OECD’nin yayınladığı “Bir Bakışta Eğitim 2024” başlıklı rapora göre, ülkemizde 6-14 yaş aralığındaki çocuklardaki okullaşma oranı %98,8’e yükseldi. Öte yandan sosyoekonomik açıdan avantajlı ve dezavantajlı öğrenciler arasındaki eşitsizlikler de arttı.
Türkiye, tüm eğitim kademelerinde öğrenci başına en düşük harcama yapan OECD ülkeleri arasında yer alıyor. Ülkemizde ilköğretimden yükseköğretime kadar öğrenci başına yapılan yıllık harcama ortalama 5.425 dolar, OECD ortalamasında ise bu rakam 14.209 dolar seviyesinde. GSYH’nin %4,2’si, OECD ülkelerinde ise %4,9’u eğitim kurumlarına harcanıyor.
Türkiye'de eğitim harcamaları finansmanında en yüksek pay %77 ile kamuya ait olsa da, bu oran %93 olan OECD ülkeleri ortalamasından daha düşüktür. Bununla beraber, ülkemizde ilkokul kademesinde hane halkının yaptığı eğitim harcamalarının payı ise OECD ortalamasının yaklaşık dört katına erişiyor. (Türkiye: %19, OECD: %5)
Türkiye’de öğrencilerin okul aidiyeti düzeyi OECD ortalamasının altında yer alıyor. Hatta, PISA 2022 okul aidiyet endeksinde 2018'e göre ciddi bir düşüş olduğu göze çarpıyor. PISA 2022 raporuna göre, Türkiye akademik kapsayıcılık açısından 37 OECD ülkesi arasında 35. sırada, sosyal kapsayıcılık açısından 32. sırada yer alıyor. Fen liseleri ile mesleki-teknik okullar arasındaki ortalama matematik puanı farkı ise 10 eğitim-öğretim yılına kadar çıkabiliyor.
TÜSİAD-ERG “Geleceğin Dünyasına Hazırlanırken Eğitime Bakış: PISA 2022 Bulguları Işığında Türkiye’de Eğitimin Durumu Araştırması”na göre ülkemizde 10 öğrenciden yaklaşık 3 tanesi (%28’i) okulda kendisini yalnız hissediyor. %18’i okula giderken (OECD: %8); %13’ü sınıflarında (OECD: %7); %20’si okulun diğer yerlerinde (koridor, kafeterya, tuvalet) kendilerini güvende hissetmediklerini ifade ediyor. (OECD %10)
Türkiye’de PISA 2022 anketi yanıtlarına göre, çocukların % 31’i okuldan önce kahvaltı yapmadığını, %2’si okuldan sonra hiç akşam yemeği yemediğini ifade ediyor. Öğrencilerin % 19,2’si son bir ay içinde parası olmadığı için en az bir gün, % 1,9’u ise parasızlıktan neredeyse her gün yemek yiyemediğini dile getiriyor.
Öğrenciler arasındaki eşitsizliklerin temelinde eğitim fırsatlarına erişim; sosyo-ekonomik koşullar ve aile desteği olmak üzere üç temel neden olduğunu söylemek mümkün.
1 - EĞİTİM FIRSATLARINA ERİŞİM
Ülkemizin batısı ve doğusu arasında eğitim fırsatlarına erişimde ve okullulaşma oranlarında hala büyük farklar bulunuyor. Türkiye OECD ülkeleri arasında personel yeterliliği açısından devlet okulları ile özel okullar arasındaki farkın en büyük olduğu dördüncü ülke
Köy Okulları Değişim Ağı KODA’nın Yönetim Kurulu Başkanı Betül Selcen Özer’in paylaştığı verilere göre 2020- 2021 eğitim-öğretim yılında birleş tirilmiş sınıf uygulaması yapan yaklaşık 7 bin okulda, 128 binin üzerinde öğrenci eğ itim görüyor. Bu sayı aynı eğ itim-öğretim yılında ilkokul kademesindeki 5 milyonun üzerinde öğrencinin yüzde 2,4’üne karşılık geliyor.
