Neye niyet neye kısmet

Dünya ekonomisinden aldığımız pay geçen yıl yüzde 0.81'di. Bu rakam Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde yüzde 0.80'di. Yani son 100 yılda bu anlamda çok fazla yol alamamışız.

Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Türkiye bundan yaklaşık 10 yıl önce 2023 hedeflerini açıkladığında ekonominin 2 trilyon dolar, kişi başı milli gelirin 25 bin dolar ve ihracatın ise 500 milyar dolar olması öngörülüyordu. Oldukça parlak ve umut verici hedeflerdi. 2023’ün tamamlanmasına 3 yıl kaldı ancak açıklanan hedeflerin çok uzağındayız. Hedefler hala geçerliliğini koruyor mu? Emin değilim. Anlamı kaldı mı? Sanmıyorum.

The Centre for Economics and Business Research (CEBR) bağımsız ekonomik tahminler ve analizler yapan bir uluslararası kuruluş. Birçok ülke ekonomisini takip edip uzun vadeli tahminler yapıyor. Kuruluş son yaptığı projeksiyonda 2005 yılında 506 milyar ve geçen yıl 761 milyar dolar olan Türkiye’nin gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYH) 2025 yılında 960 milyar dolar ve 2030’da ise 1.07 trilyon dolar olacağını öngörüyor. Eğer bu öngörü gerçekleşirse Türkiye’nin dolar cinsinden cari fiyatlarla GSYH’sı 2005 ve 2030 arasındaki 25 yılda ikiye katlamış olacak.

Nominal rakamlar bizi yanıltmasın. Biz büyürken diğer ülkeler yerinde saymıyor; onlar da büyüyorlar. CEBR’in projeksiyonlarına göre ekonomimizin büyüklüğü iki katına çıkmasına rağmen diğer ülkelerin daha iyi performansları nedeniyle dünya sıralamasındaki yerimiz geriliyor. 2005 yılında 506 milyar dolarlık GSYH ile dünyanın en büyük 17’nci ekonomisiyken 2030 yılında 1.07 trilyon ile en büyük 20’nci ekonomisi olacağız. Oysa bizim hedefimiz bırakın 2030’u, 2023 yılında, yani Cumhuriyet’in kuruluşunun 100’üncü yıldönümünde iki trilyon dolarlık bir GSYH ile dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasında yer almaktı. Olmadı; arzular ve yetenekler uyuşmadı.

Dünya ekonomisinden aldığımız pay geçen yıl yüzde 0.81’di. Bu rakam Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde yüzde 0.80’di. Yani son 100 yılda bu anlamda çok fazla yol alamamışız. O kadar geri gitmeyelim, dünya ekonomisindeki payımız 1980’de de yüzde 0.87’ymiş. Aralarda yüzde 1’in üzerine çıktığımız yıllar olmuş. Mesela 2005 ve 2016 arasında hep yüzde 1’in üzerinde kalmışız. Hatta 2013’te yüzde 1.24’ü görmüşüz. Aslında 2000’li yıllara kriz ile girmesine rağmen Türkiye ekonomisi çok kısa sürede parlak bir büyüme trendine oturmuştu. 2001 yılında uygulamaya konulan kapsamlı ekonomi programının ve 2005 yılında AB ile müzakere sürecinin başlamasının verdiği ivme ile ekonomi parlak ve kesintisiz bir büyüme hızına kavuşmuştu. 2002-2007yılları arasındaki ortalama yıllık yüzde 7’lik büyüme performansı bunun rakamsal ifadesidir. Aynı dönemde yıllık ortalama ihracat artışı ise yüzde 25’e yaklaşıyordu.

Geçmişte yaptıklarımız ve yapamadıklarımız geleceğe ışık tutabilir. Türkiye’nin yüksek büyüme hızına ulaştığı dönemler kurumların güçlendirildiği, güçlü ve kapsayıcı bir hikâyenin olduğu ve toplam faktör verimliliğinin katkısının arttığı dönemlerdi. Orta ve uzun vadede tekrar sürdürülebilir büyüme patikasına oturmanın reçetesi de bellidir: Hukuk, siyaset ve ekonomide iyi işleyen güçlü kurumlar, eğitimli ve nitelikli işgücü ile teknolojik içeriği yüksek bir üretim yapısı.

Ekonominin mevcut yapısı ile 25 bin dolarlık kişi başı gelir seviyesine ulaşmamız mümkün değil. Aynı şekilde bu halimizle 2023 için açıklanan 500 milyar dolarlık ihracat hedefine 2030’da bile ulaşamayız. Ulaşsak bile bunu 1 trilyon dolarlık ithalatla ancak yaparız. Türkiye ekonomisi 2001’de başlatılan reformların ve verimlilik artışının etkisiyle düşük-orta gelir grubundan, üst-orta gruba yükseldi, ancak orada takıldı kaldı. Hatta yön aşağıya döndü. Bir üst kademeye çıkabilmek için tekrar verimlilik artışlarını yakalamamız gerekiyor. Katma değer zincirinde aşağıdayız. Üretimin ve ihracatın düşük teknolojili ürün ağırlıklı “yükte ağır-pahada hafif” yapısının, orta ve yüksek teknoloji ağırlıklı “yükte hafif-pahada ağır” bir yapıya dönüştürülmesi şart. Yoksa parlak ve iddialı hedefler hep sözde kalırlar.

Tüm yazılarını göster