2023 gelince ortalığı bir dizi CEO anketi sardı. Finans devi JP Morgan’da bir CEO anketi yayımladı. Buna göre 2022 başında şirket tepe yöneticilerinin yüzde 34’ü iyimserken, 2023 başında yalnızca yüzde 8’i yeni yıl için iyimser. Ankete katılanların yüzde 65’i ekonomide bir yavaşlama beklentisi içinde bu çerçevede bakarsanız.
Genel olarak ekonomik gidişat konusunda kötümserlik hakimken, iş CEO’ların kendi şirketlerinin 2023 performansına gelince vaziyet değişiyor. Yöneticilerin yüzde 51’i şirketlerinin karlılığının artacağı kanaatinde, 2022 yılında şirket karlarında artış bekleyenlerin oranı yüzde 67. Ancak 2023 için iyimser olan yüzde 8 iken, şirket karlarında artış bekleyenlerin oranının yüzde 51 olduğuna dikkatinizi çekeyim.
İşte Amerikan Ticaret Odası Başkanı Suzanne Clarke bu durumu “ikinci elden kötümserlik” olarak niteliyordu Ocak ayının 12’sinde. Ne demek? Şirketlerin bilançoları konusunda herkes aslında iyimser ama ekonominin genel olarak gidişatı konusunda kötümser. Neden ikinci elden? 2023 yılında hadise Amerika’da Vaşington’un, Türkiye’de Ankara’nın ekonomiyi ne kadar iyi yöneteceğine yakından bağlı. Siyasetin önceliğinin şimdiki kayıkçı kavgasından ekonominin acil meselelerine ne kadar hızlı intibak edeceği ile ilgili. Suzanne Clark’ın ilgili konuşmasına bakın isterseniz.
Ne diyor? Şirketlerin bilançolarının bugün için iyi olması, idarenin üstüne düşeni yapıp yapamayacağı belli değilken bir anlam ifade etmez. Kamu yapması gerekenleri yapmaz ya da yapamazsa o vakit özel sektörün işini yapıyor olması bir anlam ifade etmez. Siyaset çukur kazmakta ısrarlı olursa, şirketlerin işleri de kötüye gider. “Devletin bilançosu kötüyse, bizim bilançomuz iyi olamaz” demek ikinci el kötümserlik aslında.
Doğrusu Türkiye’de 2001 krizi tam da böyle bir ortamda olmuştu. Şirketlerin işleri iyiyken, bankaların devlet iç borçlanma senedi portföyleri patlamıştı. O vakit devletin bütçesi kötüyken özel sektörün performansının iyi olamayacağını çok iyi ezberlemiştik. Hatırlarım.
Geçen gün Davos’ta Suudi Dışişleri Bakanı durumu veciz bir biçimde ifade etti: “Pakistan, Mısır ve Türkiye gibi zor durumdaki ülkelere destek oluyoruz” dedi. Destek dediği 5 milyar dolar ise, o bizim dişimizin kovuğuna bile gitmez elbette. Ancak şimdilerde “şükür bugün de patlamadı” diye sevinerek vaziyeti idare ettiğimize göre, bugünü de bu sayede kurtarmamıza faydası olur tabii ki. Artık bu desteğin ne karşılığında olduğunu da herhalde seçim sonu öğreniriz. Değer miymiş değmez miymiş, ortada el açıp dolaşmak, o gün ayrıntılı konuşuruz.
Herkesin umudu doğrusu seçimin hemen ardından bugünkü taşlı tarladan normal şoseye dönüşte. Öyle de olsa böyle de olsa başka yol yok. İkinci el kötümserlik neden? Taşlı tarladan şoseye ne kadar çabuk çıkabileceğimiz konusunda rivayet muhtelif seçimden sonra. Mevcut idare için politika kredibilitesi inşa etmek, yeni idare için olduğundan daha zor elbette. Ama ondan sonra vaziyet aslında 2001 kadar kötü değil. O gün bankaların bir bölümü batmıştı. Şimdi durum daha iyi duruyor. O gün bir takım şirketler hasarlı bilançolara sahipti, şimdi durum daha iyi duruyor. O gün kamu borç stokunun vadesi aylarla ölçülüyordu, şimdi yıllarla ölçülüyor.
