Ortaklarına ve ilişkili şirketlere borç para veren şirketler tefecilikle suçlanabilir mi?

Abdullah TOLU Vergi Kurdu

Hemen her gün kamuoyunun gündemine tartışmalı yeni bir konu geliyor. İnsanlarımız sık değişen bu gündemi takip edemez duruma geldi, yorgun düştü. Gündeme gelen konular ağırlıklı olarak siyaset, ticaret, hukuk, ekonomi, vergi, muhasebe vb. alanlarla ilgili.

Yalnız burada gözardı edilmemesi gereken bir husus var. Net de olsa her konuyu tartışmalı hale getirmeyi, tartışmayı ve tartıştırmayı seviyoruz.

Bu konulardan birisi de, ortaklarına ve ilişkili şirketlere borç para veren şirketlerin tefeci sayılıp sayılmayacağı. Ekonominin daraldığı ve krediye ulaşmada sıkıntı çekilen dönemlerde tekrar tekrar gündeme gelen bu konu, artık can sıkmaya başladı.

Borç para veren şirketler tefecilik suçlaması ile karşı karşıya!

Günümüzde şirketlerin ortaklarına ve grup şirketleri de dahil olmak üzere ilişkili şirketlere borç para vermeleri, sıkça rastlanılan bir durum. Bu, ticari hayatın da bir gereği ve sonucu aslında. Hayatın olağan akışına aykırı bir şey de değil. Grup şirket şeklinde faaliyet gösteren şirketlerin tamamına yakın bir kısmında, bu durumla karşılaşılıyor. Borç para alıp verme işlerinin olmadığı grup şirket yok gibi.

Uygulamada, ortaklarına veya ilişkili şirketlere borç para veren şirketler, tefecilik suçlaması ile karşı karşıya kalabiliyorlar. Borç para alışverişinin sık yapıldığı grup şirketlerinde bu konu artık daha çok tartışılır hale gelmiş durumda.

Şimdi, içinizden “şirketlerin her sorunu çözüldü de bir tefecilikle suçlanmaları kalmıştı?” diye düşünüyorsunuz değil mi? Evet, çok haklısınız, bu son derece yersiz ve gereksiz bir tartışma. Daha fazla büyümeden de, bitirilmesi gerekir.

Bu konu neden gündeme geldi?

Bu konu, ödünç para verme işleri, tefecilik ve ikrazatçılık faaliyetlerinin düzenlendiği 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin, 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu’nun 52. maddesiyle 13 Aralık 2012 tarihinden itibaren yürürlükten kaldırılmasıyla gündeme geldi.

Bu tartışmanın 90 sayılı KHK’nın yürürlükten kaldırılmasıyla ne ilgisi var?

Aslında çok ilgisi var. Neden mi? 

Çünkü, 90 sayılı KHK ile, faiz veya her ne ad altında olursa olsun bir ivaz karşılığı veya ipotek almak suretiyle sürekli olarak ödünç para verme işleriyle uğraşan gerçek kişilerin ve finansman şirketleri ile faktoring şirketlerinin faaliyetlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesine ilişkin esaslar düzenlenmişti. Aynı KHK’da; bankalar, sigorta şirketleri ve özel kanunlarına göre ödünç para vermeye yetkili kılınan kuruluşlar ile tüzel kişilerin doğrudan veya ortak veya iştirakleri vasıtasıyla dolaylı olarak ortaklık ilişkisi içinde bulundukları diğer tüzel kişilere ödünç para vermeleri hakkında bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerinin uygulanmayacağına ilişkin özel bir hüküm de bulunuyordu.

İşte bu özel hüküm nedeniyle, ortakları ve grup şirketleri dahil ilişkili şirketlere borç para veren şirketler, bu Kararname kapsamında değerlendirilmiyor ve tefecilikle suçlanamıyordu. Ancak, 90 sayılı KHK’yı yürürlükten kaldıran 6361 sayılı Kanunda, konu hakkında belirtilen şekilde özel bir düzenleme bulunmaması, bu tartışmaları da beraberinde getirdi.

Peki, borç para veren şirketler tefecilikle suçlanabilir mi?

6361 sayılı Kanunda, tefeciliğe yönelik bir düzenleme söz konusu değil. Tefecilik suçu ve cezası, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar” bölümünde düzenlenmiş bulunuyor. TCK’ya göre, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılıyor (TCK. Mad. 241).

