2018-2019 krizine giden süreçte temel kırılganlığımız finans sektörü dışındaki şirketlerin döviz cinsinden borçlarının döviz cinsinden alacaklarına kıyasla (döviz açık pozisyonu) çok fazla olmasıydı. Aradaki fark Ocak 2018’de 221 milyar dolardı. Bu borçların bir kısmının yenilenmesinde sorunlar çıkacağını ima eden gelişmeler –en başta da Trump’ın münasebetsiz tweetleri- Temmuz ve Ağustos 2018’de döviz kurunu sıçrattı ve şirketler kesimimizi zor durumda bıraktı. Sonrasını biliyorsunuz: Ekonomi daraldı. GSYH 2018 ikinci çeyrekteki düzeyine ancak altı çeyrek sonra dönebildi. İstihdam ise bir daha belini doğrultamadı. Bu süreçte hem dış kaynak teminindeki sıkıntılar hem de döviz geliri olmayan şirketlerin döviz cinsinden borçlanmalarının zorlaştırılması finans kesimi dışındaki şirketlerin döviz açık pozisyonunu düşürdü: TCMB verilerine göre açık pozisyon Şubat 2021’de 155 milyar dolara indi. Böylelikle, üç yıllık bir sürede 68 milyar dolarlık bir iyileşme gerçekleşti. Gerçekleşme nedeni ne olursa olsun, oldukça olumlu bir gelişme bu.
Ancak -ne yazık ki yine bir ‘ancak’ daha- resmin tümüne bakınca farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Şu: 2018-2019 krizinden önceki temel kırılganlığımız biçim değiştirerek sürüyor. Evet, finans dışı şirketler kesiminin döviz açık pozisyonu belirgin biçimde azaldı ama kamunun döviz açık pozisyonu daha fazla arttı. Kısacası, açık pozisyon sadece kılık değiştirdi; sürüyor. Ayrıntılı bir hesaplama Sayın Kerim Rota’nın Para Analiz’deki yazısında var. Buna göre, TCMB dahil kamunun döviz açık pozisyonu aynı dönemde 131 milyar dolar artmış vaziyette. Hane halkının döviz varlıklarındaki yükseliş dikkate alındığında, Türkiye’nin döviz açık pozisyonundaki artış sınırlı kalıyor ama sonuçta düşmüyor. Üstelik GSYH dolar cinsinden düştüğü için, GSYH’ye oranla açık pozisyonda yine de azımsanmayacak bir artış ortaya çıkıyor.
Açık pozisyonlar (verisi olan) döviz cinsinden borçlar ve varlıklar dikkate alınarak hesaplanıyor. Açık pozisyon yerine sadece dış borç dikkate alındığında da benzer bir tablo ortaya çıkıyor. Ocak 2018 itibariyle bir yıllık bir dönemde ödenmesi gereken dış borç 2017 GSYH’sinin %21.5’i idi. Şubat 2021’de ise 2020 GSYH’sinin %26.8’ine yükseldi bu değer. Ya da yerleşik olmayanlarla aramızdaki borç alacak ilişkisini dikkate alan net uluslararası yatırım pozisyonuna bakalım. GSYH’ye oranla yerleşik olmayanlara borçlarımız ile alacaklarımız arasındaki fark 2007’de %45.9, 2017’de %53.8, iken 2020 sonunda %56.4.
Liranın reel olarak değer yitirmesi (belirleyici diğer unsurlar aynı kalmak üzere) evet ihracatı artırıcı bir gelişme ama temel kırılganlığımız dikkate alındığında bu gelişmeden hoşlanmamamız gerekiyor. Hele reel değer kaybı yaşanıyorken riskimiz de yükseliyorsa.