Ömer AYDIN
Ordu Büyükşehir Belediyesi / Kent Konseyi Başkanı
Orta gelir tuzağı ekonomik literatürde; bir ülkede kişi başına düşen gelirin belirli bir seviyeyi aşamaması ya da o seviyelerden ileri gidememesi ve emsalleri dünyanın ürettiği refahtan giderek daha fazla pay alırken, o ülkenin, gelişmeleri hayıflanarak izlemesi olarak tanımlanabilir. Tabi koruyup kayrılanlar hariç, Yunanistan gibi.
Orta gelir tuzağını aşan ülkelere örnek mi istiyorsunuz, işte size Japonya, işte size Güney Kore, işte size Çin, AB ülkelerini saymıyorum bile. Peki, orta gelir tuzağına takılan ülke mi arıyorsunuz; Türkiye desem yeterli mi?
Orta gelir tuzağını sadece ekonomik sorunlar ile izah etmek sizi sağlıklı bir noktaya getirmez. Orta gelir tuzağı aynı zamanda üretim ve üretim teknolojileri ile de yakından hem de çok yakından ilintilidir. Örnek mi istiyorsunuz? Sadece patates üreterek, daha fazla patates üreterek refahınızı artıramazsınız. Ürettiğiniz patatese bir değer katarsanız, refah ve kattığı değeri ile beraber elinizde çanta ülke ülke dolaşarak pazarlarsanız ortak refahtan payınızı artırarak alırsınız. Örnek mi istiyorsunuz? İşte size örnek; sadece fındık üreterek, sadece daha fazla fındık üreterek zenginliğinize zenginlik katamazsınız, ancak olduğunuz yerde patinaj yaparsınız ve de farkında bile olmazsınız maalesef. Sonra da dönüp biriniz; biz dünyanın en şahane fındığını üretiyoruz dersiniz, diğeriniz de biz ihracat rekoru kırdık der, kalırsınız. Halbuki, birinizin yaptığı refaha hazırlık diğerinin yaptığı da değer katanların kaynak transferidir.
Üretmek tabi ki de çok önemlidir. Ancak ürettiğinize bir değer katmıyorsanız ya da katamıyorsanız, değil orta gelir tuzağı, yeniden üretim kıskacından bile kurtulamazsınız.
Gelelim ilimiz özeline: Yıllarca dünya fındık üretiminin %75'ini biz üretiyoruz, dünya üretim lideri biziz deyip durduk. Yetinmeyip biz Ordu ili olarak 200-220 milyon kg üretim ile Türkiye lideriyiz diye gururlandık. Ancak yıllarca ne ürettiğimiz şu nimeti muhafaza edebildik ve ne de yeteri kadar değer katabildik. (Ha bu arada değer katanlara, örnek olanlara, yol açanlara huzurlarınızda şapka çıkartıyorum, minnet ve şükranlarımı sunuyorum.) Üstüne üstlük ne de oturup kümelenebildik. Bu üç döngü de kendi aralarında mutlaka oturup tartışılmalıdır. Ancak sivil toplum kuruluşlarının üzerine sanki ölü toprağı serili, herkes görünmez bir elin uzanıp sihirli değneği ile masallardaki gibi bir mucize arıyor. Herkes şunu bilsin ki ekonomi ilminde mucize yoktur; üretim vardır, işleme vardır, alın teri vardır, yaratıcılık vardır ve nihayet elinizde çanta Pazar pazar, fuar fuar dolaşmak vardır. Mucize, bildiğin, biriktirdiğin bilgin kadardır. Mucize, yönetimini işgal ettiğin STK’lardaki yönetebilme gücün kadardır. Oturup ellerimizi başımızın arasına alıp baştan başlamaktan başka yol yoktur. Gelin birbirimizi taşlamaktan vazgeçip bir liderin öncülüğünde başlayalım. Kim mi o lider? Görev Büyükşehir Belediye Başkanı’na ya da başkanlarına düşüyor. Artık sürücüsüz elektrikli traktörlerle tarım yapılan bir dünyada emek yoğun bir üretim tekniği ile nereye kadar gideceğimizi sanıyorsunuz. Bahçelerinize 1800’lü yıllarda dikilen 5-10 çeşit fidan ile nasıl bir Coğrafi Tescil Belgesi alıp bu fındık Ordu’nun yamaçlarında yetiştirilmiştir diyeceksiniz. Üretim aşamasını geçtik diyelim, ürettiğinizi kapıya bacaya yığarak ya da vahşi bir şekilde depolayarak nasıl muhafaza edeceksiniz? Çağdaş ve modern depolarınız yoksa ısı, ışık ve nem’i kontrol altında tutamıyorsanız ne yapacaksınız biliyor musunuz; ürettiğiniz o değerli ürünü, 3 dolara aldığınız o ürünü yağ yapacaksınız sonra da çıkan o küspe ve yağı üretime sokmanın yollarını arayacaksınız. Kendi ayağınıza kurşun sıkacaksınız.
