BYD’nin Türkiye’ye yatırım yapacağını açıklaması ile Çin şirketlerinin gündemde daha geniş yer bulması ve Devrim Anadol markalarını unutup Togg ile başladığını düşündüğümüz yerli ve milli otomobil sevdamızdan biraz başımızı kaldırıp dünyadaki yeni atılım ve yatırımlara bakmak yararlı olacak.
Eskiden otomotiv şirketi veya otomobil üreticisi ifadesini kullanırdık. Bunu hatırlatıyorum çünkü Stellantis’in kendisini tanıtmak için kullandığı “dünyanın önde gelen otomobil üreticilerinden ve mobilite tedarikçilerindendir” ifadesinin işaret ettiği dönüşümü anlamak için yolculuğa buradan başlamak gerekiyor. ABD’de (NYSE: STLA) ve Avrupa’da (Euronext Milan: STLAM / Euronext Paris: STLAP) borsaya kote olan Stellantis, bir platform olarak bünyesinde barındırdığı oyuncuları sıralarken Abarth, Alfa Romeo, Chrysler, Citroën, Dodge, DS Automobiles, Fiat, Jeep, Lancia, Maserati, Opel, Peugeot, Ram, Vauxhall, Free2move ve Leasys gibi “köklü bir geçmişe sahip ikonik markaların” yanı sıra “yenilikçi ürün ve hizmetler konusunda vizyon sahibi kurucularına” ve “günümüz müşterilerine” atıfta bulunuyor. Otomotivde yeni ekosistem bu üç unsuru barındırmak durumunda…
İşin ekonomisi tarafında ise, ölçek ve ihracat kapasitesi öne çıkan faktörler. Bu açıdan bakınca, BYD’nin Türkiye yatırımı, Avrupa’da Türkiye’den daha önce gerçekleştireceği Macaristan yatırımı düşünüldüğünde daha çok Türkiye’nin iç pazarını hedefleyen ve ithal ikâmeciliğin farklı bir biçimini sergileyen bir kimliğe bürünüyor.
Bütün doğruları bünyesinde barındıran Togg da, hem ölçek hem de ihracat kapasitesi açısından, işin ekonomisinin gereklerini yerine getiremiyor. Bizim önemli başarı formüllerimizden biri olan “Türk gibi başlayıp Alman gibi bitirme” burada Alman gibi anlatıp Türk gibi yapma, maalesef Alman gibi anlatıp Türk gibi yapmaya dayanan bir iş modeli olarak karşımıza çıkıyor. Bunu, Alman teknoloji şirketleri ile daha önceki temaslarıma dayanarak yazabiliyorum. “Use Case Mobility” üzerine kurulan modelin farklı noktalarındaki süreçler için modül üretebilen bir global bir oyuncu olabilecekken cari açığı kısmayı hedefleyen bir araç üretmeyi tercih ettik. Umarım, batarya üretiminin enerji yatırımlarında depolama ihtiyacına hitap edecek türden çözümlerle zenginleştirilmesi ile Türkiye için katma değeri yüksek bir işe dönüşür.
Bu değerlendirme ve umutlarımı dile getirdikten sonra, son dönemde takip edebildiğim kadarıyla önemli gördüğüm yeni mobilite dünyasına bir pencere açmak istiyorum. Stellantis’e refere ederek başlamıştım; oradan devam edeyim.
Stellantis’ten Yüzbaşı Volkan’a yakışır odaklanma
Çocukluğumda zevkle okuduğum ancak ömrü çok da uzun olmayan yerli ve milli çizgi romana adını veren kahramanı Yüzbaşı Volkan’ın aklımda kalan en önemli özelliği, karada, havada, uzayda ve deniz altında kahramanlıklar yapmasıydı. Stellantis, şimdilik havadan ulaşıma yönelik yatırımı ile bu tablonun ilk çeşitlenme aşamasını yaşıyor ancak bana aynı tadı verdiği için Yüzbaşı Volkan’ın adını anmak istedim. Use Case Mobility yaklaşımı kapsamında Türkiye’de de bu alanlarda gelişmeler görmeyi umuyorum; sadece kullanmak değil, başkalarına da satmak odağının da altını çizerek…
Stellantis’in Haziran 2024’teki son test uçuşunu başarıyla gerçekleştiren Archer’a yaptığı 55 milyon dolarlık ek yatırımın hedeflediği, kentsel mobiliteyi yeniden tanımlama konusu, yeni nesil mobilite çözümlerinin odaklanması gereken önemli başlıklardan biri. Şehir içinde dikey şekilde kalkış ve iniş yapabilen elektrikli uçak eVTOL’un geliştiricisi Archer Aviation’a yapılan ek yatırım, şirketlerin stratejik finansman anlaşması kapsamında gerçekleşirken Stellantis’in 2024 başlarında tamamladığı 39 milyon dolarlık Archer hissesinin halka açık piyasa satın alımının ve 2023’te Archer’a yaptığı 110 milyon dolarlık yatırımın devam niteliğinde. Stellantis, farklı iş birliği girişimleriyle 2020 yılından bu yana Archer’ın stratejik ortağı ve 2021 yılından bu yana yatırımcısı konumunda. Bu ilişkide Archer, eVTOL uçağını tasarlamak, geliştirmek ve ticarileştirmek için Stellantis'in köklü üretim, tedarik zinciri ve tasarım uzmanlığından yararlanıyor.
