Nereden biliyorsun?

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

Gençlik yıllarımızda daha televizyon ülkemize teşrif etmemişken radyo önemli bir eğlence kaynağımızdı. Gazeteler dışında uluslararası ve milli olup bitenler karşısında hemen hemen tek ortak bilgi kaynağımızdı. Radyo haricinde konulu, komşulu; hısım akrabalı, eşli, dostlu çay, kahve, yemek, meze ikramıyla desteklenen toplantılardaki sohbetler, oyunlar, beraberlikler hem eğlence hem de bilgi alışverişi vesileleriydiler. Ben çocukluğumda bu tür toplantılardan çok şey öğrendim. Dünya Savaşı gazisi rahmetli dedemden Mısır’daki esir kampında kurdukları tiyatroda kadın rolüne çıkışını, Büyük dedem Kanuni Hacı Arif Bey’in oğlu rahmetli büyük Amcam bestekâr Zeki Arif Ataergin’den Nasuhi dergâhı ve klasik Türk müziğinde dini müziğin yerini ve bunlar gibi televizyonlardan pek öğrenemeyeceğiniz onlarca şeyi öğrendim.

Bu sohbetlerde satır aralarında öğrendikleriniz satırlardan öğrendiklerinizden fazlaydı. Sofrada oturanların birbirlerine anlattıklarının yanı sıra birbirlerine davranışları, aralarındaki protokol da ayrı bir eğitimdi. Yaş başta gelen kriter olmak üzere olmak üzere nezaket kurallarını belirleyen çizgiler bir sürü kriter kullanılarak sarih çizilmişti. Hem o çizgilerden hem de çizgiler arasından alabildiğimiz kadarını aldık.

Genellikle gerek radyolarda gerekse gazetelerde duyduklarımızı tahkik etmek için ne bir eğilimimiz vardı ne de imkânımız. Onun için buralarda bize sunulması güç sahiplerince uygun görülen haberleri tahkik etmezdik.

Aile büyükleriyle bir araya geldiğimiz sohbet toplantılarında kimsenin kimseye “Nereden biliyorsun” diye sorduğunu hatırlamam. Neticede ben çocuktum. Bizde sesi az duyulan çocuk makbuldü. Hala öylemi bilmiyorum ama çocuklar çok konuşmaz hele hele büyüklerine herhangi bir konudaki sözleri üzerine “Nereden biliyorsun” falan gibi ukalalık etmezlerdi.

Elbette Hacı Arif Bey’in oğluna Türk klasik musikisinde dini müziğin yeri, İngiliz esir kampı yöneticilerinden kampa kadın mı sokuldu acaba endişeleri üzerine tahkikat yapılacak kadar başarılı sahne performansı gösteren dedemin bu konudaki bilgisi konusunda “Nereden biliyorsun?” diye sual etmek saçma olurdu. Zaten bizim kültürümüzde aktarılan bilgiyi tahkik etmek gibi bir şüpheciliğe fazla yer olmadığı gibi olsa bile bunu yapacak imkânımız yoktur.

Şimdi bir ekonomik kriz sarmalında bir de pandemi krizinin içindeyiz. Ekonomik kriz konusunda da yaptığımız gibi pandemi konusunda da kimse kimseye nereden biliyorsun diye sormadı hala da sormuyor.

Bende sizin gibi yayınlardan, demeçlerden, Türkçe ve İngilizce kaynaklardan şimdi ne olacak sorusuna cevap arıyorum. Bakıyorum hala soru sormak neredeyse kabahat. Elimden geldiği kadar “Nereden biliyorlar?” diye araştırıyorum.

Şimdi Türkiye’de COVID-19 salgını ne tür bir tahribat yaptı merak ediyorum. Bakıyorum herkesin hemfikir olduğu tek konu 65 yaş ve üstü vatandaşların içeri tıkılmaları. Yaşım 74. Ankara’da veya her neredeyse yatağından kakıp kravatını bağlayan her yetkili hemen “Virüs yakıyor yıkıyor” diyerek “65 yaş üstü büyüklerimiz için sokağa çıkmak, yemek yemek hatta şarkı söylemek yasaktır” diye hırsını bizim yaş gurubumuzdan çıkarıyor. Şimdi günde 10-13 arası üç saat sokağa çıkacakmışız. Onlar için durum daha riskliymiş. Nereden biliyorsunuz? Daha hastalığın tanımını yapmadık. Bunu yeni mi öğrendiniz ki şimdiye kadar böyle kısıtlamalar yoktu? Ne yaptınız da öğrendiniz? Hele hele salgının ortalık yerinde hastalığın tanımını iki kere değiştirmek kimin aklına geldi? Çok merak ediyorum.

