Geçen hafta sizlerle paylaşmıştım. Lider olma aşkına kapıldım kapılalı bu konudaki literatürü takip ederek beni en kısa yoldan lider yapacak önerilerin bulunduğu kaynakları aradığımı ve en sonunda başarısı ispatlanmış bir kaynak bulduğumu sandığımı yazdığımı hatırlayacaksınız. Kaynak liderlerden sizin Adolf Hitler diye tanıdığınız Adolf Schicklgrube’i lider yapan el kitabı. Bu kitabı Schicklgruber’in yakın dostu Dr. Paul Joseph Goebbels yazmış.
Günümüzün liderlerine bir baktım çoğu bu kitabı adeta ezberlemiş. Yani kitaptaki önerilerin ispatlanmış başarıları! Var. Var ama kitabı irdeledikten sonra benim liderlik ümitlerim ciddi bir darbe yedi. Liderlere yapılan tavsiyeleri iyice okuduktan sonra farkına vardım ki bu herkesin işi değil. Hele benim hiç değil.
Sizler de “Yaşasın Dr. Ataç lider nasıl olunurun sırrını çözmüş ben de lider olacağım diyerek ortaya atlamayın. Ben tavsiyeleri inceledikten sonra bu işin o kadar da kolay olmadığına karar verdim. Anladım ki herkes lider olamazmış. Goebbels’in kitabındaki tavsiyeleri uygulayarak lider olabilmek için tavsiye edilen hasletlerin! Lider adayında zaten bir miktar bulunması gerekirmiş. Bu vasıflar sizde yoksa ne kadar kitap okusanız kolay kolay lider falan olamazsınız.
Hatırlayacaksınız kitabın ilk tavsiyesi “Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin şeklindeydi. İkinci öneri “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar. Bunun sonucu insanlara yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunurlar” şeklindeydi. Acele ve heyecanla öneriler doğrultusunda ilk yazımın başlığını ‘Nobel’i nasıl Kaçırdım’ diye atacaktım.” Gelgelelim, ne zaman yalan söylemeye kalksam rahmetli annemden yalan yüzünden yediğim muhteşem sopa gelir. Yalan söylediğim belli olur. Yüzüme gözüme bulaştırırım. Yani farkına vardım ki bu öneriyi uygulamak için bir insanın yalan söylemeye alışkın olması lazımdır. Ben değilim.
Rahmetli pederin tayini Van’ın Erciş kazasına çıktığında iki-üç yaşındaydım. O sıralar babamın görev yaptığı garnizonda atlar var. Ben yalvar yakar babamın emir-erinden beni at bindirmesini ayarladım. Tabii beklenen oldu. Attan düştüm. Sağım solum yara bere eve geldim. Annem gerekli pansumanı yaptıktan sonra hem bana hem de suç ortağım emir erine tembih etti “Bir daha at binmek yok” dedi. Paparanın ağırını fukara emir eri yedi. Güya bana göz kulak olacaktı falan.
Bir müddet sonra ben yine yalvar yakar emir erini razı ettim, yine at bindim ve yine düştüm. Yine ev, yine annemden bir pansuman. Pansuman bittikten sonra annem sakin bir şekilde “Sen at mı bindin?” diye sordu. Doğruyu söylesem yalnız benim değil emir erinin de başı belaya girecek. “Hayır” dedim. Annem “Yalan mı söylüyorsun?” diye sakince sordu. Rahmetli o kadar sakin soruyor ki kendi kendime “hadi atlattık” diyorum. Ben bu sukunetten cesaretle yine “Hayır” demeye başladım ama bitiremedim.
Yer misin? Yemez misin? Bir sopa bir sopa evlerden dışarı. Yorulmasa dayak bitmeyecek. Hem sopa yiyorum hem de düşünüyorum “Yalan söylediğimi nereden anladı?” diye. Cehalet işte at binen adam at bindiğini hamama gitmeden ve üst değiştirmeden inkâr edemez çünkü üstünüze felaket bir at kokusu siner. Annem de koklamış elbette. Neyse işin özeti ben ne zaman yalan söylemeye kalksam aklıma rahmetli annemin sopası burnuma at kokusu gelir. Onun için Schicklgruber’in bu önerisi bana pek uygun düşmedi.
Goebbels’in kitabındaki tavsiyeleri uygulayarak lider olabilmek için bazı hasletlerin! Lider adayında zaten bir miktar bulunması gerekirmiş derken bunu kast ediyordum. Bu şimdi ortalarda gördüğümüz, Schicklgruber’in önerilerini uyguladıkları apaçık ortada olan ve popülist liderler diye bilinen liderler bu günkü utanç verici hallerine, insanı şaşırtan medeni ilkelere ters laflarına anti-demokratik eylemlerine, saçmalamalarına, yalancılıklarına Schicklgruber’in kitabını okuduktan sonra başlamadılar. Zaten ya yatkınlıkları varmış ya da aynen öylelermiş. Sadece ellerine fırsat geçmemiş. Demek ki geçmişlerinde bir at binmek ve anneme bu konuda hesap vermek gibi bir deneyimleri olmamış.
Şimdi şöyle hayali bir senaryo düşünelim. Size bir lider lazım. Yani ya ortada bir boşluk var onu dolduracaksınız veya örgütünüzü yeni bir lider altında yöneteceksiniz. Ortada böyle biri de yok. Dolayısıyla bir lider ‘üretmeye’ karar verdiniz. Elinizde bir lider nasıl üretilir yani, ‘bu iş nasıl yapılır anlatan bir de el kitabı var.