2001’e göre kötü olan tek gösterge hayat pahalılığındaki hızlı artış. Pirzolanın karne hediyesi olduğu, kamu görevlilerinin artan geçim maliyeti nedeniyle büyük kentlerden kaçmak için araya torpil koyduğu bir dönemi doğrusu ben hiç görmedim tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak. Zorunlu Şark hizmetini bilirdik ama zorunlu Garp hizmeti dönemini hiç hatırlamıyorum doğrusu. Ülkenin metrekare maliyeti en pahalı, en mutena semtlerinde kamu hizmetlerinin kalitesinin süratle taban yapmakta olduğu bir süreci yaşıyoruz. Bakın bu daha önce hiç olmamıştı. İlk oluyor.
Peki, ikinci el kötümserlik için bir neden var mı? Doğrusu ben seçimden sonra süratle Gümrük Birliği Modernizasyonu sürecine odaklanılabilirse, ikinci el kötümserlik için ciddi bir neden olmayacağını düşünüyorum. Neden? Öncelikle Türk sanayiinin bugünkü kuvvetini, Türkiye’nin 1990’dan bugüne yapısal dönüşümünü öncelikle ve özellikle Gümrük Birliği düzenlemesine borçluyuz.
Şimdi Gümrük Birliği Modernizasyonu, Türkiye ekonomisinin hazır bir dekarbonizasyon ve dijitalizasyon programını benimsemesi anlamına geliyor aslında. Türkiye’nin bugünden en son Almanya’da kabul edilen “değer zincirlerini iyi işletmek için gereken çabayı gösterme” (due diligence) yasalarına nasıl uyacağını düşünmeye başlaması zaten gerekiyor. Dışa zaten açık olan şirketlerimiz iş ortaklarından zaten “karbon ayak izi”, “su ayak izi”ni soruşturan mektuplar alıyorlar. Yakında AB’nin kendi “due diligence” yasasını da göreceğiz.
Hal böyleyken Türkiye’nin henüz Gümrük Birliği Modernizasyonu’nun iktisadi etkilerine ilişkin rakamsal bir değerlendirme çerçevesi yok. Nasıl yok? En son 2014 yılında Gümrük Birliği Modernizasyonu’nun ekonomik etkileri için Dünya Bankası bir çalışma yapmıştı. Ama o vakit daha “Avrupa Tek Pazarı” söz konusuydu. Şimdi artık “Avrupa Dijital Tek Pazarı” var. Nedir? Ticaretin omurgası değişti, işlemler artık dijitalleşti. Veri paylaşımı düzenlemeleri ve kişisel verilerin korunması öne çıktı. Bunlar olmayınca işlem yapmanın imkânsız olduğu bir yeni dünyadayız.
2014 yılında Avrupa Yeşil Mutabakatı yoktu. Karbon ayak izi, su ayak izi, atık yönetimi ile ilgili bir değerlendirme çerçevesi ve Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM) düzenlemesi daha yoktu. Bugün birkaç sektör üzerinde başlayacak uygulama sonuçta değer zinciri bazında uygulanacak. Üç tane dışa açık büyük şirketin değil, onların yurt içindeki değer zincirlerinde de uyumlaştırma önem taşıyor.
Bu yeni şartlarla Gümrük Birliği Modernizasyonu ile ilgili hesapları süratle yenilemek gerekiyor doğal olarak. Aksi takdirde bu süreçte Türkiye’nin işler bir pazarlık parametresi olmayacak. İlk aşamada yapılacak işlerden biri herhalde bu olmalı. Bu ilk nokta.
Ancak bu tür bir etki değerlendirmesi çalışmasını Türkiye’nin sağlıklı bir biçimde yapabilmesi için yeşil ve dijital dönüşüm sürecine Türkiye’nin hangi sektörlerde ne tür değişiklikleri yaparak intibak edeceğine de kapsamlı bir biçimde karar vermeye başlaması gerekecek. Dönüşüm sürecinde ne tür teknolojik sıçramalarla hangi sektörlerde ne yapacağımıza odaklı bir sanayi politikası çerçevesi olmadan “Gümrük Birliği Modernizasyonu Etki Çalışması” yalnızca mevcuda odaklı intibak etmemenin maliyetini gösteren bir çalışma olarak kalır. Halbuki bu dönem aynı zamanda geniş fırsatlar dönemi.