Doğru olmadığını umut ettiğim rivayetlere göre önce turizm sekteye uğramasın diye Türkiye’de hastalık ciddi değildir sonucu doğuracak bir hastalık tanımı kullanmışız. Çin’den Man’çine siyahlı beyazlı milletler de bize “Nereden biliyorsunuz?” diye sual etmeyip bizim sözümüze inanınca “Bravo size. Sizde hastalık neredeyse yok” diye bize hayranlık ve kıskançlıkla bakmışlar.

Gelgelelim COVID-19 aşısını bulanlar da bu hayranlık ve kıskançlık duyanlar arasında. Bizde salgın ciddi değil ya “O halde o kadar aşıya da ihtiyacınız yoktur. Aşılarımızın satışında salgın sorunu daha ciddi ülkelere öncelik verelim” demişler. Yani icat ettikleri ilaçları göndermeme gibi bir niyet göstermişler. Biz de hop yeni tanım çıkarmışız ve ülkemizi salgının yayılmasında Avrupa birincisi mi üçüncüsü mü bir yerlere oturtmuşuz. Yani önceki istatistikleri “Nereden biliyorsunuz” diye tartmadığımız için ayıp olmuş. Bu kadar ciddi bir konuda bunu yaparsak benim durup dururken “Nereden biliyorsun?” diye sorma konusuna nereden geldiğimi anlarsınız. Şimdi hanım “Yemek saati geldi neredesin?” diye feryadına bile “Nereden biliyorsun yemek saatinin geldiğini?” diye tepki veriyorum.

Bu yazımda kahinlik yapmaya çalışacağım. Daha doğrusu bir kehanet çalışmasına başlayacağım. Aklımın erdiğince COVID-Resesyon sarmalı sonrasına bir bakacağım. Sizde aşağıda söyleyeceklerimi “Nereden biliyorsun” diye sorgulayabilirsiniz. Verileri McKinsey Şirketinin Eylül ayında yaptığı bir araştırmadan aldım. Araştırmada Türkiye’ye özel bir bölüm yok. Türkiye ile ilgili tahminleri araştırma ve yerli ve yabancı basında ülkemizle ilgili basın haberlerini sentezleyerek ben yaptım. Günahı boynuma. Siz öyle düşünmüyorsanız kendi tahminlerinizi yürütebilirsiniz. Günahı sizin boynunuza.

Öncelikle krizin sonunu tanımlamakta bazı güçlüklerim var. Siz bu güçlüklerden sıkıntı çekmiyor veya bunları aştınızsa bana haber verin. Ne zaman bu kriz bitti diyeceğiz bir tanım ortalarda yok. Hemen “Eyvah hoca tanım takıntısına girdi. Şimdi yazar da yazar” diye telaşlanmayın. Sadece birkaç sorum var. Cehaletimi affedin ama benim bildiğim bir hastalığın aşısının bulunması mücadelenin bir adımı. Söz gelimi aşı bulundu diyelim ve diyelim ki satın alma, nakliye, saklama, depolama, dağıtım ve kullanımla ilgili sorunlar aşıldı. Herkes veya hemen hemen herkes aşılandı. Benim bildiğim aşı hastalığa direnci arttırır. Ancak epideminin yayılma hızına bakarsanız bu aşı bizim evlere gelene kadar ortada hastalığı kapmayan kimse kalmayacak. Yani bize aşı yetmez bir de tedavi lazım. Ondan bir haber yok. Hem bir aşı hem de bir tedavi bulunana kadar neye göre pandemi bitti denilecek? Ben bilmiyorum. Hem aşı hem de tedavinin bulunması da krizi bir müddet tam çözmeyecek. Ekonomik durgunluğu pandemi mi tetikledi başka şeyler mi bilmem ama bir de ekonomik kriz var. Pandeminin aşı ve tedavisinin bulunmasıyla ekonomik sıkıntılar da ortadan kalkacak demek oldukça iyimser bir tahmin olduğu açık. Yanı pandemi bitince ekonomik kriz de pat diye bitmeyecek. Neyse siz kendinize göre sarmal (ekonomik-pandemik) krizin sonunun bir tanımını yapıp bu yazıyı ona göre okuyunuz. Kriz bitti demek ne demek?