Betül Selcen Özer, kırsalda görev yapan öğretmenlerin kişisel ve mesleki yetkinliklerinin çoğu zaman kırsalın ihtiyaçlarına karşılık gelmediğine dikkat çekiyor. “Eğ itim fakültesi mezunu öğretmen adaylarının ilk görev yerleri genellikle köyler oluyor. Genç öğretmenler okullarda tek başlarına, hem öğretmenlik sorumluluğunu, hem idari sorumlulukları hem de okulların temizliği, ısınması, tamiratı gibi işleri tek başlarına üstlenmek zorunda kalabiliyor. Bu durum öğretmenlerin motivasyonunu ve verdikleri eğitimin niteliğini düşürebiliyor” Mesleğe yeni başlayan öğretmenlerin farklı bölgelere atamasını yaptıktan sonra da karşılaşabilecekleri zorlukları önceden tahmin edip ihtiyaçlarına kulak verecek bir yapılanma olmalı. Kişisel ve mesleki açıdan öğretmenlerarası dayanışmayı güçlendiren ağlara; kamu, sivil toplum ve yerel yönetimlerin işbirliğine bu alanda da ihtiyaç var.
2 - SOSYO-EKONOMİK KOŞULLAR
PISA kapsamında öğrencilerin yaşadıkları evlerdeki sosyoekonomik koşulları dikkate alarak oluşturulan Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Durum (ESKD) endeksine göre, sosyoekonomik eşitsizlikler akademik başarıyı büyük ölçüde etkileyebiliyor. ESKD endekAsi öğrencileri sosyo-ekonomik statü açısından yüzde 25’lik dört bölüm altında değerlendiriyor. En üstteki %25’lik bölümde avantajlı öğrenciler yer alırken, en alttaki %25’te ise en dezavantajlı kesim bulunuyor.
TÜSİAD-ERG raporunun da yazarlarından ERG Politika Analisti Kayıhan Kesbiç, Türkiye’nin 2022’de endekste yer alan 36 OECD üye ülkesi arasında son sırada olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin %59,9’u en alt %40’lık sosyoekonomik dilimde yer alırken OECD ortalamasında ise öğrencilerin yalnızca %16,7’si aynı dilimde yer alıyor.
PISA sonuçları sosyoekonomik durum iyileştikçe ortalama puanların da paralel bir şekilde arttığını ortaya koyuyor. ESKD endeksine göre, Türkiye’de sosyoekonomik açıdan en avantajlı ve dezavantajlı öğrenciler arasında matematikte 82, fen alanında 74 ve okuma becerileri alanında 69 puana varan bir fark olduğu görülüyor.
EV GENÇLERİNİN ÇOĞU ORTA VE ALT SINIF HANELERDEN
Sia Insight Genel Müdürü ve Kurucu Ortağı Hüseyin Tapınç 2.000 genç ile 2024 yılında yaptıkları Türkiye Gençliği Araştırması’nda da eğitim konusu ile gençlerin mensubu olduğu toplumsal sınıf arasında yakın bir ilişki bulunduğunu net bir şekilde gördüklerini ifade ediyor;
“Yakın geçmişe kadar eğitim, toplumsal zihnimizde sosyal mobilizasyonun en önemli araçlarından biri olarak kodlanmıştı. İşte tam da bu nedenle aileler eğitim konusuna özel bir önem verir ve çocuklarının okumasını, hatta kendi eğitim seviyelerini geride bırakmalarını arzu ederlerdi. Hiç kuşku yok ki, bu arzunun arkasında, toplumdaki düşük eğitim seviyesi önemli bir rol oynuyordu.
Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’deki ortalama eğitim süresi uzadı. Üniversite mezunlarının toplam nüfus içindeki oranı yükseldi. Bu nedenlerin yanı sıra, toplumda “başarı” ölçütlerinin değişmesi ile birlikte, eğitim, toplumsal mobilizasyondaki etkisini kaybetmeye başladı.
