz hafta perşembe günü 2025-2027 dönemine ilişkin orta vadeli program açıklandı. Bu programların temelde üç bölümü oluyor. Birinci bölüm dünya ve Türkiye ekonomisine ilişkin son gelişmeleri özetliyor. İkinci bölüm makroekonomik politika çerçevesi ve temel amaçları tartışıyor. Belirlenen temel politika alanları genelde yapısal sorunların çözümüne yönelik bir içeriğe sahip oluyor. Üçüncü bölüm ise makroekonomik verilere ilişkin tahminleri paylaşıyor.
Son yayınlanan programa baktığımızda, ikinci bölümde sekiz tane politika alanı belirlenmiş. Bunların çoğu önceki yıllarda da zaten bulunuyordu. Bu alanlar, makro ekonomik ve finansal istikrarın kalıcı hale getirilmesi, kamu mali reformlarının hayata geçirilmesi, Ar-Ge ve yenilikçilik kapasitesinin geliştirilmesi, yeşil ve dijital ekonomiye geçişe yönelik teknolojik dönüşümün sağlanması, beşeri sermayenin güçlendirilmesi, işgücü piyasasının etkinleştirilmesi, iş ve yatırım ortamını iyileştirmeye devam edilmesi, ekonomide kayıt dışılığın azaltılması olarak belirlenmiş. Başlıklar itibarıyla baktığımızda, söz konusu adımların Türkiye’nin ihtiyacı olan ve geliştirilmesi gereken alanlar olduğu konusunda tereddüt yok. Fakat bunların hemen hemen her yıl tekrarlanıyor olması istenen sonuca bu tür planlarda bir türlü ulaşılamadığını da gösteriyor.
OVP’nin en çok tekrarlanan kelimelerinden birisi desteklemek
Genel olarak baktığımızda, her başlığa ilişkin 25-30 tane politika adımı sıralandığını görüyoruz. Her ana başlığın ana hareket noktasının desteklemek olduğunu görüyoruz. Önceki planlarda da böyleydi. Doğrudan üretime yönelik, örneğin kamu- özel işbirliği şeklinde bir değişim modeli yerine piyasaya bırakılan ve desteklerle piyasanın yönlendirilmeye çalışıldığı bir yapının devam ettiğini görüyoruz. Örneğin, yüksek teknoloji ürünlerinin toplam ihracatımız içindeki payının %3’lerde olduğunu biliyoruz. Bunu yıllardır arttırma gayretindeyiz ama bir türlü o noktaya gelemiyoruz. 30 ayrı kurum 60’tan fazla destek ve teşvik vermesine rağmen sonuç pek değişmiyor. Ülkemizde teknolojide önde ve başarılı olan örnekler kamu ağırlıklı Aselsan, Roketsan gibi savunma sanayinde faaliyet gösteren firmalar. Benzer bir yolu başka sektörlere de yaymak, savunma sanayiindeki bu dinamizmi diğer sektörlerde de denemek yerine destekleme yoluyla bu sonuca ulaşmaya çalışmak bize göre yine çok da amaca hizmet etmeyecektir.
Değişim hedefleri güzel ama nasıl başarılacak?
Bu başlıklarda öne sürülen birçok değişim maddesinin doğru olduğu görüşüne biz de katılırız. Fakat bunlar alt alta sıralanmış bir temenni gibi görünüyor. Nasıl sorusunun yanıtı maalesef yeterince verilemiyor. Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da değişimlere yönelik bazı idari, kanuni düzenlemelere ilişkin bir takvimlendirme yapılmış durumda. Bu olumlu bir gelişme elbette. Fakat bu yılki toplantının başında olduğu gibi sadece örneğin ilk çeyrekte öngörülen 24 maddenin 20’si gerçekleşti ikinci çeyrekte örneğin sekiz maddenin ikisi gerçekleşti gibi sonuçların paylaşılması etkin bir izlemeye imkân vermiyor. Bu maddeler neydi, ne amaçlanmıştı, neye ulaşıldı sorularının yanıtı çok da verilemeden kapanmış bir konu olarak gözüküyor. Hâlbuki bunların üçer aylık dönemler itibarıyla izlenmesi beklenen sonuçların gerçekleşip gerçekleşmediğinin değerlendirilmesi, bu tür bir programın kredibiltesi ve başarı şansı açısından son derece önemli bir faktördür.
Büyüme ve dezenflasyon başlangıçta aynı kulvarda olamaz
Son olarak makroekonomik tahminlere baktığımızda, enflasyon öngörülerinin Merkez Bankası enflasyon raporundakilere paralel ve yakın olduğunu izliyoruz. Bu beklenmesi gereken ve normal bir durum. Büyüme tahminleri ise en tartışmalı kısmı oluşturuyor. Gelecek yıl ve takip eden iki yıl % 4 ile başlayıp %5’lere giden bir büyüme öngörüsü var. Aynı dönemde enflasyonun tek haneli rakamları düşürülmesi hedefleniyor. Bu ikisinin beraberce hedeflenen boyutta olması neredeyse imkânsız bir senaryo. Merkez Bankası’nın enflasyon raporlarındaki çıktı açığına baktığımızda, 2025 büyümesi %1,5 civarında görünürken OVP’de %4 olarak açıklanıyor. Mevcut gidişata baktığımızda TCMB tahmini daha gerçekçi görünüyor. Bununla birlikte, ekonominin yavaşlaması mutlak bir gereklilik olmakla birlikte aslolan iç talebin yavaşlaması hatta daralmasıdır. Dış talep devreye girdiğinde bu daralmanın süresi ve boyutu kısalır. Mevcut gidişatta dış talebin zayıf seyrettiğini izliyoruz. OVP‘de dolaylı yoldan kur tahminine baktığımızda, TL’nin reel olarak değerlenmesinin ana politika aracı olarak devam edeceğini görüyoruz. Bu şartlarda dış talebin devreye girmesinin zor olduğunu dikkate alacak olursak büyüme tahmininin özellikle gelecek yıl için çok iyimser kaldığını düşünüyoruz.
Sonuç olarak, OVP değişim hedefleri olarak önceki programlarda olduğu gibi doğru noktalara dokunuyor. Fakat nasıl sorusuna yeterince güçlü cevap veremeyen bir yapıda bulunuyor. Nasıl‘ın yanıtı temelde daha çok destekleme yönünde ortaya çıkıyor. Yıllardır benzer bir yapıyı uygulayarak yapısal dönüşümde pek de yol alamadığımızı dikkate alacak olursak, mevcut OVP’nin piyasalara yeni bir hikâye anlatan ve heyecanlandıran bir yapıda olmadığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz.