Ortadoğu’ya ümit bağlamak sevdası

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Geride bıraktığımız hafta Ortadoğu’nun dış siyasetinde yaygın bir hareketlilik yaşandı. Haftanın önde gelen olayı ABD Başkanı Biden’in İsrail, Ürdün ve Suudi Arabistan’ı kapsayan ziyaretiydi. İktidara geldiği zaman demokrasi ile yönetilmeyen ve Cemal Kaşıkçı’nın cinayetinden suçlanan bir kişinin fiili lider olduğu bir ülkeden uzak duracağını ilan eden ABD Başkanı, değişen siyasi koşullar karşısında, sözünden geri dönmek mecburiyetini hissetti. Biden’in bölgeye gelmesini zorlayan faktörler nelerdi?

Birden fazla saikin rolü olduğu muhakkak ise de, iki faktörün ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. İlkin, Rusya’ya karşı uygulanan petrol-doğalgaz ambargosu dünya petrol fiyatlarını yukarıya çekmiştir. Her ne kadar son günlerde fiyatlarda aşağıya doğru bir hareket başlamış olsa bile, bunun ne kadar süreceği, ne oranda kalıcı olacağı belli değildir. Piyasayı rahatlatmak için üretimin artması gerekiyor. Suudiler üretimini arttırmaya elverişli atıl kapasiteye sahipler. Ancak, bir yandan OPEC kurallarına bağlı kalmak, diğer yandan Rusya’yı fazla gücendirmemek saikleriyle şu ana kadar üretimi arttırmaya yanaşmamışlardır. Bir ihtimal Biden Suudileri daha fazla petrol üretmeleri konusunda ikna edecektir. Başarı şansı nedir? İran’ın nükleer silah yapmaya giderek yaklaşması, Rusya ile yakın ilişkiler izlemesi, Amerika’nın arzulamakla birlikte Ortadoğu’yu tamamen ihmal edemeyeceğini görmesi ve benzeri faktörler Suudilerin ikna olmasını kolaylaştırabilir.

İkinci önemli konu, İran’ın nükleer silah üretimine doğru ilerlemesidir. Biden, selefi Trump’un İran ile varılmış ve silah yapımında kullanılabilecek nükleer malzemenin üretiminin denetlenmesini öngören anlaşmayı rafa kaldırmasına karşılık, anlaşmaya geri dönülmesini istemektedir. İran bu konuda istekli değildir, kabulü kolay olmayan koşullar önererek nükleer projesinde ilerlemeye çalışmaktadır. Öte yandan, ABD’nin bölgedeki en yakın dostu İsrail, İran’ın nükleer programının gerekirse silahlı müdahale ile sonlandırılabileceğini düşünmektedir. Suudiler yakın zamana kadar, biraz da ABD’nin bölgeden çekilmekte olduğu endişesinden yola çıkarak, İran ile ilişkilerini yumuşatmaya dönük adımlar atmaya çalışıyorlardı.

Bunların fazla sonuç verdiği söylenemez. Dolayısıyla, Biden’a yeniden yakınlaşmak isteyebilirler. Ayrıca İsrail ile de yakınlaşmaları kendilerini İran ile mücadeleye daha hazır hissetmelerini kolaylaştırabilir. Muhtemel sonuç, İran ile anlaşmaya dönülmemesi, buna karşılık İran’a karşı savunma işbirliğinin güçlendirilmesi olacaktır.

Biden’in İsrail ziyaretinde kendisinde “siyonist” sıfatıyla hitap edilmesi, bu ülkeye duyduğu yakınlığı ifade etmek için yeterli görünüyor. ABD’nin İsrail’in varlığı için her türlü güvenceyi verdiği bir ortamda, bu ülkenin kendi içindeki sorunları halletmek konusunda fazla istekli davranmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ayrıca, ABD’nin İsrail’den füzelere karşı hava savunma sistemleri satın almasının da konuşulduğu anlaşılıyor. Belki, aynı derecede önemli olan bu sistemlerin Suudi Arabistan’a satılmasının da gündeme girmesidir. İran’ın insansız hava araçları üretiminde belirli bir mesafe kaydettiğinin, hatta Rusya’ya bu tip silahlar göndereceğinin konuşulduğu günümüzde, Suudilerin füze savunma sistemlerine yoğun ilgi duyması tabii görülmelidir.

Biden, ülkesinin yüksek çıkarlarının bu ziyareti zorunlu kıldığını savunmuş, Muhammed bin Salman’ı ikinci plana atmaya çalışarak, ona itibar kazandırmadan ülkeler arası işbirliğini güçlendirmeyi amaçladığını beyan etmiştir. Körfez Ülkeleri İşbirliği toplantısına katılarak da bölgeye verdiği önemi bir defa daha vurgulamak istemiştir. Ne derecede başarılı olduğunu zaman içinde daha iyi değerlendireceğiz. Biden’in ziyareti devam ederken, Türkiye de Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen bir heyetle görüşmeler yapmış; işin ilgi çekici yanı, BAE ile uzayda işbirliğini öngören bir anlaşma imzalanmıştır. Cehaletimden olabilir, ben BAE’nin uzay araştırmalarında Türkiye’ye ne gibi katkıda bulunacağını kestiremiyorum. Belki benzer tereddüdü BAE de yaşamıştır. Ama teslim etmeliyiz ki, kimseye zarar vermeyen hoş ve boş bir anlaşmanın imzalanması suretiyle ülkelerin birbirine dostlukla yaklaştıkları teyit edilmiş oluyor.

Bizim varlıklı Arap ülkeleriyle ilişkilerimizde iki sorun var. İlkin, dış politikamızda Müslüman Kardeşler ve benzer radikal hareketlerle ilişiğimizi tümden kesmeyi kabullenemiyoruz. Geleneksel yapılarla yönetilen bu ülkeler ise İhvan’ı kendi varlıkları için en büyük tehlike olarak görüyorlar. Türkiye’nin son dönemlerde onlara yakınlaşmak için yaptığı jestleri tatmin edici bulmadıkları gibi, bu değişikliğin tamamen ülkenin karşılaştığı iktisadi sıkıntıları aşmak için taktik bir adım olduğundan kuşku duyuyorlar. İkinci olarak, bu ülkeler maddi ilişkilerde dini bağlara pek önem vermiyorlar ama hükümetimiz bu acı gerçeği kabullenmekte zorluk çekiyor. Evet, bu ülkelerin üst sınıflarının çok müsrif bir yaşamı var, ama tasarruflarını güvenli limanlarda değerlendiriyorlar. Çoğu zaman da İngiliz veya Amerikalı uzmanlar bunlara akıl hocalığı yapıyor. Türkiye istikrarlı, hukukun üstünlüğü yerleşik bir piyasa olursa, ilgileri tabii olarak artar. Yoksa, fazla bir kaynak beklemeyelim.

Ortadoğu’ya ümit bağlama sevdası hem ABD hem Türk dış siyasetini etkiliyor ama galiba Amerikalılar ulusal çıkarı esas alarak siyaset yapmayı bizden biraz daha iyi beceriyorlar.

Tüm yazılarını göster