İhsan Erbil BAYÇÖL
Enerjisa Üretim CEO
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için Orta Vadeli Program (OVP) ve benzeri kalkınma planları özellikle de içinde bulunduğumuz küresel resesyon dönemlerinde büyük önem taşıyor.
Öncelikle şunu ortaya koymak lazım ki; her OVP bir niyet mektubudur aslında. Bundan sonra hangi alanlara fokus olunacağını gösteren hem devlet kurumlarına hem de özel teşebbüslere önümüzdeki birkaç yıldaki yatırımları için yol gösteren bir rehber metnidir.
Ama aynı zamanda bir trade-off'tur!
Yani bazı şeyleri ön plana alırken bazı şeylerden de vazgeçmeyi gerektiren bir çeşit takastır.
Bu yüzden iyi analiz edilmesi ve aksiyonların buna göre alınması halinde, OVP'ler çok değerli metinlerdir.
2025-2027 yıllarına ilişkin OVP'den bazı satır başlarına bakarsak;
- İhracattaki artışı teşvik eden, ithalatın sürdürülebilir seviyelerde kalmasını sağlayan, Türkiye'nin potansiyelini daha etkin kullanan bir dış ticaret politikası uygulanacak.
- Yeşil ve dijital dönüşümü sağlayacak politikalar hayata geçirilerek, ihracatçı firmaların dönüşümü desteklenecek.
- Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı doğrultusunda, rekabetçiliğin artırılması için gerekli mevzuat, destek politikaları ve uluslararası anlaşmalara yönelik hazırlıklar tamamlanacak.
- Ulusal Emisyon Ticaret Sistemi'nin hukuki altyapısı tamamlanarak AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'na (SKDM) uyumlu bir yapı hayata geçirilecek.
- Karbon fiyatlandırma mekanizmasının sektörler üzerinde oluşturacağı ilave maliyetlere yönelik ihracatın finansmanında kullanılan araçların çeşitliliği artırılacak.
Yani aslında arz güvenliğini sağlarken, sürdürülebilirlikten taviz vermeden ve ekonomik büyümeyi destekleyecek bir enerji politikası oluşturma konusunda; mevcut OVP bize çok önemli fırsatlar sunuyor. Yukarıda saydıklarımız ve pek çok farklı yaklaşım doğrultusunda özellikle de cari açığı kapatmaya yönelik etkin hamleler bu OVP ile birlikte hayatımızda daha geniş yer tutacak.
Elbette biz konunun daha çok enerji üretimi ve arzı konusunda odaklanıyoruz.
Türkiye olarak enerji üretimi konusunda bölgesel bir aktör olmak için bir fırsat penceresinin önümüzde açık olduğu kesin.
Fakat her pencere gibi bu da çok uzun süre açık kalmayacak. Bunun için hep birlikte elimizi taşın altına koyup sorumluluk almamız gerektiğine inanıyorum.
Peki nedir bu fırsatlarımız;
Öncelikle sürdürülebilir enerji alanında; çok genç ve uluslararası düzeyde akredite bir insan kaynağına sahibiz. Bu insan kaynağını beyin göçü ile kaybetmeden değerlendirmemiz lazım.
Teknolojik açıdan, dijitalleşmeyi içselleştirme ve süreçlerimizi buna göre değiştirme konusunda Avrupa'dan çok ilerideyiz. Perakende bankacılık alanında olduğu gibi Türkiye Enerji teknolojileri alanında da Avrupa'dan çok önde.
Ayrıca yenilebilir enerji üretiminde ülkemizin potansiyelinin hala çok altındayız yani gidebileceğimiz çok uzun yollar var.
Üstelik rüzgar enerjisi üretimindeki tüm ekipmanları A'dan Z'ye kendi sınırlarımız içinde üretebiliyoruz.
Bu yeni OVP; rüzgâr enerjisi üretiminde Paris Anlaşması hedeflerimiz doğrultusundaki 2053 Karbon Nötr Hedefimiz ve özellikle Ulusal Enerji Planı'ndaki 2035 yılı için konulan 5 GW denizüstü rüzgâr enerjisi kurulu güç hedeflerimize ulaşılmasında belirleyici olacaktır diye düşünüyorum.
Ayrıca rüzgar enerjisi yatırımlarının da bu dönemde özel sektörde yatırıma daha da müsait bir alan sunacağını düşünüyorum:
Zira 5-7 MW'lık 1 türbin için gerekli 1 kule ve 1 set (3 adet) kanat üretimi için verilen YEKDEM ve benzeri destek ya da teşvik unsurları bugüne kadar verilen desteğin 6 ila 6,5 katı değerinde ekonomik katma değer yarattı. Ezcümle önümüzde sürdürülebilir enerji üretimine odaklanmamız gerektiren ve sıkı çalışmamız gereken 3 yıllık bir periyot var. Buradan OVP'nin öngörüleri doğrultusunda çıkabilirsek 2027 sonrasında enerji üretimi anlamında bambaşka bir Türkiye görebiliriz.