Olimpiyat sonuçları kaçınılmazdı

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Bir anekdot 

Kanser hastalığı metastaz yapmış ve hasta karaciğerinden ameliyat olmuştu. Ameliyat sonrası hastanede yatarken onu ameliyat eden doktor ile konuşuyordu. Hasta sordu “Enginar, karaciğere iyi geliyor diyorlar. Ne dersiniz doktor bey, yiyeyim mi bol bol?” Doktorun cevabı şöyle olmuş “ İyi gelir de Muhterem, bunu daha önce yapmanız gerekirdi”

Hesabı ne zaman kime sormalı?

Spor ve Gençlik Bakanı, Fransa’da gerçekleştirilen 2024 Olimpiyat Oyunları’nın ardından olimpiyatları takip eden basın mensuplarıyla Paris’te bir araya gelmiş. Bakan şöyle konuşmuş: “Devlet, imkân sağlar. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak; spor federasyonlarımıza en üst düzey imkânları sunduk. Sağladığımız bu imkânlar, dünyanın pek çok ülkesinde yok. Bunu sadece biz değil uluslararası tüm spor kamuoyu söylüyor. Buna rağmen; bu imkânları doğru ve verimli kullanamayan federasyonlar bunun hesabını verecektir” .

Ben de Bakan’a katılıyorum ve yukarda aktardığım anekdottaki doktorun dediği gibi şöyle diyorum: Evet, bu imkânları doğru ve verimli kullanamayan federasyonlara hesap sormalı. Ama bunu daha önce yapmanız gerekirdi Muhterem. Neden mi? Birazdan buna değineceğim. Ama önce Olimpiyat sonuçlarına bakalım. 

Olimpiyat Sonuçları

Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi 1908 yılında kurulmuş ve 1911 yılında Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından kabul edilmiş. Türkiye'nin ilk Olimpiyat Oyunları'na katılımı, Osmanlı Devleti yıllarında 1906 Atina Oyunları ile olmuş. Bu tarihten itibaren Türkiye genelde düzenli bir şekilde her organizasyonda yer almış. 1920 Anvers oyunlarına I. Dünya Savaşı'na neden olan ülkeler (Almanya, Avusturya, Macaristan, Türkiye) sıfatına sahip olması nedeniyle Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından organizasyona davet edilmemiş. 1932 Los Angeles oyunlarına ise yolun uzaklığı ve masrafların çokluğu nedeniyle Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi tarafından ABD'ye sporcu gönderilmemiş. 1980 Moskova oyunlarına SSCB'nin Afganistan'ı işgalini protesto eden pek çok batılı ülke gibi oyunlara sporcularını göndermemiş.

Paris 2024 Yaz Olimpiyatları’na ise 101 sporu ile katıldık. Atıcılıkta 1, boksta 2 olmak üzere 3 gümüş madalya aldık. Güreşte 2, boksta 1, tekvandoda 1 ve okçulukta 1 olmak üzere de 5 bronz madalyamız var. Paris 2024, 1984 yılından bu yana tek altın madalya alamadığımız Olimpiyat Oyunları. Yerimiz, genel ülke sıralamasında 64. sırada. Bu, sıralamaya girdiğimiz 1938 Berlin Olimpiyatlarından bu yana aldığımız en kötü sonuç. Bunun bir başarı mı başarısızlık mı olduğu, ya da nedenlerini irdelemeyi spor yazarlarına bırakalım. Benim değinmek istediğim işin yönetim boyutu.

Yeni yönetim modeli

Siyasal iktidar, yönetim disiplinine yeni bir yönetim modeli getirdi; "Yemek görünce giriş, dayak görünce sıvış” ilkesini hayata geçiren bir model. Bu modele uyan yöneticiler kendilerine verilen yetkiyi sonuna kadar, hatta sınırının ötesine kadar kullanıyorlar. Yetkinin bütün nimetlerini yiyorlar. Ama bir başarısızlık olduğunda bunun ayıbını hissetmiyorlar, sorumluluk yüklenmiyorlar. Başarısızlıkaların sorumluluğunu alt kadrolara yükleyip, hesap verilen er meydanından sıvışıyorlar. Üstlerine hiç bir sorumluluk yapışmıyor, adeta teflon kaplılar. Böyle bir yöneticilik, dost başına (!).

