Pandemi yüzünden üç yıldır Ankara’ya hapsoldum, tatile gitmedim.
Artık yeter diyerek geçen hafta Ankara’dan uzaklaştım. Hay gitmez olaydım! Döndüğümde ne göreyim; bazı yaklaşımlar ne kadar da değişmiş, kaçırmışım!
Bazı kurumlar adeta el üstünde tutulur olmuş. Güzel, tutulsun; bizim güzide kurumlarımız bunlar.
Ama biraz abartılmış mı ne!
Merkez Bankası artık çok gerçekçiymiş, TÜİK enflasyonu doğru açıklamaya başlamış.
İyi de bunlar zaten bizim normalimiz değil mi, zaten böyle olması gerekmiyor mu? Kaldı ki o gerçekçilik ve doğru açıklama konusu da tartışmalı ya...
İşte kaçırdıklarım...
Birincisi; Merkez Bankası’nın ne kadar gerçekçi enflasyon tahmini açıkladığı.
İkincisi; TÜİK’in temmuz ayı için görece ne kadar gerçekçi bir enflasyon oranı ilan ettiği.
Peki zaten normal olan böyle yapılması değil miydi?
Merkez Bankası’nın gerçekleşmesi mümkün olmayan tahminler açıklaması normal miydi ki şimdi gerçekçi olarak nitelenen enflasyon tahmini için alkış tutmamız gerekiyor? (Enflasyon bilgilendirme toplantısından sonraki fiili alkış rezaletini kastetmediğim herhalde belli, buradaki alkış tutmak övgü anlamınadır, ben yine de açıklayayım da...)
Yüzde 10 TÜİK’e güveni geri mi getirdi?
Ya TÜİK’e ne demeli! TÜİK’in görevi zaten çok basit. Ölçecek ve açıklayacak; tüm istatistikler için böylesine yalın bir gerçek söz konusu. Hiçbir konuda önlem alması, politika üretmesi gerekmeyen bir kurum TÜİK. Ölçecek ve elde ettiği sonucu açıklayacak. Ama şimdiye kadar özellikle fiyatlar konusunda düşük ölçüm yaptığı ya da doğru ölçmüş olsa bile bunu düşük açıkladığı yönünde öylesine kuşkular, hatta kuşkunun ötesinde öylesine yargılar oluştu ki, temmuzda yüksek bir oran gelince TÜİK’e bakış da biraz olsun değişti.
Aslında yüzde 10’a yaklaşan temmuz oranını düşük bulanlar da var. Ancak kabul etmek gerekir ki bu konudaki yakınmaların hepsi haklı değil.
Bir kere hiç kimsenin enflasyonu aynı değildir; enflasyon şehirden şehire, semtten semte, aileden aileye, hatta kişiden kişiye farklılık gösterir. Dolayısıyla enflasyonda tek doğru yoktur. Bu yüzden de enflasyonda önemli olan “doğru açıklanıyor-açıklanmıyor” tartışmasından uzaklaşmaktır. Bunun yolu da enflasyonu tartışılır olmaktan çıkarmaktır. Bu görev de TÜİK’in değildir.
Vatandaş “enflasyonu ortadan kaldırma” görevinin TÜİK’e verildiği kanısında. Bu kısmen doğru da olabilir. Kısmen, çünkü biraz önce de belirttiğim gibi enflasyon kişiden kişiye bile farklıdır. Temmuzda yüzde 9.49 gibi tüm temmuzlar için rekor düzeyde artışa rağmen hala kendi yaşadığı enflasyonun çok daha yüksek olduğunu söyleyenler var. Haksızlar mı; kesinlikle değiller, belli ki onların tüketim kalıbına giren mal ve hizmetlerde çok daha yüksek artışlar oldu. Yüzde 9.49’un ortalama bir oran olduğunu unutmamak gerekir.
Ama TÜİK’i bu duruma getirenlerin de şapkayı önlerine koyup düşünmesi gerekir. “Temmuz ayı gibi genellikle çok düşük artış yaşanan, hatta bazı yıllarda eksi gelen orana rağmen yüzde 9.49 açıkladığımız halde hala niye inandırıcı bulunmuyoruz” diye.