Tefecilik suçu, kazanç sağlamak amacıyla bir kimseye “doğrudan ödünç para verme”, “senet kırdırma”, “kredi kartıyla pos cihazından para çekme” ve benzeri şekillerde ödünç para verilmesiyle oluşan bir suç. Sadece gerçek kişiler tefeci olabiliyor. Tüzel kişilerin ve şirketlerin tefeci olmaları kanunen mümkün değil. Yani, şirketler tefeci olmaları veya tefeci sayılmaları mümkün bulunmuyor. Kaldı ki, yürürlükten kaldırılan 90 sayılı KHK’da da aynı durum söz konusuydu.

Bu endişeleri gidermeye dönük çalışma yapıldı ancak, yasalaştırılamadı!

Maalesef bu tefecilik tartışması, ortaklarına ve ilişkili şirketlere borç para veren şirketlerin başında demokles’in kılıcı gibi duruyor. Bu konudaki tartışmaların yoğunlaşması, özellikle birbirlerine borç para veren grup şirketlerinde büyük endişelere neden oluyor. Bu tartışmaları ve doğurduğu sorunları daha fazla büyütmeden çözmekte fayda var.

Geçtiğimiz dönemlerde zaman zaman sorunun çözümüne yönelik bazı yasal değişiklik çalışmaları yapıldı, TBMM’ye yasa teklifi olarak verildi. Ancak, hep son anlarda bilmediğimiz nedenlerle yasalaştırılamadı. Örneğin; 6361 sayılı Kanuna, Türk Ticaret Kanunu’nun 195. Maddesi hükümleri çerçevesinde şirketler topluluğunu oluşturan şirketlerin, ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak birbirlerine faizle ödünç para verebileceklerine yönelik ek madde eklenmesi için yasa teklifi verildi. Teklif gerekçesinde; şirketlerin doğrudan veya ortak veya iştirakleri vasıtasıyla dolaylı olarak ortaklık ilişkisi içinde bulundukları diğer şirketlere borç para vermeleri halinde suç isnadı ile karşılaşmalarının önüne geçilmesi ve bu mahiyetteki ödünç para verme işlemlerinin yapılabilmesinin amaçlandığı, bu mahiyetteki işlemlerin vergisel boyutlarının kendi mevzuatları çerçevesinde devam edileceği ifade edildi.

Ancak, bu teklif de, son anda yasalaştırılamadı.

Tartışmaları sonlandırmak için yasal düzenleme şart!

Tartışmaları zaman zaman azalmakla beraber hiç bitmeyen, sıkıntılı süreçlerde hep gündeme gelen bu konunun yasal düzenleme yapılmak suretiyle tamamen çözüme kavuşturulmasının uygun olacağını düşünüyoruz. Aksi halde, bu konu hep gündemde kalacak, ortaklarına ve grup şirketleri dahil ilişkili şirketlere borç para veren şirketlerin endişelerini daha da artıracak. 

Ortaklarına veya grup şirketleri dahil ilişkili şirketlere borç para veren şirketlerin, verdikleri bu borçlar için KVK’nın 13 ve KDV Kanununun 1/1,5 ve 27. Maddelerine göre adat yöntemiyle faiz hesaplanması, tefecilik tartışmalarını ortadan kaldırmıyor. Bu, sadece vergi mevzuatı yönünden yaşanabilecek problemleri önlüyor.

Aslında ortada tefecilik falan yok, her şey yasal. Ancak, bunun böyle olduğu bir yasada yer almalı, kimsenin inisiyatifine bırakılmamalı. Şimdi, “Bu konuda bugüne kadar hangi şirkete tefecilikten işlem yapılmış ki, şimdi yapılsın?” diye sorabilirsiniz. Ama bugüne kadar yapılmamış olması, bundan sonra yapılmayacağı anlamına gelmiyor. Ülke olarak geçmiş karnemiz, benzer konularda büyük mağduriyetlere neden olan ve kanuni amacını aşan yorumlarla yapılan onlarca kötü ve yanlış örneklerle dolu.

Artık bu konuda bir adım atmanın zamanı geldi de geçiyor!

Tüm yazılarını göster