Üç yanı denizlerle çevrili şahane ülkeden su fakiri memlekete nasıl dönüştük? Buna, “Ne oldum değil ne olacağım diyeceksin” derler...
Her gün barajlardaki su seviyesine ilişkin dehşet haberleri okuyoruz. İstanbul’un 80 günlük su rezervi kalmış. Su seviyesi son 10 yılın en düşük seviyesinde. Su, yalnızca İstanbul’un sorunu değil, Türkiye’nin neredeyse her yerinde sorun biraz az biraz çok mevcut.
Küresel endekse göre kişi başına düşen yıllık su miktarı 1000 m3’ten az olan ülkeye su fakiri deniyor; 1000-2000 m3 arasında olanlar su azlığı çeken kategorisine giriyor ki, biz bu kümedeyiz. 8-10 bin m3 üzerindeyse ülke su zengini sayılıyor. Burada olan ülke var mı diye merak ederseniz, Kanada diyebilirim.
Türkiye İstatistik Kurumu’na göre 2030’da Türkiye nüfusu 100 milyona ulaşacak. Su, bugün nüfusa yetmezken çocuklarımıza nasıl bir gelecek bırakacağız? Bunun gibi sosyal konulara kafa yormanın vatandaşlık görevimiz olduğunu düşünüyorum. Sorunlar kadar çözümler üzerinde durmamız gerekiyor.
Çözüm sandığımızdan daha yakın; kendimizde, ailemizde, içinde bulunduğumuz topluluğumuzda… Bir iki küçük örnekle hayal satmadığımı göreceksiniz; bir adet musluktan saniyede akan 1 damla suyun yılda 3 bin 500 litre boşa akmış su olduğunu düşünebiliyor musunuz? Dört kişilik bir ailenin ufak tefek önlemleri hayatına adapte ettiği takdirde yılda 150 ton su israfının önüne geçtiğini söylesem... 80 milyon Türkiye’de diyelim 20 milyon hane var; 3 milyar m3 gibi bir rakam, az mı!...
Şimdi şaşıracağınız bir bilgi vereceğim, küçük çözüm büyük sorun kategorisinde. Siz değerlendirin, yapacaklarınızın ne kadar büyük olduğunu göreceksiniz. 2020 başından bu yana dünyayı etkisi altına alan COVID-19’un kötülüklerinden biri de su rezervlerini harcamak! Virüsten korunmak için gün içinde sayısız kere yıkadığımız eller, eve soktuğumuz her meyve sebze tanesi ve paketi temizlemek için harcadığımız su, limitleri zorluyor. Zaten bilinçsizce kullandığımız suyu şimdi gürül gürül akıtıyoruz. Çözüm, bilinçli su tüketimi.
Son zamanlarda bu konuyla ilgili ne bulursam okumaya dikkat ediyorum. Gözümü açan akademisyenlerden biri Doç. Dr. Nurdan Yıldırım. Yıldırım, Yaşar Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölüm Başkanı… Su ve enerji kaynakları üzerine değerli çalışmaları bulunuyor. Bu söyleşiyi youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.
Yaprak Özer: Su tüketiminde geldiğimiz noktayı mukayeseli ölçebiliyor musunuz?
Nurdan Yıldırım: Yaptığımız araştırmalarda İstanbul’daki temmuz ayı verilerinde su tüketiminde yüzde 30 artış olduğunu gördük. İller bazında göre değişiklik arz ediyor. Ciddi bir artış söz konusu. Evlerimizde de su faturalarımıza baktığımızda görebiliyoruz. Benim için de yüzde 30-40’larda bir artış var.
Biz toplum olarak verimlilik konusunda zayıfız. Dikkat eden kişilerimiz muhakkak var, ama genele baktığımızda israf eden bir toplumuz. Rakamlar da söylüyor…
Dünyanın büyük bir çoğunluğu su kütlesi… Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili… Hiçbir tereddüt duymadan rahatlıkla kullanabiliriz bilgisi veya hissiyatı var ki, çok yanlış… Dünyadaki su kaynaklarının sadece yüzde 2,5’ini tatlı su oluşturuyor. Bunların içilebilir kullanılabilir seviyesi binde 3… Dünya genelinde suyumuz son derece kısıtlı… Ülkemize baktığımızda su zengini bir ülke değiliz…
Yaprak Özer: Oysa kendimizi su zengini sanıyoruz.
