Humberto Lopez Dünya Bankası Türkiye Ülke Direktörü
KONUK YAZAR
6 Şubat 2023 depremlerinin birinci yıldönümü yaklaşırken, bu konu üzerinde odaklanan birçok makalenin yazılacağından eminim. Bunlardan bazıları muhtemelen iyileştirme ve yeniden inşa planında kaydedilen ilerlemeyi anlatacaktır (önemli bir ilerleme kaydedilmekle birlikte önümüzde halen kat edilmesi gereken uzun bir mesafe bulunuyor). Bazıları, benzer bir olayın benzer bir tahribata yol açmasını önlemek için neler yapılması gerektiği üzerinde odaklanacaktır (özellikle 2000 öncesinde inşa edilmiş olanlar olmak üzere çok sayıda binanın güçlendirilmesi için hem kamu hem de özel sektör tarafından önemli çaba gösterilmesi gerekiyor). Belki de bazıları Türkiye’nin doğal afetlere maruziyeti (ne yazık ki çok büyük) üzerinde odaklanacaktır. Bunların hepsi oldukça olumlu karşılanabilecek ve Türkiye’de dirençliliğin nasıl oluşturulacağına dair ülkede devam eden tartışmalara daha fazla katkıda bulunacak son derece ilginç konular.
Bu konuların hepsine son makalelerimde bir şekilde değindim. Ancak bu sefer farklı bir şey yazmak ve nelerin, ne zaman, nerede yapılması gerektiği ve maliyetinin ne kadar olacağı üzerinde odaklanmayan bir makale yayınlamak istiyorum. Bu kez, doğal afeti bizzat yaşayan Türk halkına övgülerimi sunmak istiyorum.
Son 12 ay içerisinde, Dünya Bankası’ndaki çalışma arkadaşlarım ile birlikte, iyileştirme ve yeniden inşa faaliyetlerine yönelik sağladığımız operasyonel destek bağlamında, etkilenen bölgelere birkaç kez seyahat etme fırsatım oldu. Bu seyahatlerde farklı insanlarla tanıştım. Burada onların hikayelerini anlatacağım.
Ali Aydın, Gaziantep’in Nurdağı ilçesine yaptığım ilk seyahatte tanıştığım ilk kişiydi. Beni ve çalışma arkadaşlarımı şu anda yaşamakta olduğu konteynırda karşıladı ve bize yıkılan binalarda kaybettiği aile üyelerini anlattı. Bu karşılaştığım hiç unutamayacağım anlardan birisiydi, çünkü bir yanda yüzündeki o üzüntüyü ve stresi görürken, aynı zamanda geleceğe dönük kararlılığını da görebiliyordum. Tüm varlıklarını kaybetmesine rağmen, Ali Aydın Bey yıkılan binasının yıkıntıları arasından canlı çıkabilmişti ve ayağındaki bandajlar bunun acı verici bir hatırlatıcısıydı. İnsani deneyimin ötesinde, onur duygusunun sadece insani bir müdahaleyi değil aynı zamanda kendisinin ve ailesinin önceki hayatına dönmesine yardımcı olacak müdahaleleri de gerektirdiğini açık bir şekilde görebiliyordum. Benden ve çalışma arkadaşlarımdan onları unutmamamızı istediğini çok iyi hatırlıyorum. O zamandan bu yana Ali Bey’i iki kez ziyaret ettik ve her seferinde kendisi ve eşi tarafından iyi bir şekilde karşılandık. Bu ziyaretlerimizin birinde kızı ile de karşılaştık ve deprem sonrasında okula erişimi sağlamanın zorluklarını birinci ağızdan öğrenme fırsatım oldu.
