Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Osmanlı göçmenlerinin dünyasını konu alan “Ottoman America” belgeseli, karanlıkta kalmış birçok hikayenin uluslararası kamuoyuna anlatmayı amaçlıyor. Belgesel, her biri 35 dakika olan 3 bölümüyle Osmanlı göçmenlerinin kişisel öykülerine yer vererek yaşanan göç hakkında yeni bilgileri gün yüzüne çıkarıyor.
Bay Atlantic University, Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi (MEDAM) ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) iş birliği ile gerçekleştirilen “Ottoman America” isimli belgeselin çekimleri; Massachusetts, Lowell, Lynn, Peabody, Lawrence, Boston, New York, Ellis Island, New Jersey Paterson, Wall Street, Michigan (Detroit), Virginia, Richmond ve Washington D.C. gibi farklı bölgelerde gerçekleştirildi. 48 günde çekimleri tamamlanan belgesel, genel bir anlatımın yanı sıra konunun uzmanları ile sahada yapılan aktüel röportajlar sayesinde, izleyicilerin bu göç sürecinin kayıp tarihini yeniden keşfetmesini hedefliyor.
Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nde (MEDAM) görevli araştırmacı-yazar İlkin Başar Özal ile belgeselin içeriği ve tüm dünyanın öncelikli gündem maddelerinden biri olmaya devam eden göç üzerine konuştuk.
Göçün nedeni; ekonomik zorluklar
“1820’lerden itibaren, önce Osmanlı sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nden ABD’ye göç eden bir topluluk var. Belgesel, 1880-1914 yılları arasında yaşanan hareketliliğe odaklanıyor. Amerika’ya gidenlerin neden göç ettikleri, bu göçün ABD ve Osmanlı üzerindeki etkilerini ortaya çıkarmak bizim öncelikli hedefimizdi. O dönem Osmanlı’nın sorunlu bir dönemi. Göçlerin yüzde 90’ından fazlası ekonomik temelli olduğu söylenebilir. İşsizlik ve ekonomik yetersizlikler neden olmuş göçe. 1880-1912 arasında Osmanlı kayıtlarına göre göç edenler 80 bin civarında. Ama Amerika’nın kayıtlarına göre giriş yapmış olanlar ise 300 bin civarında. Yani Osmanlı’nın haberi olmadan çıkanlar da olmuş. Bir de Amerika’nın haberi olmadan girenleri buna katarsanız, sayının daha fazla olduğunu düşünebiliriz. Osmanlı’dan Amerika’ya gidenlerin çok farklı etnik köken ve farklı dini anlayışından insanlar olduğunu görüyoruz. İşin ilginci, göç istasyonlarında ilk başlarda hepsi Türk olarak kayıt altına alınıyor. Büyük bir kısmının ilk uğrak yeri Ellis adası. Buradan ayrılanların, ilk etapta New York çevresinde iş imkanları aramaları söz konusu. Göç edenlerin büyük bölümünü gençler ve bekarlar oluşturuyor. Gelmiş olanlar, Amerika’ya yerleşme çabasında değiller, amaçları para kazandıktan sonra ülkelerine geri dönmek. Bu durum örgütlenme eksikliği yaratıyor. En çok bir araya geldikleri yerler ise kahvehaneler. İlk önce kas gücü gerektiren işlere başvuruyorlar ve hemen kabul ediliyorlar. Tekstil sektöründe ve deri fabrikalarında çalışıyorlar çoğunlukla.”
