Onlar kimi kıskanıyorlar bilemem ama ben kimleri kıskanıyorum belli

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

1963-1964 Öğretim yılında liseden taze mezun bizler üniversite öğrencisi olma heveslileriyiz. Bizler için hayatımızın en önemli olayları arasında herhalde en başta üniversite giriş sınavları ve buradaki müstakbel başarımız geliyor. O sıralar bir ‘Merkezi Sistem’ giriş sınavı var. Okullara giriş için bu sınavlarda başarı göstermek gerekiyordu. ODTÜ, Roberts Kolej falan gibi okullar kendi sınavlarını kendileri yaparlardı. Merkezi sistem sınavı için, bugün olduğu gibi, hangi fakülteyi istiyorsan onları tercih sırasına göre müracaatına eklerdin. Yine bugün gibi aldığın puana göre yerleştirirlerdi. Kendi sınavlarını kendisi yapan okullarda da durum aynıydı. Tercih sıran ve sınavda aldığın puana göre bir yere yerleştirilirdin.

Ben Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmayı kafaya koyduğum için idari bilimler fakültelerini istiyordum. Merkezi sistemde de o zamanlar ve hala antik çağ hastası olduğum için arkeoloji fakültelerini yazmıştım. ODTÜ idari ilimler fakültesini (ODTÜ İİF) kazandığımda cumhurbaşkanlığı kıyafetimin eteğinden tutmuşum gibi gelmişti bana.

O sıralar ODTÜ İİF’de üç departman vardı. Ekonomi, siyasi bilimler ve işletmecilik. Öğrenciler ilk iki yıl ortak bir programa devam ediyorlar tercihlerini üçüncü sınıfa geçtiklerinde yapıyorlardı. Benim yaş gurubumda veya yakınlarında olanlar hatırlarlar lisede jeoloji, astronomi, psikoloji, sosyoloji falan aklınıza ne geliyorsa dersi vardı ama ekonomi yoktu. ODTÜ-İİF maceramın ilk yılı ilk dönem beş ders alıyoruz. Ekonomi, Avrupa’nın Ekonomik Tarihi, Hukuka Giriş, Kalkülüs ve İngilizce. Ekonomi hocamız toprağı bol olsun Yorgi Demirgil. Boğaziçi’ndeki öğrencileri kendisini Demir Demirgil olarak bilirlerdi.

Yorgi hocamız kendine has esprili stili ile bize Paul Anthony Samuelson’un ansiklopedi kalınlığında ekonomiye giriş kitabından iktisat denilen konuyu anlatmaya çalışıyordu. Ekonomi ülkelerin ekonomisinde olup bitenleri anlatan makroekonomi ve işletmelerin ekonomilerini anlatan mikroekonomi olmak üzere iki kola ayrılıyordu. Ayrılış o ayrılış. O günden beri en azından ben mikroekonomiyle işletmeciliğin arasını bulmaya uğraşıyorum.

Tabii makroekonomiye girince ister istemez ekonomik sistemlere de bulaşıyorsunuz. O zamanlar soğuk savaşın ortasındayız. Adlarına komünist ve liberal veya kapitalist denilen sistemlerin temsilcileri olan Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri insanların beyinleri ve ülkelerin iç ve dış politikaları üzerinde kıyasıya mücadele ediyorlar. Hangi ekonomik düzenin ülkelerin kalkınmasında daha etkili olacağını göstermek için kıran kırana bir mücadele veriliyor. Türkiye ülke olarak tercihini yapmış. Kurucularının aklında olan sosyal devletten yavaş yavaş uzaklaşmakta ve anti-sovyet politikalar izlemekte. O sıralar kimiz sağcıyız (güya liberal ekonomiden yanayız) kimimiz solcuyuz (güya sosyalist ekonomiden yanayız). Ne yalan söyleyeyim dostlar şimdi geriye dönüp bakıyorum da ne dediğimiz bildiğimden çok emin değilim.

Aradan yıllar geçti dünyada tek örneği kalmış Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’da kırka yakın personeli eğitmem istendi. 2006 yılı ve on-beşer günden iki ziyaret yapacağım. Yani Pyongyang’da bir ay geçireceğim. Bir başka zaman izlenimlerimi paylaşırım. Katılımcılar gayet iyi eğitim almış oranın bir nevi iktisadi devlet teşekküllerinin yöneticileri ama İngilizceleri ders takip edecek kadar iyi değil. İki tane simultane tercüman tahsis ettiler. Bilmeyenler için simultane tercüme yapmak her iki dili de çok iyi bilmenin ötesinde yüksek zekâ ister. Çünkü dillerin yapıları çoğu kez birbirine uymaz. Birinde cümle bitmeden öbürüne çeviremezsiniz. Siz bir önceki cümleyi çevirirken konuşmacı takip eden cümleyi tamamlar. Neyse tercümanlar da katılımcılar da süper zeki ve bir sorun olmadı. Şimdi ekonomik sistemleri dünyanın çoğu diğer ülkesininkilere benzemeyen Kuzey Koreli katılımcılara bizim klasik kapitalist-sosyalist ekonomik sistemleri anlatsam ne olur anlatmasam ne olur? Allahtan o zamana kadar bu konudaki düşüncelerim oldukça değişti de onca adamın önünde saçmalamadım. Neyi nasıl anlattığımı haftaya size aktaracağım. Bu haftaki yazımın amacı da haftaya yazacağıma bir girizgâh zaten. Değinmek istediğim konu özel ve devlet sektörlerinden oluşan sistemler.