İkinci seyahatimde, Ela Esad ile tanıştım. Kendini ifade etme gücü ve kendine olan güveni beni gerçekten etkiledi. Suriyeli bir sığınmacının kızı olan Ela, Türkiye’nin bir devlet okulunda eğitimine devam ediyordu ve Arapça ve Türkçeye yaşadıkları kamptaki diğer sığınmacılar ile iletişim kurmamıza yardımcı olabilecek derecede tam olarak hakimdi. Bir çadır kampında hayatın nasıl olduğunu gördük. Birkaç dakikalığına da olsa bir çadıra girerek oradaki ortamı deneyimledik. Ve şunu söylemem gerekiyor: bu inanılmaz derecede zor bir durum. Öte yandan, Ela’nın yüzünden eksik olmayan bulaşıcı gülümseme gelecek için iyimser olmamızı sağladı. Onu ikinci ziyaretimden bu yana görmedim, ancak bu etkileşim beni ve Banka’daki ekibimizi çocukların okula devam etmelerini sağlama ve çözümlerde çadırlarda yaşayan çocukların zorluklarını dikkate alma konusunda bir şeyler yapmaya motive etti.
Bir başka ziyarette ise fabrikasında Furkan Arslan ile tanıştım. Kendisi mobilya üreten ve sonrasında ihraç eden bir iş adamı. İyileştirme ve yeniden inşa çabalarını destekleyen Banka projesinin faydalanıcılarından birisi. Depremlerin tüm işletmeyi haftalar boyunca nasıl kapalı tuttuğunu, kendisinin ve ailesinin yaşadığı acıyı ve işletmesini ayakta tutmak için gösterdiği çabaları dinlerken üzüldüm. Öte yandan, atölyede dolaşıp atölyenin harıl harıl çalıştığını görmek ise bizi yeniden ferahlattı. İyimser olmak için bir neden daha.
Dünya Bankası Grubu Başkan Yardımcısı Anna Bjerde ve Avrupa ve Orta Asya’dan Sorumlu Başkan Yardımcısı Antonella Bassani ile birlikte geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz son seyahatimde, deprem sırasında fabrikası tamamen yıkılan ve çok sayıda aile üyesini kaybeden bir sabun üreticisi, Gülay Gül Hanım işe tanıştık. Dirençlilik hikayesi, hepimiz için ilham kaynağı olmalıdır. 6 Şubat sonrasındaki ilk günlerde, gidecek başka hiçbir yerleri olmadığını ve hava çok soğuk olduğu için ikiz çocukları ile birlikte nasıl arabada kaldıklarını anlattı bize. Bu bir çaresizlik ve kimsesizlik hikayesiydi. Ancak depremin üzerinden daha bir yıl geçmeden, bir konteynırda çalışarak ve ürünlerini yerel firmalara ürettirerek ayağa kalkmayı ve yeniden faaliyete geçmeyi başarabilmiş. Gülay Hanım da Banka’nın deprem sonrası iyileştirme desteğinden yararlanan Antakya çevresindeki girişimcilerden biri ve bize sadece daha fazlasını değil, aynı zamanda daha iyisini ve daha hızlısını yapmamız gerektiğini hissettirdi. Ayrıca Şerife Altan Hanım ile de tanıştım. Şerife Hanım 70’li yaşlarda ve bize depremde dört kızının kocalarını kaybettiğini anlattı. Kendisi de evini kaybetmiş. Şimdi tek başına bir konteynırda yaşıyor ancak yine de almakta olduğu tüm yardımlardan dolayı çok minnettar ve mümkün olan en kısa zamanda bir eve taşınmayı sabırsızlıkla bekliyor.
Şerife Hanım’ın kısa süre önce yaşadığı bu trajediye rağmen enerji dolu ve iyimser olması beni etkiledi. Ve kuşkusuz, ev yapımı kurabiyeleri de muhteşemdi!!!. Bir yıl önce, Ali Bey’in, Furkan Bey’in, Gülay Hanım’ın, Şerife Hanım’ın veya genç Ela’nın kim olduklarını, ne yaptıklarını veya hikayelerini hiç bilmiyordum. Ancak bugün onlar, hikayeleri ve depremden etkilenen ismini bilmediğimiz başka birçok kişinin hikayesi, beni ve Dünya Bankası’ndaki çalışma arkadaşlarımı depremden etkilenen illerde işimizi yapmamız konusunda motive ediyor. Bu sadece zor durumda olan insanlara yardımcı olma duygusundan değil aynı zamanda saygıdan ve gösterdikleri dayanıklılığa yönelik takdir duygusundan kaynaklanıyor.