Tüm bu değişimlere karşın, günümüzde eğitim konusu ile gençlerin mensubu olduğu toplumsal sınıf arasında yakın bir ilişki bulunuyor. Türkiye’nin orta üst ve üst sosyo-ekonomik sınıf mensubu hanelerdeki 15-24 yaş grubu gençlerin yüzde 64’ü üniversite mezunu ya da üniversite öğrencisi iken, bu oran orta ve orta alt sınıf mensubu aynı yaş grubu gençler arasında yüzde 24’e kadar düşüyor. Bu sosyo- ekonomik sınıfa mensup gençlerin büyük bir çoğunluğu lise öğrencisi ya da lise mezunu.
Üstelik, ne okuyan ne çalışan gençlerin oranı sosyo-ekonomik sınıf yükseldikçe net bir şekilde düşüyor. Ev gençlerinin çoğunluğu orta ve özellikle orta alt sınıf hanelerden geliyor (ortalamada yüzde 24; üst sınıflarda yüzde 15 ve alt sınıflarda yüzde 31).” Sosyoekonomik eşitsizlikler, gençlerin eğitim ve çalışma hayatını da olumsuz etkileyerek bir kısır döngü yaratıyor. Kuşaktan kuşağa aktarılan yeni eşitsizlikler doğmaması için özel çözümlere ihtiyaç var.
EĞİTİM DIŞINDAKİ ÇOCUK SAYISINDA 2023’E ORANLA %40’LIK ARTIŞ
Suna’nın Kızları Araştırma Koordinatörü Dr. Aysel Madra eğitim dışındaki çocuk sayısının 2023’e oranla %40 artarak 600 bini geçtiğini ve bu artışın ekonomik kriz ile ilişkili olabileceğini dile getiriyor. Ailelerin eğitim masraflarını karşılamakta zorlandıklarını, daha fazla çocuğun aile ekonomisine katkı sağlamak zorunda kaldığını belirtiyor.
Madra, Eğitim Reformu Girişimi ile Suna’nın Kızları’nın Türkiye Çocuk Araştırması istatistiklerini kullanarak yaptığı bir araştırmada, örgün eğitim dışındaki kız çocukların, ev işi yapma süresinin örgün eğitime kayıtlı olanlara kıyasla 2 kat arttığını gördüklerini ifade ediyor.
“Türkiye’de 15-17 yaş arası çocukların işgücüne katılım oranı, özellikle de oğlan çocuklar arasında artıyor. Bu oran oğlan çocuklar için %32 iken, kız çocuklar için %12. Ev içi bakım yükü kız çocukların eğitimden kopmalarının, devamsızlık yapmalarının önündeki birincil nedenlerden. Ne eğitimde ne istihdamda (NEET) olan genç istatistiklerine baktığımız zaman da benzer bir resim ortaya çıkıyor. TÜİK verilerine göre 2023 yılında, 15-24 yaş arasında ne eğitimde ne istihdamda olan genç oranı %23. Bu oranının oğlan ve erkekler için %16 iken, kız çocuk ve genç kadınlar için %30 olduğunu görüyoruz. Başka bir deyişle, her 100 kız çocuk ve genç kadından 30’u ne eğitimde ne istihdamda.”
3 - AİLE DESTEĞİNİN AZ YA DA ÇOK OLUŞU
Ebeveynlerin eğitim düzeyi, çocukların akademik başarısında belirleyici bir etken olabiliyor. TEDMEM Direktörü Dr. Sabiha Sunar şu yorumu yapıyor:
“Fırsat eşitliği, öğrencilerin başarısının ailelerinin sosyo-ekonomik koşulları, mesleği ya da eğitim düzeyinden bağımsız olmasını ifade eder. Türkiye’de bu eşitliğin sağlanamadığını ortaya koyan pek çok veri mevcuttur. Örneğin; LGS’de anne-babasının eğitim düzeyi ilkokul olan çocuklar ile lisansüstü eğitim görmüş anne-babaların çocukları arasında 120 puan fark vardır. Ayrıca, en düşük ve en yüksek başarıya sahip bölgelerdeki öğrenciler arasındaki fark, yaklaşık 3 yıllık öğrenme süresine denk gelmektedir. Bir Bakışta Eğitim 2024 raporuna göre de Türkiye’de 25-64 yaş aralığındaki yetişkinlerden en az bir ebeveyni üniversite mezunu olanların %81’i üniversite mezunuyken, ebeveynleri lise mezunu bile olmayanların sadece %18’i üniversite mezunudur.”