Nurdan Yıldırım: Hemen birkaç rakam aktarayım bu konuda, ülkelerin su zenginliğine, kaynaklarına göre değişik sınıflandırma çalışmaları var literatürde… Bunlardan en yaygın kullanılanı da 1989 yılında İsveçli bir su uzmanının yaptığı çalışma… Ülkelerin toplam kullanılabilir su potansiyelini nüfusa oranlayarak, kişi başına toplam su potansiyeliyle ülkeleri sınıflandırarak endeks oluşturmuş… Kişi başına düşen yıllık su miktarı 1000 m3’ten az ise, su fakiri olarak adlandırılıyor o ülke, 1000 - 2000 m3 arasında ise su azlığı çeken, 8 bin-10 bin m3 üzerindeyse de su zenginliği diye bir sınıflandırma var. 2019 yılına ait bir örnek Kanada’da kişi başına yıllık 77. 201 m3 su düşüyormuş. Cezayir’de bu 275 m3, ülkemizde ise bin 347 metreküp. Biz fakir değiliz, su azlığı çeken bir ülkeyiz. Bir başka çarpıcı bilgi; su tüketimini en çok arttıran şeylerden birisi pandemi, diğer taraftan da nüfus. Artan nüfusla birlikte su ihtiyacımız da artıyor. 2007’de yayınlanan bir rapor son yüzyıl içinde dünya nüfusunun 3 kat, su kaynaklarına olan talebin 7 kat arttığını gösteriyor.
Suya olan ihtiyaç gün gün artıyor. Türkiye İstatistik Kurumu 2030 yılında ülkemizin 100 milyon nüfusa ulaşacağını öngörmüş… Şimdi halen yaklaşık 1519 m3 bir su potansiyelimiz var, artan nüfusla 2030 yılında 1120 m3/yıla düşmesi bekleniyor kişi başına. Su fakirliğine doğru bir gidişattayız. Acilen önlem almayız.
Yaprak Özer: Daha alarm verici bir şey söyleyemezdiniz.
Nurdan Yıldırım: Tasarruf ile verimlilik karıştırılıyor. Verimlilik deyince kullanmalı ama en etkili şekilde kullanmalıyız. Tasarruf ise kullanmamak gibi anlamalıyız… Akşam evde oturuyorum. Elektrik enerjimi azaltmak istiyorum lambamı söndürüyorum, bu tasarruf… O lambayı aydınlanma ihtiyacımı karşılayacak şekilde en az enerji tüketeni ile karşılarsam konforumdan ve temel ihtiyaçlarımdan ödün vermiyorum. Ve de az enerjiyle çözüyorum. Bu da verimlilik oluyor. Su tüketiminde bahsettiğimiz ise ne tasarruf ne verimlilik, biz israf ediyoruz.
Yaprak Özer: İsrafın önüne geçebileceğimiz önlemler neler?
Nurdan Yıldırım: Sadece temel birkaç alışkanlığımızı değiştirerek, birkaç noktada göstereceğimiz hassasiyetle tüketimimizi yarı yarıya azaltabiliriz.
Yaprak Özer: Nasıl olacak bu?
Nurdan Yıldırım: Anlattığımızda bu kadar basit mi denilebilir… Dört kişilik bir aile örneğini baz alarak yola çıkalım. Dört kişilik aile ufak tefek önlemleri hayatına adapte eder daha özenli olursa, yılda 150 ton su israfının önüne geçmiş oluyoruz. Ülkemiz 80 milyonsa, 20 milyon hane gibi düşünelim yaklaşık… 3 milyar m3 gibi büyük bir rakama ulaşıyoruz…
Yaprak Özer: Ne yapabiliriz?
Nurdan Yıldırım: En çok yaptığımız yanlış; uzmanlarımızın da söylediği gibi ellerimizi 20 saniye dikkatli ve güzel bir şekilde yıkamamız gerekiyor. Fakat biz ellerimizi yıkarken, sabunla ovalarken çeşmelerimizi kapatmıyoruz. Diş fırçalarken tıraş olurken vs. o an aslında ben elimi ovalarken akıp giden su boşa giden israf olan bir su… Kapatırsak 15-35 litre aralığında –tabii suyun ve çeşmenin özelliğine göre- suyu boşa harcamamış oluyoruz. Dört kişilik bir aile sadece buna özen gösterirse yılda 48 ton israfın önüne geçmiş oluyoruz.
