Necati Doğru’yla gazeteciliğin çıraklık döneminde tanıştık. Necati, dönemin çok satan gazetesi GÜNAYDIN’da muhabirdi, ben öğretmenlikten ayrılarak GÜNAYDIN’ı yayınlayan Web Ofset AŞ ve Seyfi Uyanık’ın ortak oldukları Eskişehir’deki SONOLAY gazetesinin sorumluluğunu üstlenmiştim. Çalışanlar yaz tatilinde Küçükkuyu’da İdatur’da dinleniyordu. Necati ile 1975 yılında İdatur’da tanıştık. O gün bugündür arkadaşlığımızı koruyor, geliştiriyoruz.
Ülkemizde 1960 ve 70’li yılar iç ve dış koşulları nedeniyle insanların “medya ile barışık” oldukları bir dönemdi. Eğitimli ailelerin günlük ihtiyaçları arasında bir ya da birden çok gazete vardı. Gazeteler iletişim ve etkileşimin etkin araçlarıydı.
Yerel ve yaygın medyada yazının ve yazarın itibarının yükselişte olduğu dönemdi.
Bilim ve teknoloji bağlantı, iletişim ve etkileşim alanında yeni erişim kanallarını çeşitlendirdi; mobil iletişim mesajların kapsama alanlarını genişletti, erişim kapasiteleri arttı, bütün yaratıcı yenlikler gibi, iletişimdeki yenilikler de fırsatları kadar tehlikeleriyle de yüzleşmemize yol açtı.
Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi ülkemizde de dergi, gazete gibi basılı iletişim araçlarıyla “küskünlük sürecinin’ nerede, nasıl bir sonuç yaratacağı zihinlerde netleşmiş değil.
Necati Doğru ile bir araya geldiğimizde ve telefonla görüşmelerimizde ‘okuyucunun, yazının, yazı insanın değişen koşulları ve değer üremesini” sorgularız.
Yakın zamanda yaptığımız telefon dertleşmesinde paylaştığım, zihnimde diri kalan düşündüklerimi sizlerle de paylaşacağım.
Yazılı medya geriliyor
Elimde bilimsel bir çalışmanın sayısallaştırılmış, görsellerle desteklenmiş, sözel kavramları yerine oturmuş verileri yok. Gözlemlerime göre yazılı medyayı izleyenler 60’lı yaşların üstünde, sayıları da giderek azalan bir gurup. Grubun önemli bir bölümü de, biraz uzun analitik yazıların başlangıç ve sonuçları arasında kopukluklar yaşıyor.
Yazılı medyanın yeni koşulları, görsel medya popülizminden beslenen, kısa yazabilecek kadar ayrıtı bilgisine sahip olmayan, ciddi fikir üretme kaygısından çok sloganların cazibesinden yararlanan bir yazı insanı tipi yaratıyor. Var olan okuyucu kitlesi talebinin ağırlığı da, yeterli veri, uygun model ve metot, gerekli analitik yoğunluk istemeyen alanlara yönelince “yazılı medya etki” derecesi de azalıyor.
Yazılı medyanın kamusal görevi, “farkındalık yarama, öncelik belirlemeye yardımcı olma, öngörme, önlem alma, gözetim ve denetim” alanlarından oluşuyor. Bu alanlardaki boşlukları dolduracak kurumlar, işlevler, kültürler ve mekanizmalar gerekiyor; Çin devletinin “Güvenlik İnisiyatifi” açıklamasının ilk paragrafında yer alan “Şu an dünyada yaşanan tarihsel ve zamansal değişmeler daha önce eşi benzeri görülmemiş şekilde kendini göstermekte, dünya yeniden bir kargaşa ve değişim sürecine girmekte” olduğumuz gerçekliğinden hareket edersek, “kargaşayı kavrayışa dönüştürme” gündemimizin en önemli maddesi. Ne yapacağımızı, nasıl yapacağımızı enine, boyuna ve derinliğine tartışmamız ve sorgulamamız gerekiyor.
Yazılı medyadan uzaklaşan genç kuşaklar, “Kısa mesajla iletişim kurulabilir, ama asla düşünce geliştirilemez” genellemesini tekrar tekrar sorgulamalı. Yazıları “uzun, kısa” ölçüsüne vurmak yerine başka ölçütlere bakmalı. Örneğin yazı,
- Eğilimler konusunda bir “erken uyarı” yapıyor; “fırsata ve tehlikelere” ilişkin “farkındalık” yaratıyor mu?
- İhtiyaçları belirleme konusunda “ehlileşmiş verileri” yeterince değerlendiriyor mu?
- Sorunlarımızın çözümüne yarayacak “model ve metot” öneriyor mu?
- Doğru, hızlı ve etkin karar verebilmemize yardımcı olacak “analitik kavram çerçevesi” oluşturuyor mu?
- Uygulama süreçlerinin yarattığı sonuçları geribildirimlerle sorgulayarak “sapmaları düzeltmemize” ve “kendini yeniden üretmenin aracı olan deneysel mesafe ayarına özen gösteriyor mu?
- “Tabuların” üzerine giderek, “olumsuz zihniyet kalıplarını” kıracak gerekçeler üretebiliyor mu?
- Gücü yaratan “iç koşulları”, gelişme dinamiklerini belirleyen “dış koşulları” gerektiği kadar dikkate alıyor mu?
- “Aç gözlülük ve sorumsuzluk, sloganları ciddi fikirler yerine koyma, kibir ve üstünlük inancı, aklı bir başka şeye emanet etme, farklı seçimleri olan gelecek inşa etme iddiası taşıyan lider eksikliği, tutarlı bakış açısı ve merkez düşünceden yoksun olma “ gibi küçüklü büyüklü bütün krizlerin çekirdeğini oluşturan yanlışlarla ilgili gerekli uyarıları yapıyor mu?
Okuyucu ve yazar ne yapmalı?
Yazılar, kasaba kahvesi muhabbetlerine çerez olsun diye okunuyorsa, gelişme ve ilerlemeye katkıları olmaz.
Yazılar, düşünmenin ve sorun çözmenin aracı ise ahbap çavuş ilişkilerinin mezesi olsun diye de okunmaz, okunulmamalı.
Yazılar, yaşama kattığı değer ölçüsüne tutulmalı, “Pareto optimalinin 80/20 kuralı” gibi 4/5’ israf ediliyorsa, önce okuyan, sonra da yazan durumu yeniden değerlendirmeli.
Yazılar, farklı düşüncelerin yarattığı zihinsel zenginlikleri artırmanın aracı olmalı.
Yazılar, okuyucuyu kendinle başa çıkaracak eli boş dönülmeyen iç yolculuklara çıkarmalı.
Okuyucu ne denli kendini sorgularsa, o kadar da yazı insanını sorgulama hakkına sahip olur. Medya platformlarında yazı insanı, okuyucu, medya sahipleri, dağıtım sistemleri ve diğer aktörlerin ortak sorumlulukları kamu yararı üretmektir.
Uygun yol ve yöntemleri bulmak, bulamazsak yenilerini inşa etmek zorundayız. En verimli yolu izleyelim: Açık, paylaşımcı, kapsayıcı, katılımcı ve sorgulayıcı aydınlıkta yol alalım.