TÜSİAD olarak istisnasız her çocuk ve gencin, çağdaş, nitelikli ve bilimsel bir eğitimle geleceğe hazırlanmasını öncelikli görüyoruz. Nitelikli bir eğitimin ön koşullarından biri eğitimde fırsat eşitliğidir. PISA 2022 verileri, sosyoekonomik arka planın öğrenci başarısındaki belirleyici etkisini ortaya koyuyor.
Sosyoekonomik açıdan dezavantajlı öğrencileri destekleyen ve okullar arası farklıkları azaltan politikaları hızla önceliklendirmemiz gerektiğini gösteriyor. Sosyoekonomik farklılıklar, özellikle düşük gelir grubundaki öğrencilerin eğitimde geri kalma riskini artırır, toplumsal eşitsizliği derinleştirir. Nitekim, son veriler eğitim dışında kalan çocukların sayısında ciddi bir artış olduğunu gösteriyor. 15 yaş ve üstü çocukların gerek ev içi işler gerekse işgücüne katılım sebebiyle okulu bırakmaları ekonomik krizin eğitimden kopuşta etkisini ortaya koyarken, özellikle eğitim dışındaki kız çocuklarının sayısı, bu sürece toplumsal cinsiyet ve ekonomik koşulları da içeren kesişimsel politikalarla yaklaşılması gerektiğini gösteriyor.
Kamu eğitim harcamaları, toplumun geniş kesimlerine ulaşmada ve farklılıkları azaltmada büyük rol oynar. Ancak MEB bütçesinin merkezi bütçeden aldığı pay 2015’te %13 iken, 2024’te %10’un altına gerileyerek bu sene de aynı seviyelerde kalmış görünüyor. Eğitimde tasarrufun aksine, bütçede eğitime ayrılan kaynakları artırmalı ve Birleşmiş Milletlerin nitelikli eğitim için işaret ettiği gibi bütçedeki payını %15’lere çıkarmalıyız.
Eğitime ayrılan kaynaklar etkin ve ihtiyaç odaklı harcanmalı. Nobel Ekonomi ödüllü James Heckman’in çalışmaları başta olmak üzere araştırmalar, eğitime yapılan yatırımlarda en büyük geri dönüşün okul öncesi eğitimde olduğunu gösteriyor. 0-5 yaş dönemindeki dezavantajlı çocukları hedefleyen her 1 birimlik yatırım, 7 kat olarak geri dönüyor. Okul öncesi eğitim, çocukların sağlıklı beslenmesini ve sağlıklı koşullarda büyümesini desteklerken; ilerleyen dönemlerde akademik başarı ve beceri gelişimine fayda sağlıyor. TÜSİAD olarak biz de her fırsatta okul öncesi eğitimin zorunlu ve ücretsiz olmasını vurguluyoruz. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, bu alanda kamu, yerel yönetimler, sivil toplum ve özel sektör işbirlikleriyle örnek modeller oluşturulabileceğine inanıyoruz. Kapsayıcı politikalar ile çocuk yoksulluğunun önüne geçmeli; ekonomik koşulların, gençlerin hayatına bir ömür olumsuz etki etmesine izin vermemeliyiz. Acil müdahaleler olarak, ücretsiz okul yemeği ve ihtiyaç duyulan bölgelerde taşımalı eğitimin devamlılığını sağlamalıyız. Okulların koşullarını öğrenci ve öğretmenler için en uygun hale getirmeli, okullar arası başarı farklarını en aza indirmeliyiz. Okul aidiyetini artıracak uygulamalarla okul terkinin önüne geçmeliyiz.
Eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacak her adım, toplumumuzun geleceğine yapılacak en değerli yatırım olacaktır.