Bu son olayda da Gençlik ve Spor Bakanı bu tür bir yöneticilik modeli örneği sergiledi. 

Gençlik ve Spor Bakanlığı misyonunda “Güçlü bir spor ülkesi olmak” ibaresi var. Olimpiyatlar da dünya ülkelerinin spordaki gücünü ölçen “er meydanı”. “Halep ordaysa, Paris burada” deyip bizim sporun boyunu ölçmüşler. Ve biz 64. sırada yer almışız. Bunun sorumlusu kim? Gençlik ve Spor Bakanlığı. Bakanlığın başında kim var? Bakan var. Tabi ki Bakan kalkıp tüm sporcuları çalıştırmayacak. Ama spor konusunda politikaları, stratejileri belirleyen ve federasyonlara kaynak dağıtımını yapan ve denetleyen makam orası. Bunu Bakanlık örgütündeki “Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü” aracılığı ile yapıyor. Söz konusu Bakan “Yetki devredilir, sorumluluk asla” ilkesini görmemezlikten gelip, kendi sorumluluğundan sıyrılıp federasyonları hedef gösteriyor. Evet, federasyonlara hesap sormalı. Ama bunu çok önceden yapmalıydı. Ayrıca yönetimde geçerli olan “Yetki, sorumluluk ve hesap verme” üçlüsüne göre kendisi de hesap vermeli idi.

Yeni yönetim modelinde hatayı, yanlışı ya da yenilgiyi kabul etmek diye bir şey, istifa diye bir olgu da yok. Söz konusu basın toplantısında Bakan şöyle de demiş "Yaygın eleştirilere hiç katılmıyorum. Bir ülkenin spordaki başarısının salt olimpiyatlardaki altın madalya sayısıyla ölçülebileceğini düşünmüyorum. Güreş ve halteri çıkarsak, olimpiyat tarihimizde, 1924’teki ilk katıldığımız günden, 100. yılımızı kutladığımız 2024’e kaç altın madalyamız var sorusuna cevap verecek çok fazla insan olduğunu zannetmiyorum. Bu neyin hırsı? Bu neyin hesap sorması o zaman?” Bu davranış biçimi, sadece Gençlik ve Spor Bakanı’na özgü de değil; bu dönemin yöneticilerinde gördüğümüz yaygın bir davranış biçimi. Örneğin Suriye batağına girdiğimiz yıllarda zamanın Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı da şöyle demişti:“‘Türkiye Ortadoğu'da yalnız kaldı’ iddiası doğru değil ama eğer bu bir eleştiri ise o zaman söylemek gerekir. Bu, değerli bir yalnızlıktır.”

Sonuç

Paris Olimpiyatları’nda aldığımız sonucun sorumluluğunu sadece mevcut bakana yüklersek haksızlık yapmış oluruz. Bu durum, yıllardır izlenen yanlış politikaların sonucudur. Bilim ve teknolojiye sırtınızı döner, hamasete sığınır ve sadece türbindeki yandaşlarınıza oynarsanız; atamalarda liyakata önem vermez, sadece kişilerin siyasal eğilimlerine bakarsanız, sporda da en arkalarda nal toplarsınız. Beni şaşırtan, bu sonuçların ardından “Yerli ve milli olimpiyat oyunlarımızı kurarız” söylemi çıkmaması oldu.

Bileşik kaplar ilkesi, toplumlar için de geçerlidir. Toplumun kurumlarının seviyesi birbirinden çok farklı olamaz. Örneğin, hukukta, eğitimde, teknolojide, bilimde nerde isek sporda da oralarda olacaktık. Bu, kaçınılmaz bir sonuçtu.

Tüm yazılarını göster