Yatırımın hedefine baktığınızda, Archer’ın ABD’deki yüksek hacimli üretim tesisi inşaatının bu yılın ilerleyen zamanlarında tamamlanması planı ile karşılaşıyorsunuz. Uçak üretimi alanında dünyanın en büyük tesislerinden biri olacağı ifade edilen tesis, uçak ifadesi kullanılsa da, hava aracı tanımının nasıl değiştiğini de ortaya koyacak. Yılda 650 uçağa varan üretim kapasitesine sahip olacak şekilde tasarlanan inşaatın ilk aşaması, yaklaşık 100 dönümlük bir alandaki 350 bin metrekarelik bir tesisten oluşuyor.
İşin niteliği ise, niceliğinden daha çarpıcı çünkü dijitalleşmenin gereklerini yerine getiriyor. Bunların başında gelenin, yapay zekâ başta olmak üzere dijitalleşme alanlarının tümünde zamana kazanmak olduğunu daha önce defalarca yazmıştım ve artık bunu biliyoruz. Archer’ın, otomobille 60-90 dakikalık gidiş-geliş yolculuklarını güvenli, sürdürülebilir, düşük gürültülü ve kara taşımacılığına yakın bir maliyetle tahmini 10-20 dakikalık elektrikli hava taksi uçuşlarıyla değiştirerek şehir içi mobiliteyi dönüştürme hedefi, tam olarak dijitalleşmenin bu nosyonuna hitap ediyor. Hava aracı, Archer Midnight’ın, uçuşlar arasında minimum şarj süresi ile arka arkaya hızlı uçuşlar gerçekleştirmek için tasarlanan pilotlu, dört kişilik bir uçak olarak tasarlanması bu nosyonun ürünleştirme tarafındaki başarılı yansımasını oluşturuyor.
Bizim ülke olarak buradan çıkarmamız gereken dersi, İstanbul-Ankara ulaşım modeli ya da İstanbul’un Avrupa yakasında eski banliyö hattının yerine yapılan Sirkeci-Yedikule hattı gösteriyor. İlkinde, hızlı tren, uçak ve karayolu seçeneklerinin tümü, şehir merkezi için beş saat civarında bir ulaşım süresinin altına inmeyi sağlayamazken Sirkeci ile Yedikule arasındaki tek hatlı demiryolu hem yüksek doluluğu yakalama hem de sık sefer gerçekleştirme konusunda yetersiz bir tasarıma dayanıyor.
PEUGEOT’nun kolay kullanım ve uzaktan sürüş modeli
Stellantis’in hızlı şarj olan hava araçları ile havadan sık sefer gerçekleştirmeye dayanan kentsel ulaşım modelinden farklı olarak PEUGEOT, 100 kWsa batarya kapasitesi sayesinde 800 kilometre yol kat edebilen konsept modeli INCEPTION ile tek şarjla uzun menzilli bir çözüm geliştirirken araç içindeki sürüş sistemini pratikleştiriyor ve bir üçüncü taraf ile uzaktan sürüş konusunda birlikte çalışıyor.
INCEPTION’ın içindeki dijital ve elektrikli Hypersquare direksiyon kontrolcüsü, günlük hayattaki akıllı telefon kullanımına benzer tıklama veya dokunma hareketiyle aracın tüm parametrelerini yönetmeye olanak tanıyor. Hypersquare ile desteklenen yeni PEUGEOT i-Cockpit’in, 2026 itibarıyla PEUGEOT’nun yollara çıkacak olan tüm yeni araçlarında kullanılacağı açıklanıyor.
Aracın içinden olduğu kadar uzaktan kullanılması da önemli bir konu ve PEUGEOT, INCEPTION’da, iş ortağı VAY’in uzaktan sürüş teknolojisini kullanıyor. VAY’nin hücresel bağlantı ve araçlara entegre kamera gibi sensörler kullanılarak tek bir sürücünün birden fazla araca uzaktan kumanda etmesine olanak tanıyan “teledriver” teknolojisi, aracın direksiyon, fren ve hızlanma işlevlerinin yönetilmesine dayanıyor. “Telestation” ise, aracın çevresini gerçek zamanlı olarak göstererek hassas kontrol deneyimi sağlarken teslimat operasyonlarının verimliliğini artırmanın yanında araç paylaşımı ve araç kiralama operasyonlarını tek tıkla yönetme olanağı da sunuyor.