Dünyada 8-10 çeşit Nut üretilmektedir. Gidin bakın ürettiklerini nasıl saklıyorlar. Gidin bakın soğuk zincirde nasıl muhafaza ediyorlar. Dönün bir de kendi depolarınıza bakın. Bireysel ya da tikel hareket ediyorsanız şahsî depolarınızı yapar müşterilerinize farklı görünmeye çalışırsınız. Ancak bu, topluma yararlı bir çözüm yolu değildir. Çözüm, irili ufaklı tüm paydaşların başta TMO, İhracatçı Birlikleri, Borsalar, Ziraat Odaları olmak üzere herkesin elini taşın altına sokmasıdır. Tüm dünyanın elmadan armuda, iğneden ipliğe kümelendiği bir yapıda siz şahsî çıkarlarınızı yüceltmek için gidip baştan aşağı üretim sertifikaları, uluslararası kalite belgeleri ile donanırsınız. Ayrıca gidip “Fair Trade Belgesi" aldık deyip kasıla kasıla yürürsünüz. O zaman sadece temsil ettiğiniz kurumu yüceltirsiniz ve ancak temsil ettiğiniz kurumun refahını yükseltirsiniz. Siz, tacirleri, bu benim adamım, bu benim adamım değil diye ayırırsanız sadece mutlu bir azınlığa hizmet etmiş olursunuz ki ülkeye hiçbir katkınız olmadığı gibi mevcut yapıdaki tacirleri de birbirlerine kırdırır ve geçer karşılarına kahkaha ile gülersiniz. Çözüm öneriyorum: Büyükşehir Belediye Başkanımızın liderliğinde TMO temsilcileri, İhracatçı Birlikleri, Borsalar, Ziraat Odaları olarak gelin kümelenelim, gelin bir başlangıca kapı aralayalım. Aksi takdirde esaret zincirini kıramayız. Eğer kümelenmezsek uluslararası sermayenin ve yerli işbirlikçilerinin marabası olursun. Onlar, seni bir bahçe makası, bir tırpan makinesi, 5-10 boş çuvalla kölesi yapar ve maalesef sen de sanırsın ki ben artık onların adamıyım. Kendi ülkesinde 3,5-4 Euro’ya fındık alırken senden 22-23 liraya alır ve sana da ne yapalım piyasa böyle der. Bu çağrı sadece fındık için geçerli değildir. Bahçedeki kividen yayladaki koyuna kadardır.
- Ürettiğinde harmonizasyon ve modernizasyon,
- Ürettiğinizi sağlıklı ve modern şartlarda muhafaza,
- Ürettiğine değer katarak ülke ülke pazarlamak şarttır.
Eğer bu şartları yerine getiremezsen işin zor. Orta gelir tuzağı işte böyle bir şeydir. Ürettiğiniz her bir ürün, mal ya da hizmet senin için ya bir fırsattır ya da bir yüktür. Bu fırsatı ya siz değerlendirirsiniz ya da elin oğlu. Eğer siz değerlendirirseniz duvarın üstünden atlar yeni ufuklara yelken açarsınız, ya da duvara çarpar ağlaya ağlaya eli boş evinize geri dönersiniz.