2023 yılı Nobel Ekonomi Ödülü Harvard Üniversitesi’nden Claudia Goldin’e verildi. Goldin, ekonomi alanında Nobel Ödülü alan üçüncü kadın iktisatçı oldu. Goldin’in çalışma alanları üniversitenin web sayfasında şöyle sıralanıyor: eğitim, kadın işgücü, toplumsal cinsiyet (gender), eşitsizlik ve kadın istihdamı. Goldin’in ödülü almasında özellikle “toplumsal cinsiyet” konusunda yaptığı çalışmalar başat rol oynadı.
Cinsiyet (sex), biyolojik bir kavram ve doğuştan gelir. Toplumsal cinsiyet (gender) ise yaşanılan bir kavram cinsiyete, toplum tarafından erkek ve kadına biçilen sorumluluk ve davranış biçimini ifade eder. Toplumsal cinsiyet eşitliği ise, kadın ve erkeğe aynı davranış biçimiyle toplumda yer verilmesini ifade etmekte. Yani toplumun değer yargılarının, yasaların daha da kısa ifadeyle toplumun kurumsal yapılanmasının kadın ve erkeğe bakış açısının eşit olmasıdır.
Toplumsal cinsiyet kavramı Ann Oakley’in 1972 yayınladığı Sex, Gender and Society başlıklı kitabıyla kadın çalışmaları yazınına girdi. Feminist iktisadın bir alt başlığı olan toplumsal cinsiyet, daha sonra hızla iktisat yazınında gelişti. Şüphesiz toplumsal cinsiyet sadece iktisadın konusu değil, sosyolojiden siyaset bilimine değin uzanan sosyal bilimlerin dans ettiği bir konu.
Kadınlar ne yazık ki üç büyük dinde de kendine ikincil yer bulmakta. Örneğin Hristiyanlar, Orta Çağ boyunca kadını şeytanla eşleştirdiği için 1 milyondan fazla kadını yakarak öldürdüler. Dinlerin kadınları şeytanlaştırmasının altında erkek egemen olmaları yatıyor. Özellikle İslam dininde kadın için biçilen rol bugün ülkemizde de çokça dillendirilen anne olmak ve erkeğe hizmet etmekten ibaret. Bu düşüncedekiler için kadının toplumda erkekle eşit olması söz konusu olamaz çünkü bu biyolojik olarak da imkânsız.
Goldin’in çalışmalarında da vurguladığı üzere, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınların işgücüne katılımını engellediği gibi kadının çalışması durumunda da kariyer olarak erkeklerle eşit koşullarda yarışamamalarına neden oluyor. Goldin, evlilik sürecinin başlangıcında kadın ve erkek eşit gibi dursa da evlilik sonrası kadının geri plana düştüğünü; erkek kariyer yaparken kadının çocuk ve ev işleriyle meşgul olmak durumunda kaldığını vurgulamakta.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini görmek için yaşama büyüteçle bakmaya gerek yok. Televizyon reklamlarına bakmanız yeterli. Deterjan, bulaşık, çamaşır makinesi reklamlarında ev işlerini yapanlar hep kadın. Bu toplumun kurumsal yapılanmasının kadına biçtiği elbise ve kadınlar bu elbiseyi bir türlü üzerlerinden çıkaramamakta. Gelecekte bu konuda bize umut veren gelişmeler de yok değil. Ancak Türkiye gibi ülkelerde bu umudu yok etmek için büyük çaba var.
Türkiye’de kadına biçilmek istenen rol
Türkiye, birçok Batılı ülkeden önce, kadının toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde adımlar atan bir ülke. Elbette bunu başlatan yine Mustafa Kemal ATATÜRK. Kadının toplum içinde rol oynamasını sağlamak için büyük adımlar atan ATATÜRK, üstelik bunu, savaştan harap çıkan, yüzde 10 okuryazarlığı olan bir ülkede yaptı. ATATÜRK, kadınların toplumsal yaşama girmesinin önündeki en büyük engelin dini değerler olduğunu bildiğinden, laikliği bu sorunun çözümü olarak gördü. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’yle kadınların kazanımları tekrar dini baskıyla karşılaşsa da ekonominin tarım sektörü ağırlıklı olması ve bu sektörde çalışma imkânının aile düzeni içinde mümkün olması nedeniyle kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 70’ler düzeyindedir. 1961 Anayasası toplumsal cinsiyet açısından kadınlara yeni haklar tanıdı; işgücüne katılma oranı bu dönemde kırdan kente göç nedeniyle düşse de yüzde 63 oranındaydı (2023 yılı Ağustos ayı itibari ile oran yüzde 36).
1980 sonrası ülkeye egemen olan sağcı politikalar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini arttırdı. Kırdan kente göçen kadınlar eğitimsizlikten, erkek baskısından dolayı kentte kendine yer bulamadı. Buna rağmen bazı mesleklerde (öğretmenlik, bankacılık gibi) kadın çalışan sayısı hızla arttı. Aslında bu artış da kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucuydu. Yani kadına biçilen rolün gereğiydi.
2002 sonrası AKP iktidarıyla toplumsal cinsiyet daha çok duyulur hale gelse de bu kadınlar açısından çok da hayırlı olmadı. Partinin ileri gelenleri sürekli olarak kadınların ancak dini kurallara göre yaşaması gerektiğini vurguladı; onlara göre kadınlar çocuk doğurmalı ve kocalarına hizmet etmeli.
Bu görüşleri eleştirmek ya da benimsemek elbette kişiden kişiye değişir. Ancak kadına bakışın din temelli olması toplumsal cinsiyet açısından önemli bir sorun. Nitekim bu bakış açısının bir sonucu olarak Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etti.
Kadınlara Türkiye’de ikincil bir kimlik vermeye çalışan ciddi bir kesim var. Ne yazık ki bunların bir kısmı da TBMM’de. Bu olumsuz tabloya rağmen kadınların ve erkeklerin mücadelesi devam ediyor, edecek. Bunun açık kanıtı da toplumsal cinsiyet alanındaki çalışmaların her geçen gün artması. Türkiye, bu alanda çalışan ciddi akademisyenlere sahip. Bu da gelecek için umut yaratan bir olgu.
Okuma Önerisi: Ufuk Serdaroğlu, Feminist İktisat ile İktisat ve Toplumsal Cinsiyet kitapları.