Bunun, kimilerinin enflasyonu daha yüksek yaşamasıyla ya da hissetmesiyle ilgisi yok. Bu durum tümüyle “TÜİK ne açıklarsa açıklasın demek ki gerçek oran daha yüksektir” algısının yerleşmesinden kaynaklanıyor. Peki bu algıyı yerleştiren kim; bizzat TÜİK!
Önce “yanlış yorumlanıyor” diye madde fiyatlarını, sonra madde ağırlıklarını açıklamaktan vazgeç; veri gizliyormuş gibi görün, sonra da açıkladığın verilere inanılmasını bekle! Cumhuriyet tarihinin en yüksek temmuz enflasyonunu açıklasan da inandırıcı olmuyor işte.
Merkez Bankası’nın gerçekçi yaklaşımı ve soru işaretleri
Merkez Bankası’nın eski yönetimi yılın ikinci enflasyon raporunu 4 Mayıs’ta açıkladığında ilk dört ayın enflasyonu belliydi ve dört aydaki artış yüzde 15.21 düzeyindeydi. Dört aydaki artış yüzde 15.21’di ama Merkez Bankası yılın yüzde 22.3’lük artışla kapatılacağını tahmin ediyordu.
Yüzde 22.3’lük oran tabii ki laf olsun diye yazılmamıştı, mutlaka vardı bir hesap, sahi var mıydı?
Dört aydaki yüzde 15.21’den sonra yılın kalan sekiz ayındaki artış ancak yüzde 6.15 olursa yıllık tahmin tutacaktı. Üstelik o ilk dört ayda dövizi yatay götürme konusunda büyük bir maharet sergileniyordu, yani fiyatlar üstünde döviz etkisi hiç yok sayılırdı. Aynı eğilim devam etse bile dört ayın yüzde 15.21’i ile kalan sekiz ayın yüzde 6.15’i bir türlü kıyaslanabilir değildi.
Ama bu tuhaflığı göre göre enflasyon raporuna bu şekilde yazdılar. Sözüm ona izah da ettiler.
Sekiz aya 6.15 oran biçmek Merkez Bankası’nın itibarını yerlere sermekmiş, kimsenin umurunda olmadı.
Ama şimdi gerçekçi, öyle mi!
Şimdi Merkez Bankası’nda yeni yönetim var.
Enflasyon sekiz ayda 6.15 olur diyen eski yönetimden sonra bu kez yeni yönetim ne dedi:
“Altı ayda yüzde 31.92 olur!”
Sekiz aya yüzde 6, altı aya yüzde 32!
Eskinin anormalinden bugünün normaline geçince ve makul sayılabilecek bir oranı görünce pek sevindik.
Ne güzel, artık bizim de gerçekçi bir Merkez Bankamız vardı.
Ama bu gerçekçi Merkez Bankası biraz tuhaf işler mi yapıyordu, yoksa biz hala geçmişin kötü rüyalarını mı görüyorduk!
Yıllık enflasyon yüzde 58 olacak denilmiş, hep birlikte “Aman ne gerçekçi” diye alkış tutmuştuk; peki enflasyon buralara giderken Merkez Bankası’nın politika faizi kaç olacaktı? Yüzde 17.5 ya da biraz üstü yeter miydi? Bir anda kulağımızda Nebati’nin “Politika faizini önemsizleştireceğiz” lafı çınladı.
Ya peki enflasyonun yarısı düzeyindeki mevduat faizine, daha da önemlisi Merkez Bankası Başkanımızın bunu bir başarı hikayesi olarak sunmasına ne demeli. “TL cinsi tasarruf edeni dövmeye biz de devam edeceğiz” mi deniliyordu yani!
Gizli bir çağrı mı vardı, her ne kadar bu konuda bankalara karşılık yükü getirilmiş olsa da:
“Gel vatandaş gel, dövize gitme KKM’ye gel!”