Diğer kritik konu; evde suyu en çok nerede kullanıyoruz diye baktığımızda, banyo ve tuvaletlerde… Tuvalet tüketiminde bazen ister istemez sifona gereksiz yere basıyoruz. Dört kişilik aileden herhangi biri günde bir kere sifona gereksiz bassa bu da yılda 16 tona denk geliyor. Sadece ufacık bir dikkatle 64 ton…
Evet hijyen son derece önemli pandemi nedeniyle kendimizi çevremizi korumalıyız temizliğe dikkat etmeliyiz ama belki banyo alışkanlığından duşa doğru yönelmeliyiz. Biliyoruz ki, banyo yaparken yaklaşık 120-150 litre su harcarken, duşta 40-60 litrelere tekabül ediyor. Yıllık bazda 18 tona yakın -tabii kullanım durumuna göre değişir- ortalama israfın önüne geçebiliyoruz. Dört kişilik ailemiz, duş süresini bir dakika azaltırsa 9 litre suyu o an boşa harcamamış olacak. Toplamda 2-4 ton su…
Yaprak Özer: Müthiş rakamlar bunlar…
Nurdan Yıldırım: Su azlığı çeken bir ülkeyiz. Bu dünya çocuklarımıza onların çocuklarına devredeceğimiz bir dünya… Gelecekte onların sıkıntı yaşamaması için bizler ihtiyacımızdan fazla olanı kullanmamalıyız. Kaynaklar hepimizin… Şu an dünyada her alanda kaynakları hor kullanıyoruz açıkçası…
Yaprak Özer: Çok önemli bir konuya dikkat çekiyorsunuz. Elleri yıkamaya devam edeceğiz ama yıkarken musluğu kapatacağız.
Nurdan Yıldırım: Şöyle bir örnek de verebilirim bölümümüzde çalışan bir hocamız Almanya’ya öğrenciyken gidiyor, yurtta kalıyor kendisine bir jeton veriyorlar 5 dakikalık banyo-su kullanımı için… Sonrasında bitiyor, su kesiliyor.
Geçen yıl Japonya seyahatinde bir otel odasında gördüm. Duş ve lavaboyu direkt tuvaletin rezervuarına yönlendirmişler… Rezervuarlarda biz son derece temiz suyu kullanıyoruz…
Buna da bir çözüm getirmeliyiz. Hollanda’da Delft Üniversitesi’nde yapılan tanıtımında izledim çok etkiledim. Çok büyük bir gökdelen, yağmur sularını biriktirerek, toprak ve bitkilerden oluşan üç kademeli düzenekten geçirerek arıtıyorlar rezervuarlara ve bulaşık makinesi sistemlerine kanalize ediyorlar… Tabii ki içme suyu olarak direkt kullanamazlar… Özetle hem az kullanmalıyız hem alternatif neler üretebiliriz araştırmalıyız.
Yaprak Özer: Üniversitede gençlere eğitim veriyorsunuz. Ne kadar duyarlılar bu konuda? Ve bu eğitimler daha erken yaşlarda başlasa daha mı iyi olur?
Nurdan Yıldırım: Araştırdık dünyadaki üniversiteleri Türkiye’deki üniversiteleri kuruluşları… Bizi şaşırtan bir gerçek, Türkiye’de hiçbir üniversitede Enerji Sistem Yönetim Belgesi’nin olmadığını gördük.
Üniversitemizde harcadığımız her türlü enerjiyi biz şu an ölçüyoruz. Nasıl daha verimli hale getiririz diye çalışmalar içindeyiz. Sürekli farkındalık eğitimleri yapıyoruz. Bunun daha genç yaşlarda olması gerektiğini düşündüğümüz için geçmiş yıllarda İzmir’deki bütün okul müdürlerini üniversitemize davet ederek okullarda enerji verimliliğini anlatmaya çalıştık. En azından onlar da kendi öğrencileriyle bunları-ortaokul lise paylaşabilirler. Ağaç yaşken eğilir. Çeşitli sosyal projelerde bazı ilkokullarda, medya platformlarında vs… aktarmaya çalışıyoruz. Suyu bilinçsiz bir şekilde kullandığımız gibi enerjiyi de bu şekilde kullanıyoruz. Hepimizin çok iyi bildiği bir gerçek, enerjide dışa bağımlı bir ülkeyiz. Yeni güzel gelişmeler oluyor ama bu bizim gerçeğimizi değiştirmiyor.
O yüzden enerjide de son derece verimli olmalıyız. Ne kadar az kullanır, gereğinden çok kullanmazsak, dışarıdan o kadar az enerji alarak en azından kendi ekonomimizde ülke ekonomimizde katkı sağlayabiliriz.
