Otokrasilerin akıldışılığı dünya için en büyük tehdit

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Savaşların arkasında genelde ekonomik sebepler olduğu iddia edilir. Ancak bugün Rusya’nın ekonomik sebeplerle Ukrayna’ya savaş açtığını söylemek imkansız. Aksine Rusya son dönemde Avrupa’nın enerji tedariğinde çok büyük bir pay elde etti. Ve hatta (artık rafa kalkan) Nord Stream 2’nin devreye girmesiyle bu payını iyice artırmak üzereydi. Putin’in savaş için öne sürdüğü Donbass’ta Rus asıllıların katliama uğradığı ve Ukrayna’nın NATO’ya katılmasının kendisi için varoluşsal bir tehdit olacağı iddialarının da geçerliliği yok. Donbass bölgesi zaten Kırım’ın ilhakından beri de facto Rusya’nın kontrolünde. NATO iddiasına gelirsek: Rusya’yı çevreleyen Türkiye, Polonya, Romanya, Bulgaristan ve Baltık ülkeleri zaten NATO’ya üye. Ukrayna’nın da NATO’ya girmesi bu anlamda pek bir şey değiştirmez. Bir savunma paktı olan NATO’nun da durup dururken Rusya gibi bir nükleer güce saldırması söz konusu olamayacağı için ortada varoluşsal bir tehdit de yok.

Savaşın asıl nedeni otokrat Putin’in ölmeden Çarlık Rusyası’nı tekrar inşaa etme emeli ve bu emelinin Ukrayna’nın NATO’ya (ve de AB’ye) girmesi ile son bulacak olması. Sonuçta da Rusya asla gerçek anlamda kazanamayacağı kanlı bir savaşa girişti. Denilebilir ki, Rus ordusu zorlansa da Ukrayna’yı ele geçirecektir. Doğru olabilir. Batı ne kadar yardım etse de, doğrudan savaşa dahil olmadığı sürece Rusya eninde sonunda (iki tarafın da büyük kayıplar vermesi neticesinde) Ukrayna’yı ele geçirebilir. Ama ne pahasına? Rusya ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel olarak tamamen dışlanmış bir ülke olacak. Zaten hepi topu İspanya büyüklüğünde olan ekonomisi iyice çökecek. Putin açısından daha da acı bir durum kendi ırkından olduğunu düşündüğü için ilhak etmek istediği Ukrayna’nın halkı kendilerine bu zulmü yapan Ruslardan nefret edecekler, ve hiçbir zaman Putin’in istediği gibi onlarla entegre olmayacaklar. Ortak ve tanımlayıcı özelliği akıldışılık olan otokrasilerin Dünya için ne kadar tehlikeli rejimler olduğu bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkmış durumda.

Türkiye’ye geri dönersek, geçen hafta da yazdığım gibi, savaşın öncelikle enerji fiyatlarının rekor seviyelere yükselmesinden ve turizmde oluşacak kayıplardan kaynaklanan önemli etkileri olacaktır. Son 1 haftada gelişen durum, bu sene, mülteci olarak gelecekleri saymazsak, Ukrayna’dan hemen hemen hiç turist gelemeyeceğini gösteriyor. Öte yandan, biraz paradoksal bir şekilde, Rusya’dan ise daha fazla turist bile gelebilir, çünkü artık Rusların Türkiye dışında gidebilecekleri hiçbir destinasyon kalmamış vaziyette. Ancak bizim için daha önemli olan Avrupalı turistler. Bu yaz ilk defa kovit endişelerinin geride kalmasıyla Avrupa’dan 2019 senesine yaklaşan bir turist girişi bekleniyordu. Ancak, Avrupa’nın artan enflasyona karşı faiz artırması ve ekonomilerin soğuması, ve savaşın devam etmesi ile yakın coğrafyamızla ilgili oluşacak endişeler nedeniyle Avrupalı turistlerde de istenilen artışın gerçekleşmemesi bizim için gerek büyüme gerekse de döviz dengesi açısından kötü olur.

Bu vesileyle dün açıklanan Şubat ayı dış ticaret rakamlarına kısaca bakarsak: İhracatımızın yüzde 25 artışla 20 milyar dolara ulaşmış olması olumlu. İhracattaki ivme devam ediyor. Ancak, tabii ki, ithalatımızın da yüzde 46 artarak 28 milyar dolara ulaşmış olması aynı derecede olumsuz. Ocak ayındaki 10 milyar dolarlık dış ticaret açığından sonra, Şubat’ta da 8 milyar dolar açık oluşmuş durumda. Bu kadar yüksek açıkların oluşmasının ana sebebi enerji fiyatlarındaki artış. İlk 2 ay sonunda enerji ithalatımız geçen seneye göre 11.4 milyar dolar artışla 16.7 milyar dolara ulaşmış durumda. Ki bu rakamlarda Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle fiyatlarda meydana gelen artışın etkileri henüz yok. Dış ticaret açıklarının bu seviyelerde devam etmesi “sürdürülebilir” değil. Bu konuda Hükümetin tedbir alması elzem. Yaratacağı enflasyonist etki nedeniyle akaryakıta ekstra zam yapılarak talebin bir miktar da olsa kısılması mümkün değil. Ancak en azından elektrik üretiminde mümkün olabildiğince yerli kaynaklara yönelmemiz, bahar yağışlarının istenilen seviyenin altında kalması durumunda risk yaratacak olsa da hidroelektrik santrallerini maksimum kapasitede çalıştırmamız gerekiyor. Enerjiyi bugünlerde oluşan “spot” fiyatlardan ithal etmemiz bize çok büyük bir mali yük getirir.

Tüm yazılarını göster