Daron Acemoğlu Hoca, Nobel ödülünü aldıktan hemen sonra Türkiye’ye geldi. Hatta bazı sosyal medya paylaşımlarını Türkçe yapmaya başladı. Düşüncelerimden memleketim de faydalansın derken, kaçınılmaz olarak, Türkiye’deki sosyal medyanın ağına düştü. Bu hafta gündem, Daron Hoca’nın Fatih Altaylı ile yaptığı söyleşideki sözleriydi. Mealen, Türkiye’de verimlilik artmadan sorunların çözülemeyeceğini, ücret artışlarının tek başına zenginlik getirmeyeceğini söylemişti.
Twitter herkese, diğer kişilerle eşit olduğu izlenimini veren bir platform. Nobel almış birine de uzmanlık alanıyla ilgili ayar verebilirsiniz. “Nasıl ayar verdim” diye söylediklerinizi başkalarına da gösterebilirsiniz. Sanırım bu, birçok kişiye inanılmaz bir haz veriyor. Benzer bir olayı Orhan Pamuk Nobel aldığında da yaşamıştık. Mesela, “Ermeni soykırımı var dediği için Nobel aldı” diyenler olmuştu. Hatta “eserleri çalıntıdır” diyenler çıkmıştı. Yahu koskoca Nobel edebiyat komitesi bunları düşünemiyor mu? Daron Hoca için de “İsrail’e karşı çıksa Nobel alamazdı” demişler. Artık bir şeyi demek kadar dememek de kabahat oldu. Ne yazık ki bazılarının düşünce özgürlüğünden anladıkları işte bu! Bir tek Aziz Sancar Hoca ile ilgili böyle eleştiriler gelmedi. Çünkü onun uzmanlık alanına dair fikir yürütmek çok zor. Malum ekonomi ise herkesin “bildiği” bir bilim.
Daron Hoca’ya gelen eleştirilerden biri, söyleyenin kişisel tecrübesini yansıttığı için dikkatimi çekti. BİRTEK-SEN Başkanı Mehmet Türkmen demiş ki: “Bizzat kendi işçilik deneyimimden ve Merinos halı fabrikasından örnek vereyim. Ben eski bir halı dokuma işçisiyim. 2000’lerin başına kadar yüz yıllık eski mekikli mekanik tezgâhlarda üretim yapılırdı. 2000’lerin başından itibaren bilgisayar donanımlı, Belçika ve Alman menşeli son model makinelere geçildi. Eski teknolojiyle, yaklaşık 50 işçiyle ve en az 8 dokuma tezgâhında yapılan üretimi, aynı sürede ve tek tezgâhta 6 işçiyle yapabiliyorduk artık…90’lardan 2000’lerin başlarına, 2007-2008’lere kadar bir dokuma kalfasının ücreti asgari ücretin tam 4 katına denk geliyordu. Şu an bir dokuma operatörünün aylık ücreti asgari ücretin iki katına gerilemiş durumda.”
Öncelikle lisan ile ilgili de bir problemimiz var. Daron Hoca “verimlilik” derken İngilizce “productivity” kelimesini kastediyor. Sayın Türkmen’in kastettiği kavramın İngilizce karşılığı ise “efficiency” ve bu da Türkçe’ye hem “etkinlik” hem de “verimlilik” diye çevriliyor. Bir de “üretkenlik” diye bir kelimemiz var, bunun da İngilizcesi “productivity.” Malum bir dil, o dili konuşan kişilerin düşünce dünyasını yansıtır. Demek ki bizim verimlilikle ilgili düşüncelerimiz karman çorman!
Merinos örneğinden devam edelim. Geçen ay Dani Rodrik Hoca’ya referansla yazdığım yazıda, tekstil gibi imalat sanayii sektörlerinde küresel olarak rekabet edebilen işletmelerin aynı verimlilik seviyelerine yakınsadığını söylemiştim. Demek ki Merinos da bu seviyeye ulaşan bir işletme. Tebrik ederim! Değerli dostum Esen Çağlar’dan aldığım Harvard Üniversitesi’nin yayımladığı “Atlas of Economic Complexity”ye göre, dünyada halı işinde pazar payına bakıldığında üçüncü sıradaymışız. Rakiplerimiz Hindistan ve Çin. Rekabetin küresel ölçekte ve rakip ülkelerdeki işgücü havuzunun sınırsız olduğu sektörlerde verimlilik için ne kadar yatırım yaparsanız yapın, ücretlerin yükselmemesi normal.
Peki, Merinos verimliliğini küresel seviyeye taşırken, diğer tekstilcilerimiz de halı yerine otomobil koltuğu işine girseydi ne olurdu? O zaman ABD ve Polonya ile rekabet eder hale gelirlerdi. Hem verimlilikleri hem de işçilere ödenen ücretler de yükselebilirdi. Verimlilik analizini sadece Merinos bazında yaparsanız (efficiency), Daron Hoca’nın söylemek istediğini anlamak mümkün değil. Fakat meseleye Türkiye ekonomisi açısından, makro ölçekte baktığımızda acaba Merinoslarımızdan işsiz kalan çalışanlarımıza daha verimli işler sağlayacak yeni iktisadi faaliyetler geliştirseydik durum ne olurdu diye düşündüğümüz zaman ekonominin tamamı için verimlilik analizi yapmış oluruz. Daron Hoca değerlendirmesini ekonominin tamamı için yapıyor. Mikro ölçekte, yalnızca halı sektörünün sorunlarına dair bir reçete ortaya koymak gibi bir hedefi zaten yok.
Tabii ki halı üreten işçilerle otomobil koltuğu üreten işçilerin becerileri tam olarak aynı olmayabilir. Halı üreten işçilerin bazıları, yaşı ya da eğitimi itibariyle bu yeni becerileri kazanamayacak durumda olabilir. O zaman ya bu işçilere ya da çocuklarına hem yeni beceriler kazandırmak, kazanamayanlar için de bu süreci sosyal açıdan idare etmek gerekiyor.
Öte yandan, verimlilik artışı sürdürülebilir ücret artışı için şart, ama yeter şart değil. Mesela ABD’de ekonominin tamamında verimlilik artışı olduğu halde, kısmen işçiler örgütlü olmadığı için ücretler o kadar da artmadı. Ancak sadece sendikacılıkla, ekonomide verimlilik artışı olmadan gelen ücret artışı da kalıcı olmaz. Örnek ararsanız Güney Afrika’ya bakabilirsiniz. Bu ülkenin içine düştüğü krizi 7 Haziran’da yazmıştım. Apartheid rejimi sonrası ücretler yükselse de ekonominin verimliliği artmadığı için Güney Afrika’da kalıcı bir refah artışı sağlanamadı. Orta sınıf ise bir türlü büyüyemedi. Öyleyse ekonominin tamamında verimlilik artmadan ücretleri sürdürülebilir olarak yukarı çekemezsiniz. Lütfen, Nobel ödüllü entelektüellerimizin beyanlarını değerlendirirken lise mantık dersinde öğrenilenleri analizimizde kullanalım.