ERG Politika Analisti Kayıhan Kesbiç kapsayıcı ve dayanıklı bir eğitim sisteminin öğrenciler arasındaki eşitsizlikleri ortadan kaldıracağını ve öğrencilerin beceri düzeyini artıracağını vurguluyor: “PISA araştırmaları, yeni teknolojilerin uygulayıcısı olabilmek için gerekli becerileri asgari beceriler ve inovasyon yaratmak için gerekli olan becerileri ise üst düzey beceriler olarak tanımlıyor. Asgari becerilerin altındaki öğrenciler karmaşık düşünme becerileri gereken problemlerde ve günümüz ekonomisindeki becerilere ayak uydurmakta sorun yaşıyorlar. Türkiye’de öğrencilerin matematikte %38,6’sı, okumada %29,3’ü, fende ise %24,7’si asgari yeterlik seviyesi altındadır ve OECD ortalamasının gerisindedir. Üst düzey becerilere sahip öğrenciler olarak tanımlanan öğrenci oranı ise matematikte %5,5, okumada %1,8 ve fende %3,9’dur ve OECD ortalamasının altındadır. Eşitsizliklerin etkisinin azaldığı, okul aidiyetinin yüksek olduğu kapsayıcı ve dayanıklı bir eğitim sistemi, gerek asgari gerekse üst düzey becerilere sahip öğrenci oranını artırmaya olumlu katkılar sağlayacaktır. Ancak eğitime devam etmenin artan maliyeti ve eğitimin sağladığı kazanımlarda özellikle ücretlerde görülen göreli düşüş, zorunlu eğitim çağıyla birlikte üniversite öğrencilerinde de eğitim yarıda bırakmanın artışa geçtiğini gösteriyor. Eğitimden kopuşun önüne geçmek için sosyal desteklerin yeniden değerlendirilmesine, ücretsiz ve sağlıklı okul yemeği gibi eğitime devamı sağlayabilecek sosyal politika araçlarına ve bunlar için de eğitime daha fazla kaynak ayrılmasına ihtiyaç var. “
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci çocukların içine doğduğu koşullardan olumsuz etkilenmemesi için desteklenebildiği, evrensel olarak tanımlanmış olan çocuk haklarına eşit olarak erişebildiği bir toplum ideali için eğitimin hayati önemine dikkat çekiyor:
“Var olan eşitsizliklerin, yoksunluk ve yoksulluğun nesilden nesle aktarılmamasında; eğitim, çocukların hem bugünkü hem de gelecekteki yapabilirliklerini ve iyi olma hallerini belirliyor. Okullar çocukların içine doğdukları, içinde oldukları dezavantajlı koşulların etkilerini azaltabileceğimiz, onları destekleyebileceğimiz en önemli kurumlar. Ancak yaygın olarak kabul gören “akademik başarı”ya odaklı eğitim anlayışı bu süreci dayanıklı, başarılı çocukların önceliklendirildiği bir sürece dönüştürüyor ve liseye/üniversiteye geçiş sınavları da bu durumu pekiştiriyor. Her çocuğun temel hakkı olan nitelikli eğitime erişmesinin önündeki engelleri aşmak, en acil ve en önemli müdahale alanı olarak görülmeyebiliyor. Sosyoekonomik koşullardaki eşitsizlikler, ev içi emek de dahil olmak üzere çalışmak zorunda kalan çocuklar ve mülteci çocuklar açısından eğitime erişimde kısıtlar yaratıyor. Bu eşitsizlikler eğitime başladığı halde devam etmeme/ edememe olarak özetlenebilecek eğitimden kopmalarda çok boyutlu bir rol oynuyor. Pandemi dönemi ve sonrasında dünyanın içinde olduğu bu çoklu krizler ortamında var olan eşitsizlikler çocukların karşılaştığı riskleri arttırırken, içinde olduğumuz çağın getirdiği değişimler çok farklı çocukluklar yaşanmasına yol açıyor. Tüm bu değişim, çocukların kendi deneyimlerinin öznesi olarak seslerini duyarak, eğitim başta olmak üzere onların farklı ihtiyaçlarına yanıt verebilen, etkin politikalar geliştirebilmeyi gerekli kılıyor.”