Yaprak Özer: Siz sertifikalı enerji yöneticisi unvanına sahipsiniz, bu ne anlama geliyor? Bireysel sorumluluğumuzu da aktarırsanız memnun olurum…
Nurdan Yıldırım: Barajdaki seviyelerimiz son derece düşüyor, tüketimimiz artıyor yağış oranlarımız, bölge bölge farklılık gösteriyor. Bazı bölgelerimizde çok fazla yağış olurken bazı yerlerde de az yağış alan bir durumdayız… Ama ülke geneline baktığımızda… Mesela Ağustos ayında geçen yıla göre yüzde 39 yağışlarda bir azalma varmış… Daha sıcak iklimlerle boğuşuyoruz yaz ayları da… Bu da buharlaşma demek ve tabii su seviyemizi etkiliyor. Onun dışında tüketimsel bazı alışkanlıklarımızdan dolayı fazladan harcadığımız suyla birlikte yani aslında dikkatli olmalıyız.
Evde yapabileceğimiz çok örnekler var… En önemli şey mutfaklarda, bulaşıkları yıkarken, çoğu kişi elde yıkama tercihinde… Elde yıkama diğerine göre inanılmaz su tüketiyor. Özellikle mesela son derece gelişmiş yeni teknoloji verimli bulaşık makineleriyle 12 litreye kadar harcıyor. Bir de bulaşık makinesini kullanacağız ama ön hazırlıkta kaplarımızı ve eşyalarımızı güzel güzel fırçalıyoruz suları bol bol akıtıyoruz, vazgeçmeliyiz. Bir kapta ön temizliği yaparsak ne kadar az su kullanırsak o kadar iyi… Veya sebzelerimizi meyvelerimizi bol bol yıkıyoruz. Bu suları direkt lavaboya dökmeden çiçek sulamada, balkon yıkamada kullanabiliriz… Ufak tefek önlemlerle gerçekten bizim için ve geleceğimiz için önemli olan suyu yarı yarıya daha az kullanabiliriz. Hiç kullanmayalım demiyorum. Tabii ki, temizliğimizden ödün vermeyeceğiz. Ama su tüketimimizde bilinçli olmalıyız.
Yaprak Özer: Kadınları yakalamalıyız herhalde toplumsal yapımıza baktığımızda bilinç düzeyi gerçekten çok inişli çıkışlı…
Nurdan Yıldırım: Belki hatırlarsınız 2-3 yıl önce bir Güney Afrika Cape Town’da çok ciddi bir kıtlık yaşandı. Baraj seviyeleri çok kritik seviyelere geldi. Ve halka günlük kullanım kotaları koydular. Yani günde bu kadar 50 litre, daha fazla kullanmayacaksın dediler. Ve bu şekilde biraz o kaynakları toparlamaya çalıştılar. Bizler şükür öyle bir durumda değiliz ama olmayacağımızın da bir garantisi yok… Yani o yüzden de şu an var diye bol bol kullanmamalıyız. Bence her koşulda ne olursa olsun bilinçli kullanmalıyız.
Yaprak Özer: Kariyerinizde ilginç adımlar görüyorum; NATO, İzlanda hükümeti ve Birleşmiş Milletler bursuyla çalışmalar yapmışsınız. Uluslararası hassasiyetler üzerinden de yorumlar mısınız? Enerjiye geçelim neler bekliyor?
Nurdan Yıldırım: Makine mühendisiyim uzmanlık alanım jeotermal enerji… Tezlerimi ve bütün çalışmalarımı o alanda yapmıştım. 2002 yılında da İzlanda’da 6 aylık jeotermal enerji üzerine kapsamlı bir eğitim programı vardı. Değişik ülkelerden bursiyerleri ağırlıyorlardı. İzlanda benim için çok farklı bir bakış açısı sağladı. İzlanda 1960’larda ada ülkesi. Son derece hava kirliliğiyle boğuşan kendi halinde bir ülkeyken jeotermal enerji kaynaklarına hakim olan bir ülke. Bu jeotermal kaynakları etkin olarak kullanarak şu an neredeyse hava kirliliği hiç yok, çevre bilinci çok iyi olan bir ülke… Beni en çok etkileyen; İzlanda’ya giden herkes Blue Lagoon adlı kaplıcayı muhakkak ziyaret eder ve giriş ücretleri inanılmaz. Büyülü bir atmosferi var! Arkasında yatan gerçek ise çok ilginç; bu kaplıca doğal bir kaplıca değil… Yanındaki jeotermal santralin atığıyla çevreyi düzenlemişler atık suyuyla değerlendirmişler. Yıllık turist rakamını, giriş ücretini düşününce… ülke ekonomisi inanılmaz gelir elde ediyor. Ülkenin yüzde 95’i jeotermal enerjiyle ısıtılıyor, çok güzel bir dağıtım şebekeleri var.