Kriz sonunda ekonomilerin genel durumu nasıl olacak? sorusuna cevaplar genellikle olumsuz. COVID-19 sonrası ekonomiler kendilerini 2-3 ayda toparlarlar ve de bu sıkıntıdan eskisinden güçlü bir biçimde çıkar diye düşünenler Çin ve Hindistan’da %58 ABD’de %39. Bu rakamlar Avrupa’da %14-17 arası. Görüldüğü gibi Avrupa ülkeleri bu kadar iyimser değiller.

Ekonomideki kötü gidişatın en az 6-12 ay kadar süreceğini ve sonraki düzelmenin çok yavaş olacağını söyleyenler ABD de %45, Çin’de %38, Hindistan’da %45 iken Avrupa’da %45-47 arası. Avrupalı tüketiciler anlaşılan işlerin öyle kolay kolay düzeleceğine inanmıyorlar.

Ekonomilerin eski düzeylerine gelemeyeceklerine ve resesyonun uzun süre devam edeceğine inanlar ABD de %17, Çin’de %4, Hindistan’da %10 iken Avrupa’da %42-17 arası. Bu gurupta en kötümserler İspanyollar (%42) ve İngilizler (%37)

Görüldüğü gibi dünya ekonomilerinin Covid-19 sonrası düzelip düzelmeyeceği ve düzelirse hangi hızla ne kadar düzeleceği konusundaki tahminler çok iyimser değil. Bu konuda ben Türkiye dışındakilerden kötümser olanlara katılıyorum. Bunun esas nedeni sarmal krizle mücadelemiz maalesef kötü huylarımızdan günü kurtarmaya yönelik yürütüldüğünden önümüzdeki kısa ve orta vadede sorunlarımızı ciddileşerek artacağını düşünmem.

Şimdi bana veya bana katılıyorsanız kendinize sormalısınız “Nereden biliyorsun” veya “Nereden biliyorum?” diye. Öyle ya bu tahminlere göre önlemler almamız gerekecek. İyi kötü bir planlama yapacağız herhalde.

Benim kötümser olmamın birkaç nedeni var. En başta ülkemiz bu sarmal krize hazırlıksız yakalandı. Daha doğrusu göz göre göre yakalandı. Ekonomimizin tehlike çanları çaldığı epeydir çalıyor. Bu konu sakız gibi çiğnene çiğnene neredeyse ilginç olmaktan çıktı. Türkiye tedbirler alacağına adeta seçim ekonomisi politikaları güttü. Sağlık krizine tepkimiz farklı olmadı. Yayınlanan istatistiklere, tedbir-tedavi uygulamalarına akıl erdirebiliyorsanız bravo size. Paramızın değer kaybettiğinden rahatsız olduğumuzdan önlemeye çalıştık ve bol bol kredi dağıttık! Dünyada salgının yayılmasını önler gibi olan ülkeler evlerine kapanırlarken biz akla gelen hatta gelmeyecek konularda mitingler yaptık.

Neyse haftaya sizlere araştırmanın diğer bulgularından yararlanarak yaptığım tahminleri paylaşacağım. Bu bulguların çoğu tüketicilerin davranışlarında beklenen önemli değişiklikler. Tüketicilerin daha ekonomik satın alma seçenekleri araması, yeni dijital satın-alma seçeneklerinin popülerliğinin artması, tüketici satın alma kararlarında şimdiye kadar ağırlığı fazla olmayan faktörlerin önemlerinin artması, büyük markaların küçük markalar karşısında güç kaybetmesi, tüketicilerin evde kalma sürelerinin ve evde üretilen ürünlerin çeşit ve miktarlarının artması bazı başlıklar.

Sağlıcakla kalın.

Tüm yazılarını göster