Üçüncü olarak ise, yeşil finansman sürecini yakından takip etmekte fayda var. Öyle anlaşılıyor ki, “karbon ayak izi, su ayak izi ve atık yönetimi” performansına odaklı yeni risk ve performans değerlendirmesi sistemi yalnızca küresel değer zincirlerini yeniden yapılandırmayacak, uluslararası finansal sistemde de kahverengi projelerden yeşil projelere doğru ciddi bir portföy kaymasına da yol açacak. Bu portföy kaymasına hazır projelerle başlangıçta intibak etmeye çalışanlar yaptıkları işin faydasını daha düşük finansman maliyeti ile çabucak toplayabilecekler.
Bu nedir? Enerji dönüşümünden, sektörel dönüşüme bizi nelerin beklediği konusuna bir an önce odaklanmakta fayda var. Geçiş döneminin başına yetişmek bu kez faydalı. Hele bir sistem otursun diye bekleyenler geri kalacaklar. Ayrıca bu hazırlıklara girişmeden Gümrük Birliği Modernizasyonu ile ilgili kapsamlı bir etki değerlendirmesi tasarlayabilmekte çok zor olacak.
Şimdi bunları alt alta koyunca, memleketin nerede olduğuna bakınca doğrusu ben ikinci el kötümserlik kavramını daha iyi anlıyorum. Özel sektör ağzıyla kuş tutsa da böyle bir dönüşümü kendisi gerçekleştiremez. Ülkenin bir bütün olarak dönüşüme hazırlanması önemli ve burada siyasete önemli bir rol düşüyor.
Peki, siyaset kendinden beklenen liderliği doğru adımlar atarak süratle gündeme getirebilir mi? Düşünün şimdi önce çukur kazmayı bırakacaklar ve taşlı tarladan şoseye, normal yola daha fazla hasar görmeden çıkacağız.
Sonra ileriye yönelik “2030’da termik santral yatırımı” benzeri komikliklerden vazgeçeceğiz. Hakiki projelere odaklanacağız.
Türk sanayiinde nasıl bir dönüşümü hedeflediğimizi sektör sektör, ürün ürün belirleyeceğiz. Bu yolla yeniden yapılanan küresel değer zincirlerinin hangilerine Türkiye’yi nasıl hazırlayacağımıza da karar vereceğiz.
Ondan sonra Gümrük Birliği Modernizasyonu ile ilgili kapsamlı bir etki değerlendirmesi çerçevesi hazırlayacağız.
Peki, bütün bunlar olmadan Türkiye 2030’da, 2050’de ne olmak istediğine karar vermeden yapılacak etki değerlendirmesinin manası olur mu? Olmaz.
Çok işimiz var çok. Böyle bakınca ben memleketin iyi bir geçiş süreci yönetimi dönemine ihtiyacı olduğuna daha da çok ikna oluyorum. Bütün bu geçişin adil bir biçimde olabilmesi için sağlıklı bir yönetişim mekanizması olmadan bu iş olur mu? Olmaz.
Bu çukurun dibine kerameti kendinden menkul, yeterince tartışılmamış ama tek taraflı olarak uygulamaya konmuş ham fikirlerle geldik. Şimdi bu çukurdan meşveret olmadan çıkılmaz bana sorarsanız. Çukurun maliyeti bir kesimin üzerine tartışılmadan yıkılamaz. Osmanlı dönemindeki gibi bir tür Meşveret Meclisi olmadan yeşil ve dijital mutabakatın geçiş dönemi yönetilemez.
Doğrusu ben Ekonomik ve Sosyal Konsey sağlıklı işletilmeden adil bir geçiş döneminin tasarlanmayacağı kanaatindeyim. Şimdiden ifade etmiş olayım. 1995’ten beri beceremediğimizi bu kez yine beceremezsek bu iş olmaz.