Yaprak Özer: Sertifikalı enerji yöneticisi soruma geliyorum.
Nurdan Yıldırım: Bu sertifikalı enerji yöneticisi, Bakanlığımızın nezdinde alınan bir şey… İki haftalık yoğun bir eğitimi var ve mühendisler alabiliyor bunu… Ve hem teorik hem de pratik uygulamalarla, daha sonra da merkezi sınavla birlikte hak edilen bir belge… Bu sadece sanayi için değil, binalar için de… Bina, sanayi her alanda… Endüstride de değişik kriterleri var. Binaların büyüklüğüne sanayi tesisinin büyüklüğüne göre her tesiste bir sertifikalı enerji yöneticisi bulundurulması gerekiyor, belli büyüklüğün üzerinde, ki enerjiyle ilgili çalışmalar orada en etkin en verimli şekilde yürümesine de katkı sağlasın… Bunu yapan birkaç tane tesisimiz var ülkemizde… Ama yapmayan da çok… Burada belki genel bir çerçeveye düzenlemeye ihtiyacımız var.
Yaprak Özer: Tasarrufla verimlilik arasında nerede kafamız karışık ya da eğitimsiziz?
Nurdan Yıldırım: Yani şu sıralar evde daha çok çalışıyoruz. Uzaktan eğitim nedeniyle, çocuklarımız evde, bizler evlerdeyiz. Evsel tüketimimizde artışlar var. Dikkatli olmalıyız özellikle elektrik enerjisi ve diğer ısıl enerjilerde…
Yaprak Özer: Neler yapmalıyız?
Nurdan Yıldırım: Bilgisayar başında çok vakit geçiriyoruz ama bilgisayarları stand-by’a almıyoruz veya kapatmıyoruz. Gün içerisinde sürekli açık kalıyor. Bu da ciddi anlamda yine kullanmadığımız zamanda enerji sarfiyatı… Şarj aletlerimizi prizden çekmiyoruz veya televizyonlarımızın fişleri sürekli prizlerde… Bunlar da televizyonu ya da o aletleri çalıştırmasak da şebekeden cüzzi oranda da olsa elektrik çekiyorlar.
Mutfaklarda su ısıtmak için kettle’a yönleniyoruz. Elektrik enerjisi tüketimi yerine ocakta suyumuzu ısıtmak süreye yayarak olsa da tasarruflu… Yemek pişirirken düdüklü tencereyle pişirirsek süreci kısaltır, kullandığımız yakıt neyse azaltmış olabilir.
Kullanmadığımız halde bazı odaların lambaları vs. sürekli açık olabiliyor. Buzdolabına sıcak yemeği koyduğunuzda buzdolabının soğutma kapasitesini düşürüyorsunuz.
Yaprak Özer: Bana birazcık sizin evi anlatsanıza…
Nurdan Yıldırım: Kavga dövüş… Savaş var sürekli o bilinci yerleştirmek için… Tabii ki bakıyorum koridorumuzda lamba yanık… Çocuklar lütfen orayı söndürür müsünüz?... İşte mutfaktan gelirlerse lambayı söndürdünüz mü, televizyonu kapattın mı? şeklinde uyarılarla… Tabii dört dörtlük değiliz. Gördükçe uyararak... bilinci aşılamaya çalışıyoruz ama en azından su tüketimlerinde daha dikkatli olduklarını gözlemliyorum. Başlarında bazen dişlerini fırçalarken beklediğimde musluklar kapanıyor.
Yaprak Özer: Bu konunun sonu var mı sizce?
Nurdan Yıldırım: Yok…
Yaprak Özer: En iyi yapan ülke var mı?
Nurdan Yıldırım: Japonya enerji tüketiminde son derece iyi… Verimlilik anlamında da iyi bildiğim kadarıyla… Gelişmiş ülkeler gelişmekte olanlar… Enerjiye veya kaynağa ulaşabilmek; zaten olmadığı için az kullanan olduğu gibi varken verimli kullananlar var. Varken, verimli etkili kullanan Japonya.