Bu uygulamaları araçlarına entegre eden şirket olan PEUGEOT’nun 2023’te yaklaşık 1 milyon 124 bin araç sattığını –ölçeği anlaşılır kılmak açısından- ekleyeyim.
Hem Stellantis hem de PEUGEOT’nun çözümleri, mobilitenin artık ulaşım veya taşıt aracı imal etmekten ziyade bir ulaşım sistemi inşa etmek anlamına geldiğini gösteriyor ancak bu olgu, üretim tarafındaki sistemi teknoloji kullanarak daha verimli ve geliştirilebilir hale getirmenin önemini azaltmıyor. Ford Otosan’ın Romanya fabrikasını tasarlarken SAP’nin otomotiv sektöründeki deneyiminden faydalanması, bir diğer faydalı işbirliği modelini ortaya koyuyor.
Ford Otosan, Romanya fabrikasını SAP deneyimi ile kurguluyor
Mobilitenin geleceğine bakarken karşıma çıkan faydalı işbirliklerinden biri de, Ford Otosan ile SAP arasında. Ford Otosan’ın açıklamasında, şirketin Romanya’daki fabrikasının tasarım sürecinde SAP’nin otomotiv sektöründeki deneyiminden faydalandığı ifade ediliyor. 23 bin çalışanı ve dört farklı lokasyondaki üretim tesisleri ile yılda 750 bin adedi aşkın araç üretim kapasitene sahip olan Ford Otosan, yüzde 90’lık ihracat oranı ile otomotiv endüstrisinde önemli bir paya sahip.
Ford Otosan’ın Ford’un Romanya’daki fabrikasını satın almasının ardından finansal, lojistik ve depolama dahil olmak üzere, tüm sistemlerini yeniden kurmaları gerektiğine işaret eden Ford Otosan Dijital Ürünler ve Servisler Lideri Hayriye Karadeniz, bu yeniden kurma sürecinde yolarlının SAP ile kesiştiğini ifade ediyor. Karadeniz, “Romanya fabrikamız yıllık 270 bin araç ve 350 bin motor üretme kapasitesine sahip devasa bir yapı. Öncelikle işleyen süreci doğru anlamak gerekir çünkü üretimi asla durduramazsınız. Özellikle teknolojik altyapıda atacağınız her adımı doğru ve kusursuz planlamak zorundasınız. İlk altı ay Ford’un kendi sistemlerini mevcut yapıyı koruduk. Akabinde 80 kişilik bir ekiple Romanya’daki dönüşüm projesine başladık. Burada sekiz ayda tüm finansal sistemleri kurduk ve durmaksızın işleyen bir sistem ortaya koyduk” diyor.
SAP dünyasına yeni girdikleri için 40 uygulama yerine 20 uygulamayı devreye alarak işe başladıklarını belirten Karadeniz, SAP’nin otomotiv sektöründeki bütün deneyimi ve başarılı uygulamalarıyla tüm yapıyı yeniden tasarladıklarını söylüyor. Uyarlama sürecinin kendisi de bir sınav niteliği taşıyor. Karadeniz, bu konuda, “Fabrikanın yıllık sayımının yapıldığı tek uygun zamanda projemizi canlıya alma başarısına ulaştık. Bu süreçte değişimin yönetimin önemini bir kez daha gördük ve bu sürecin en önemli üç anahtarı ise iletişim, yönetişim ve değişim olduğu ortaya çıktı. Şimdi sıra Türkiye’de... Maliyet, hız, kalite konusunda teknolojinin şirketimize vizyon katarak bizi rekabetçi konumda tutması temel beklentimiz. Ford Otosan’ın yaptığı bu yatırımlar sadece kendinin değil, ülkenin de rekabet gücüne katkıda bulunuyor” şeklinde konuşuyor.
Bütün bu örnekleri yazmama neden olan motivasyonu da Karadeniz, kendiişleri ile bağlantılı olarak net bir biçimde ortaya koyuyor ve “Biz fırsat arıyoruz, teknolojinin/SAP’nin bize fırsat yaratacağı alanlara odaklanıyoruz” ifadesini kullanıyor. Bütün bu anlattıklarımın hedefi, dünya değişirken Türkiye’nin aldığı pozisyonla ileri bir noktada avantajlı bir konum elde etmesine yardımcı olmaktır.