Osmanlı’dan gelip, Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüyorlar
“Amerika’nın 1924’te çıkarttığı bir göçmenlik yasası var. Belirli kotalar getiriliyor. Yeni gelen göçmenlere sponsor olabilecek bir kefil arayışı gündeme geliyor. Bu da Amerika’da yaşayan Türk nüfusunun yoğunluğu ile belirleniyor. Amerika’da yaşayan çok fazla Türk olmaması bu kotanın yıllık olarak 100 kişi ile sınırlandırılmasına yol açıyor. Bu kotanın dolmadığını bile görebiliyorsunuz yani Amerika’ya 1924 sonrası, öncekilere oranla, yoğun göç yok gibi. Bunun sebebi 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması. Her ne kadar Cumhuriyetin kurulması Amerika’da yaşayan Osmanlı göçmenlerini bir anda siyasi kimliksizlik içinde bıraksa da yeni devletin verdiği umutla göçmenlerin bir kısmı geri dönüyor. Döndüklerinde ise Türkiye’ye bakış açılarıyla farklılıklar getiriyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin yaratmak istediği yeni toplumda birer idol olarak görülüyorlar. Şapka devrimine, kıyafet devrimine bir ivme getirmek açısından da önemli bir örnek oluşturuyorlar. Osmanlı’dan Amerika’ya ilk etapta göç edenler işsiz ve ekonomik açıdan zor durumda insanlar oldukları için, Osmanlı’ya çok büyük bir darbe vermiş değiller. Ama Türkiye Cumhuriyeti’ne dönmüş olan insanların ekonomik katkılarının yanı sıra sosyo- kültürel açıdan gözlemlenebilir bir yenilenme hareketine yol açtıklarını söylemek yanlış olmaz.”
Sürdürülebilir göç politikaları gerekli
“Günümüzde de Türkiye’nin portföyünde göç sorunu bulunmakta. Bakınız ülkenizden canınızı kurtarmak için ayrılıyorsanız, sığındığınız ülkenin sizi misafir etmek gibi bir bakış açısı olur. Biz mazlumu korumayı seven bir toplumuz. 3.5 milyon Suriyeliyi ülkemizde barındırıyoruz. Bazıları buradan Avrupa’ya gidebildi ama bunda sahip oldukları bilgi birikimi ve uzmanlık önemli rol oynadı. Örneğin Almanya, Suriye’den gelen mültecileri kabul ederken, seçim yaptı, mühendisleri ya da doktorları aldı. Burada kalanlar ise öyle zor şartlarda gelmiş durumdalar ki bazılarının sosyal güvenlik haklarından yararlanmak gibi bir talepleri bile olmuyor. Sadece hayatta kalmak için para kazanmaya çalışıyorlar. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus olduğunu düşünüyorum. Bu kalabalık göçmen nüfus, bundan 20 sene sonra sayıları daha artmış olarak bir parti kurup, siyasette güçlü bir konuma da gelebilirler. Son dönemde İran üzerinden gelenlerin de büyük ölçüde genç ve bekar insanlar olduğunu görüyoruz. Yaşanan göç üzerinde bir parça bile denetimi yitirirseniz sorunlarla karşılaşmanız kaçınılmaz olur. Mesela bazı hastalıkların yenide nüksetmesi bile söz konusu olabilir. Bizim göç konusunda kimseyi, ne ülkede yaşayanları ne de göçmen olarak gelenleri, zor durumda bırakmayan, uzun vadeli, kalıcı ve sürdürülebilir politikalar üretmemiz gerektiği inancındayım.”
Columbia’da Osmanlı Öğrenci Kulübü
Columbia Üniversitesi’nde bir grup öğrenci, üniversite öğretim üyeleri tarafından desteklenen, resmi bir Osmanlı Kulübü kurmuşlar. Üniversite arşivlerinde yer alan öğrenci gazetesi The Columbia Spectator, kulübün 1911’deki kuruluş hikayesini anlatmakta. Kulübe kurucuları arasında farklı etnik kökenlerden gelen Osmanlı uyruklu öğrenciler var; dört Türk, iki Rum, üç Suriyeli, bir Yahudi ve beş Ermeni olmak üzere toplam 15 öğrenci var. Bu kulüpte, bireysel etnisitelerini aşan ve birbirlerine gerçekten aktarmak ya da birbirleriyle paylaşmak istedikleri bir şey olduğunu görüyorsunuz. Bunu, kısaca ifade etmek gerekirse, iki kelimeyle özetlemek mümkün: Osmanlı Ruhu…