Şimdi size bir öğrenci lazım. Şimdilerde öğrenciler yazılı ve sözlü sınavlar aracılığı ile bulunuyor. Gelgelelim liderlik konusunda bunu yapması kolay değil. Gazeteye ilan mı vereceksiniz? Ne diyeceksiniz? Söz gelimi “Örgütümüzü yönetmek için eğitilecek lider adayları aranıyor” diye manşet mi atacaksınız. Bu birkaç açıdan saçma. Büyük olasılık bu işi böyle alenen yapmak istemezsiniz. Mevlâna kapısı değil ki bu. Lider olmak isteyen her hevesliye açık olsun. Birde seçilecek adaylarda bazı özellikler arayacaksınız. Söz gelimi, beni kabul etmeyeceksiniz. Neden mi? Benden liderlik öğrencisi, hele hele Goebbels’in kitabından öğrenip de uygulayacak öğrenci olmaz. Bir kere yalan söyleyemiyorum. Size yalan söyleyecek biri gerekiyor.
Goebbels “Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar. Bunun sonucu insanlara yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunurlar” diyor ben yalan söyleyemem ki. Annem aklıma gelir. Size lider olarak eğitmek için yalan söylediği için annesinden dayak yememiş biri lazım.
Goebbels onunla da kalmıyor “Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır. Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır” diyor. Ben bırakın büyük yalanı küçük yalanı bile doğru dürüst beceremem. Lider adayınız küçük büyük ayırt etmeden rahatlıkla yalan söyleyebilmeli. O da ben değilim.
Bence lider: “Hedefini anlatmak ve takipçilerini hedefe ulaşmak için mücadele vermeye ikna etmek için yalan söylemeye gerek duymayan ve söylemeyen kişidir.
Goebbels’in ikinci önerisi: Takipçilerinizi her zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin” şeklinde. Goebbels ile bu konuda da hemfikir değiliz. Her Allah’ın günü yeni bir konu açıp gündem değiştirerek takipçileri devamlı ‘kavga’ havasında tutmak gündemi olmayan insanlara hastır. Açık bir hedefi bulunan liderin takipçilerini motive etmek için gündem değiştirmeye, içi boş tartışmalar açmaya ihtiyacı yoktur.
Bence lider: “Amaç ve amaca ulaşım yolları konularında odaklanan, hedef saptırmayan ve konuyu dağıtmadan basit ilkelere indirgeyen kişidir”
Goebbels benim iş hayatımda en sinir olduğum bir davranış biçimini de lider olmak için gereken öneriler listesine almış. Tavsiyesi “Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin. Asla kabahat ve suç üstlenmeyin. Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.” Kendime şiar edindiğim, elemanlarıma mutlaka uymalarını önerdiğim tanım hatasını kabul etmemek ve tamir için elinden geleni yapmaktan kaçınmayan kişi gururlu, haysiyetli kişidir tanımıdır. Yani,
Bence lider: Sadece kendi kusur ve hatalarını değil elemanlarının kusur ve hatalarını da kabullenerek inceleyen ve bunlardan öğrenilmesini sağlayan kişidir.
Goebbels Asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin ve kendinizden başka birine hareket alanı bırakmayın diyor. Bu da pek katılamayacağım bir öneri. Yöneticilik kariyerim boyunca rakiplerimizin neyi bizden daha iyi yaptıklarını hem kendim hem de elemanlarım için bir öğrenme vesilesi yapmaya çalıştım. Yani,
Bence lider: Rakiplerinin olumlu ve olumsuz eylemlerini irdeleyerek bunları kişiler ve örgüt için öğrenme vesilesi yapan kişidir
Diğer öneriler arasında örgütlerde yargı işlevinin örgütün efendisi değil, politikasının hizmetkârı olmalıdır yönünde bir tanesi var ki evlere şenlik. Örgütlerdeki yargının hiçbir şeyin efendisi olmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Yargı kurallara göre adalet ve ‘insaf’ sağlamakla mükelleftir.
Bence lider: Adaleti kurallara uyumsuzluğu takip ve tanımlayarak sağlayan kişidir.
Goebbels her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun diyor. Defalarca yazdım. Bırakınız etrafınızı yalakalarla doldurmayı, tam tersine size “Hadi oradan” diyecek kişilerle doldurmalısınız.
Bence lider: Etrafını duymayı istediği şeyleri ona söyleyecek kişiler yerine duymayı istemedeki şeyleri söyleyebilecek bilgi, tecrübe ve cesarete sahip kişilerle dolduran kişidir.
Geriye kalan dört öneride benim hayat boyu mücadele ettiğim şeyler:
1. İletişimin (medyanın) kontrolü ve vicdansızlaştırılması muhataplarının (halkın) bilinçsizleşmesine yol açar. Bilinçsiz insanlar daha kolay kandırılır.
2. Liderin bilgi, beceri, karakteri ve deneyimi prestij ve karizmasına oranla daha az önemlidir.
3. İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır.
4. Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Kitlelere hitap etmelidir çünkü onları kandırmak çok kolaydır.”
Sizin anlayacağınız kitabı, yani önerilerini, önerilerini uygulayan liderlerin karnelerini inceledim. Birde ak saçlı şahsıma baktım. Hiçbir öneriyi kendime yakıştıramadım. Onun için açıklıyorum liderlik sevdamdan vazgeçtim Nobel ödülünü kaçırdığım da doğru değildir. Siz de böyle lider olacağınıza olmayıverin, olanlara da kanmayın. Bu tavsiyelere uyarak lider olan veya kendini lider sananların ellerine güç geçince bu gücü liderliğini yaptığı toplulukların menfaatine değil onu lider sananların lehine suiistimal edecekleri adeta garantidir.
Ve de…
Sağlıcakla kalın