. Dünyada 160 küsur ülke var. Her birinin bir ‘ekonomik sistemi’ var. ‘Kalkınmışlık’, ‘refah’, ‘mutluluk falan gibi sıralamalarda bazı ülkeler hep liste başı çekiyor bazıları da diplerde. Şu aşağıdaki tabloya bir bakın kimi kıskandığımı anlarsınız. Tablo birçok konuda Türkiye ve üç İskandinav ülkesinin sıralamalarını veriyor.

Öyle gözüküyor ki bu ülkeler sistemlerinin adı her neyse işleri doğru yapıyorlar biz ise yine sistemimizin adı her neyse bu işleri doğru yapamıyorlar gibi. Türkiye genç bir ülke. Eski bir sosyal ve ekonomik mirasın üstünde oturuyor ama yine de bu yapısıyla genç sayılır. Bazı sıkıntılarımızın nedeni de bu ihtiyarlık üstüne oturan gençlikten dolayı. Fakat yüz yıllık olduk gayrı. Sosyal devlet, etatizm, liberalizm ve komünizm ve sosyalizm hariç aklınıza gelen bir sürü diğer ‘izmleri’ güya denedik. Ama anlaşılan siyasilerin adına arzulanan sıçrama, atlama, uçma, uçuşmayı dedikleri başarıyı bir türlü gösteremedik. Ben 18’lik delikanlıydım kalkınmakta olan ülkeydik, 75’lik ihtiyar oldum hala kalkınmaktayız. Bizim özel sektörümüz mü bu işi bilmiyor yoksa resmi sektörümüz mü?

Ancak laf bol. Mesela öyle sıçramışız ki “Bizi kıskanıyorlar” deniliyor. Neyimizi kıskandıklarını pek anlamıyorum ama nümerik ve kalitatif göstergeler bizim onları kıskanmamız gerektiğini söylüyor. Söz gelimi ben defalarca ziyaret fırsatı da bulduğum ve ‘battılar’ denilen İskandinav ülkelerini pek bir kıskanıyorum. Yukarıdaki 163 ülke arasında yapılan sosyal gelişme indeksi araştırmasına göre biz 92. sıradayız. İskandinav ülkeleri Danimarka 2., Norveç 1, İsveç 5. Sırada. Bunların hepsi sosyal devlet. Sosyalist değil. Devlet ve özel sektörün rolleri gayet iyi tanımlanmış. Benim bunca seneki deneyimim bizim bu kavramı hiç de iyi anlamadığımız yönünde. İşte Kuzey Kore’de bunu anlattım.

Bazı ülkeler sistemlerinin adı her neyse işleri doğru yapıyorlar bazıları ise yine sistemlerinin adları her neyse bu işleri doğru yapamıyorlar gibi. Türkiye genç bir ülke. Eski bir sosyal ve ekonomik mirasın üstünde oturuyor ama yine de bu yapısıyla genç sayılır. Bazı sıkıntılarımızın nedeni de bu ihtiyarlık üstüne oturan gençlikten dolayı. Neyse, biz komünizm ve sosyalizm hariç sosyal devlet, etatizm, liberalizm ve aklınıza gelen bir sürü diğer ‘izmleri’ güya denedik. Ama anlaşılan arzulanan sıçrama, atlama, uçma, uçuşmayı gösteremedik. Ben 18’lik delikanlıydım kalkınmakta olan ülkeydik, 75’lik ihtiyar oldum hala kalkınmaktayız. Laf bol. Mesela öyle sıçramışız ki “Bizi kıskanıyorlar” deniliyor. Neyimizi kıskandıklarını pek anlamıyorum ama nümerik ve kalitatif göstergeler bizim onları ‘battılar’ denilen kıskanmamız gerektiğini söylüyor. Ben defalarca ziyaret fırsatı da bulduğum İskandinav ülkelerini pek bir kıskanıyorum. …

Sağlıcakla kalın.

Tüm yazılarını göster